Mary Lawson – Gölün Kıyısında

Bastarden. Kuzeyde -kuzey kuzey, kimsenin gidip yerleşmediği kadar kuzey- tarım çok zor, gidip uğraşan olmadığı için krallığın toprakları bomboş. Kralın toprakları oralar, maceraya atılıp bir şeyler yetiştirebilen cengaverler belli bir alana sahip oluyor, düklük müklük kazanıyor, yerleşimciler de geldi mi vergiden beli bükülecek yeni mükellefler hayırlı olsun. Kanada’da sistem aynı, üç adam Kuzgun Gölü’nün çevresinde kendi evlerini kurmuşlar, otuz kilometre ötedeki kasabadan eş beğenip evlenmişler, geçinip gidiyorlar. Bayan Vernon anlatıyor bunları, Kate üç beş kuruş kazanıp ailesine yardımcı olmak için yaşlı kadının işlerini görürken. İki ailenin fertleri arasında sorun yok, üçüncüsü nesiller süren trajediyle yaşamak zorunda kalmış ki Kate’in ailesi biraz da Pye ailesiyle kurduğu münasebet yüzünden yalpalamış. Pye erkekleri oldukça katı, ilk gelenin derdi neydi bilinmiyor ama çocuklarına son derece kötü davrandığı kesin, biri göle düştükten sonra babası kızacak diye eve gitmeyip kurunmak üzere uzaklaşıyor, kar fırtınasının içinde kayboluyor. Kötü yöntem, rüzgâr kurutsa da Ontario’nun kuzeyinde hava korkunç, kısacası öyle bir korku yayılmış çocuklarda. Her nesilde bir facia yaşanıyor, en son Laurie’nin başına gelen var, oğlan babasına isyan edip gittikten sonra dönmese zincirleme facia tamlaması ortaya çıkmayacaktı. Kate’in okulda şahit olduklarından belliydi neler olacağı, Laurie kabadayılardan birini hacamat edince evde bir şeylerin ters gittiğine dair şüphesi kalmamıştı Kate’in, abileri Luke ve Matt’e de bahsetmişti olaylardan ama kendi yıkımlarını geciktirmeye çalışmakla meşgullerdi, komşularıyla ilgilenemediler. Yetememekle ilgili bir roman bu, yoklukla mücadele ederken ideallerin feda edilmesiyle ilgili. Gözüm yerlileri de aradı, hani toprakları ele geçirilince av alanlarına el konulan, açlıkla boğuşan insanlar çıkar mı diye bekledim, bir örnek haricinde karşılaşmadım ama anlaşılır, ailenin dertleri saymakla bitmediği için anlatı odağı küçücük bir alanda. Üç ihtimal var, ya yerleşimcilerden sonra yerliler kovalandılar, ya o bölgenin daha da kuzeyinde özgür bir yaşam sürdürüyorlardı ya da çoktan asimile oldukları için belli bir alana sıkışmışlardı. Yan hikâyelere pek yer yok, yirmi yılın araya girdiği iki anlatı çizgisinin dışına pek çıkmayacağız, neyse ki hikâye sağlam olduğu için bayat teknik göze batmayacak. Kate’e okulu bırakacağını söyleyen gözü yaşlı öğrencinin olduğu bölüm hariç, karakterde küçük bir uyanış için büyük israf. Luke ve Matt asla aşağı görmediler kendilerini, okumayı başaran kardeşlerini harcanan potansiyeller yüzünden küçük düşürmeye çalışmadılar, dolayısıyla Kate’in öğrencisine aynı yollardan geçtiklerini söylemeyi düşünmesi, kardeşleriyle ilişkilerinin niteliği üzerinde durması fazlalık, anlatılanın dışında bir bilgi kırıntısı dahi olmadığı için mükerrer çünkü Kate’i yedi yaşından beri takip ediyoruz, ilişkiler en ince detayına kadar ortada, malumat artığı gerisi. Aynen tekrarlanan cümleler var bu arada, gözden nasıl kaçtığını anlamadım, şöyle: “Bundan sonra ancak Kuzgun Gölü’ne döndüğünüzde asfalt biter, orman giderek yaklaşır ve hakikaten zamanda geri gidiyormuş hissine kapılırsınız.” (s. 227) Neyse, Morrison âlemine hoş geldiniz, keder dolu günler sizi bekliyor. Kederin yanında dayanışmanın, direnişin, kavganın müstesna örneklerini de göreceğiz, iki çocuk ve iki genç bir başlarına hayatta kalmaya çalışırlarken normal.

