Oliver Sacks – Bilinç Nehri

Sacks’in gösterdiği uçlardan hayrete düşmemek mümkün değil, mesela bedenin iki farklı zaman algısına sahip olması. Sol yan sağ yandan daha hızlı, kollarınızı aynı hızla kaldırıyorsunuz ama sol kolunuz fışn diye kalkarken sağ kolunuz y a v a ş y a v a ş k a l k ı y o r, domates doğrarken sadece domates doğramıyorsunuz, korkunç. H. G. Wells’in bir metninde geçen zamanın hızlanması ve yavaşlaması tam böyle bir şey, sağlıklı olsaydık her şey normal hızla gerçekleşecekken ağır çekimde veya 1.50 oranında hızlandırılmış biçimde gerçekleşiyor, hızla gelen araba uzaklardayken çoktan havaya savruluruz bu durumda. Başka bir rahatsızlık hareket halindeki nesneleri sabitmiş gibi algılamamıza yol açabiliyor, üç beş fotoğraftan ibaret nesnenin etrafında her şey olağan biçimde. Bazı bağlantılar yanlış kuruluyor veya hiç kurulmuyor, belli bir noktaya sinyal gitmiyor veya çok gidiyor, tahrip olan bölgeler kapanıyor da bu tür sorunlar yaşanıyor, Sacks bu arızaları incelemeye devam ediyor da H. G. Wells’ten alıntı yapıyor yeri gelince, felsefeye uzanıp algının tarihini inceliyor, hatta Bloom’un “etkilenme endişesi” kavramının bilimsel araştırmalara yansımasını dahi söz konusu ediyor, metinleri müthiş zengin. Kütüphaneleri aktif olarak kullanmasının etkisi var bunda, ayak bileğini kırdığı zaman alçıya alınan bacağını kendisininmiş gibi hissetmediğini söylediği doktor uzuv yitiminin psikolojik biçimine dair hiçbir şey bilmediği için şaşırıyor, Sacks doktorun şaşırmasına daha da şaşırıyor ve iyileşir iyileşmez kütüphaneye gidip araştırma yapmaya başlıyor, Amerikan İç Savaşı’nın ardından yazılmış metinlerde hayalet uzuvlara dair bilgilere rastlıyor. Tabii zamanının ötesinde metinler bunlar, bilim kanonuna giremedikleri için gölgede kalmışlar. Sacks araştırmaları için kullandığı bir kaynağın 1918’den beri ellenmediğini söylüyor mesela, elli yıldan fazla bir süre geçmesi gerekmiş kitabın raftan çıkması için. Önsözde belirtildiği gibi Sacks’in ilgi alanı çok geniş, alanının dışını da okumaktan ve araştırmaktan erinmiyor. Darwin’in pek bilinmeyen, daha doğrusu ününü inşa eden kuramının gölgesinde kalmış araştırmalarında nörolojik nüveler bulması örneğin, şahane. Darwin kendi döneminde bitki yapısını ve davranışlarını araştıran nadir bilim insanlarından biri, o dönem bitkiler sadece adlandırılıp sınıflandırılırken Darwin bitkilerin üreme biçimlerinden “avlanmalarına” dek pek çok özelliğine dair buluşlar yapmış, şu sözler onun: “‘Bilimsel hayatım boyunca hiçbir şeyin beni bu bitkilerin yapısının anlamını çözmek kadar tatmin ettiğini sanmıyorum.’” (s. 15) Orkidelerin böcekler yoluyla döllenmeleri gibi pek çok konu hakkında kitapları var, faydasızmış gibi görünen her bir organın faydasını bulma konusunda da mahir. Araştırmaları teorisini destekliyor tabii, çiçeklerin bildiğimiz çiçek biçimleri optimal fayda sağladığı için bildiğimiz çiçek biçimleri. Buradan bazı insani hallere atlıyorum ve birtakım bilişsel faydalara yol açan norm dışı beyin aktivitelerine geçiyorum, son derece hızlı okumak veya müthiş bir hafızaya sahip olmak neden evrimle birlikte insanın normali olmamıştır diye sorulursa bu yetenekle birlikte gelen bozgunculuğun diğer işlevleri cortlattığını söyleyebiliriz. Bedel büyük, en azından şimdilik. Diğer yanda yeteneklerini kaybetmemek için tedaviye karşı çıkan insanlar var, Sacks birkaç örnek veriyor. Bahsi Darwin’in araştırma tutkusuyla kapayayım, Darwin uzmanı Eric Korn satın aldığı Darwin imzalı eski bir kitapta 1882 tarihli bir makbuz bulmuş, yeni bir orkide numunesi siparişi. Darwin o yılın nisan ayında ölmüş, anlıyoruz ki ölümüne az bir süre kala çalışmaya devam etmiş. Sacks başka bir ünlü ismin az bilinen çalışmalarını da inceliyor, nörolog Freud’un psikoloji çalışmalarından çok önce nörolojiye yaptığı katkıları görüyoruz ki söylendiğine göre alan değiştirmeseymiş dünyanın en büyük nörologlarından biri olurmuş Freud. Çocuklarda beyin felci üzerine yazdığı metinleriyle biliniyor, ayrıca beyinde belli eylemler için belli merkezlerin yer aldığına dair görüşü sistemlerin yapılandırılması savıyla çürütmüş. Bellek konusunda da çalışmaları var, belli nöronlar arasında temas bariyerleri olduğunu öne sürerek yeni bilgilerin inşasının engellendiğini veya desteklendiğini söylemiş, ancak 1940’larda kabul görecek bir buluş. Bahsi geçen iki bilim insanı için de geçerli: Darwin ve Freud buluşlarını anlattıkları metinlerdekinden çok daha cüretkarlar, mektuplarındaki iddialar daha isabetli ama kamuyla paylaşacakları kadar yere basmıyor tabii. En azından o sıra at koşturan kanon için.

Sahaya inince kendinden de örnekler veriyor Sacks. Londra’nın bombalandığı sırada yaşadıklarını Tungsten Dayı‘da anlatıyor, o kitap da şahanedir bu arada. İşte, iki bomba düşmüş, yaşananları detaylarıyla anlatıyor Sacks de abisi ikinci bombanın düşüşünü görmediklerini söylemiş. O sırada abisiyle birlikte yatılı okuldaymış Sacks, şaşırıyor tabii, o an hâlâ gözlerinin önündeyken nasıl orada olmayabilir? Her şeye şahit olan büyük abilerinin yazdığı mektupta yer alıyormuş bütün detaylar, Sacks o mektuptan çok etkilenmiş de yıllar sonra yazdığı anılarında bomba hadisesi kendi başından geçmiş gibi anlatmış. Belleğin oyunları. Eco’nun da bir hikâyesi var böyle, yazdığı bir bilginin kaynağını arayıp da bulamayınca aslında kendi kafasından uydurduğunu mu fark etmiş, öyle bir şeydi. Kısacası bazı anılarımız var, bizim değil. Yalan makinesine sokulsak sıkıntı çıkmaz çünkü onların bize ait olduklarını biliyoruz, aslında yanlış bilgi. Freud’un düşündüğü bir şey yine: “Freud’a ve kendi kendilerine anlattıkları hikâyeler gerçekdışı bile olsa hastaların hayatları üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip olabiliyordu. Freud, ister gerçek bir deneyimden isterse fanteziden kaynaklansın, bu hikâyelerin psikolojik gerçekliğinin aynı olduğunu düşünmeye başladı.” (s. 80) Meşhur bir olay var konuyla ilgili, Wilkomirski nam bir yazar 1995’te anılarını yayımlıyor, Polonyalı bir Yahudi olarak çocukluğunu geçirdiği toplama kampını, kamptaki dehşet verici olaylar. Sonradan anlaşılıyor ki Wilkomirski annesi tarafından yedi yaşında terk edilmesini kaldıramadığı için alternatif bir gerçeklik uydurmuş, uydurduğuna o kadar inanmış ki gerçekle yüzleştirildiğinde kafası karışmış, şaşkına dönmüş. Kendi kurmacasında tamamen kaybolup gitmiş adam, başkalarının telkini olmadan. Sahte anılar profesyonellerin beyne kakmasıyla gerçek anılara dönüşebiliyor ayrıca, canlı duyusal imgeler yaratıldıktan sonra beynin bu sahteliği gerçek sanması mümkün. “İşitsel Yanlış Anlamalar”daki mantığa bürüme de bu konuyla ilgili sanıyorum, bunu ben de çok yaptığım ve insanları deli ettiğim için ilgimi çekti. Duymamakla ilgili değil sanırım, duyuyorum ama sözcüğün anlamını kavrayamıyorum o an, haliyle sözcüğü kavrayamıyorum ve komşu sözcüğü kullanarak bağlamı kuruyorum, ortaya saçma sapan bir anlam çıkıyor. Bunun sebebi işitsel olabilir, nörolojik olabilir veya direkt can sıkıntısıdır, muhtelif. “Aslında ne kadar hızlı ve neredeyse anında oluşturuldukları düşünülünce algılarımızın bu kadar sıklıkla doğru olması bir mucizedir.” (s. 86) İki saniye geriden yaşamıyoruz veya bedenimizin dört santim yanından algılamıyoruz mesela dünyayı, bunlar ara sıra bile olmuyor, o kadar gelişmişiz de şu yanlış algılamayı aşamamışız hâlâ. Sacks’e göre hoş bir şey, ilgi alanlarını ortaya çıkaran anlamlarla eğleniyor. “Kanser biyografisi” yerine “Cantor biyografisi” beklenmeyenin komikliğini ortaya çıkarıyor, mesela ben böyle bir durumda bu komikliği paylaşıyorum ama kişilerin hoşuna gitmiyor. Benim süzme bir geri zekâlı olduğumu düşünüyor olabilirler, çok şapşal görünüyorumdur bunu yapınca, ne bileyim. Herhalde. Pek kafalı olmayabilirim de kabalaşmanızı haklı çıkarmaz bu. Gebeşler.

Derya deniz bir metin daha, Sacks’ten ne bulursanız okuyun rica ederim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!