Kate’in ilk ve son bölümde bahsettiği büyükannesinin başının altından çıkıyor her şey, kadın onca çocuğa bakarken ip eğirir, çıkrığının altına yaptırdığı raftan bir kitap çekip okurmuş. Deli gibi okurmuş, öyle kurmaca falan değil de biyoloji, jeoloji, ne bulduysa. Çocuklarına okuma aşkını bulaştırmış, çiftlikteki işlerden kurtarabildiklerini okula göndermiş, ailenin düsturu haline gelmiş bu eğitim mevzusu. Kademe kademe yükseliyor, önce ilkokul, sonra lise, bizimkilerin döneminde üniversiteye geliyor sıra da şanssız çocuklar bunlar, anneleriyle babalarının bir trafik kazasında ölmeleri bütün planları altüst ediyor. Baba liseyi bitirip bankaya girmiş, çiftlikten de üç beş geliyor bir şeyler, üniversite için gereken para birikirken acı son. Tam da Luke’un öğretmen çıkacağı üniversiteden kabul belgesi geldiği sırada öksüz kalıyorlar, Luke hemen hayallerinden vazgeçip kardeşlerinin bakımını üstleniyor. Okumaya niyetli olduğu söylenemez, akıl küpü Matt’ten umutlu asıl, iki yaş küçük kardeşinin dehası ziyan olmasın diye elinden geleni yapacak, hatta Annie Hala’sının planını bozup kardeşleri ailenin uzaklardaki fertlerine yollamaktan vazgeçecek. Hala uyarıyor, hayal ettiği kadar kolay olmayacak işler, kıçındaki beziyle Bo canına okuyacak, Kate biraz usluysa da can sıkacak elbet, Matt’se abisinin fedakârlığı yüzünden acı çekecek. Her şeye razı Luke, gerekirse her boş zamanında gidip çalıştığı Pye Çiftliği’nde ömrünü tüketecek. Civardakiler ellerinden geleni yapıp gençlerin yaşamını kolaylaştırmaya çalışıyorlar ama bir yere kadar, hem çalışıp hem çocuk bakmak çok zor. Kendini paralıyor Luke, bu yüzden Matt’in okulu bırakıp çalışmaya başlayacağını duyunca sinirleri tepesine çıkıyor, ailenin temayülünü bozup her şeyi içe atmaktan vazgeçerek patlıyor. Evdeki en büyük kavga. Lawson pik noktaları müthiş detaylandırıyor, yumruklar havada uçuşurken küçük Bo’nun ardına kadar açık ağzı, gözlerinden akan yaşları, yüzünün aldığı dehşet dolu ifade muazzam, tasvirler dört dörtlük. Matt’in omzu çıkıyor kavgada, eve gelen aile dostu doktor tedaviden sonra gençleri karşısına alıp ciddi ciddi konuşuyor, eğer bir daha o duruma düşerlerse Annie Hala’ya haber salıp ilk planı uygulamaya sokacak. O günden sonra bir daha sorun çıkmıyor, Matt alınabilecek en yüksek puanı alıp istediği üniversiteye gitmeye hak kazanıyor ama bu kez Marie faktörü giriyor devreye. Luke da benzerini yaşamıştı, ailenin erkekleri kadınlar karşısında alığa dönüyorlar resmen, Luke mevzunun gerisini getirmeyip işten kibarca şutlanmakla yırtmıştı ama Matt o kadar kolay kurtulamıyor çünkü Marie hamile, üstelik peder en beter Pye herhalde. Yapacak pek bir şey yok o durumda, Matt de okuyamıyor, sırasını Kate’e veriyor. Diğer çizgiye atlayabiliriz buradan, Kate’in ders yükünden yakındığı bölüme. Çocukluğunda Matt’le birlikte gözlemlediği gölün anılarıyla doludur Kate, sayısız yaşamın devinimi önünde kocaman bir dünyanın kapılarını aralamış, mikrobiyolog olarak kariyer yapmasını sağlamıştır, tabii büyük bedellerle. İki yük var Kate’in omzunda, yeğeni Simon’un on sekizinci doğum günü partisinin davetiyesi geldiğinde ailesiyle arasına giren uçurumun aşılamazlığı ve sevgilisi Daniel’la aralarındaki uçurumu yaratan ketumluğu. Bir iki istisna hariç derdin açık açık konuşulmadığı, paylaşılmadığı bir ortamda büyüyen Kate, sevgilisine ne kadar bağlı olduğunu ayrılığın kenarına kadar geldikleri zaman anlar, Daniel’ın olanca içtenliğine karşın kendi ailesine dair hemen hiçbir şey anlatmadığının farkındadır, Dainel’ın adım adım uzaklaştığını fark ederek partiye onu da çağırır en sonunda. Yolda bütün hikâyeyi anlatır, “olamayan” kardeşlerinden ötürü duyduğu utancı, suçluluğu, kederi aktarmaz da kişisel tarihini vermekle yetinir. Son bir sınava girecektir anlatının sonunda, yalnız kaldıkları bir zaman Marie hemen Kate’i suçlar, birbirlerini o kadar sevmelerine rağmen abiyle kardeşin yıllar boyunca hemen hiç görüşmemelerinin sebebini Kate’ten bilir, oysa okumadığı için hiç de mutsuz değildir Matt, Simon gibi akıl küpü bir oğlu vardır, şahane bir eşi vardır, daha bir şey istemez. Sarsılır Kate, anlaşılmayacağını düşündüğü için cevap vermez. Yüzü asılır tabii, ne olduğunu soran Daniel’a konuyu anlatınca ikinci darbeyi yer: Daniel bütün uzaklığı Kate’in yarattığını söyler. Evet, Marie basit bir yaşamdan gelen basit bir insandır, Matt’in trajedisini anlaması mümkün değildir ama asıl duvarı Kate örmüştür, abisinin “yapamamasından” ötürü evden uzaklaşması asıl trajedidir.

Hikâyelerin yıllar sonraki yankılarını görmek tedirgin edici, heyecan verici. Kahraman evine dönünce mutlaka yüzleşeceği bir şeyler oluyor, geçen zamanın değiştirdiği, çarpıttığı, doğurduğu yaşamlar geçmişi ortak bir düzleme oturtmaya çalışıyorlar veya zıtlaşıp darmadağın ediyorlar, tansiyon yüksek. Kate’i sarsılmış, düşüncelere dalmış halde bırakıyoruz, Luke’la Matt’i bağrımıza basıyoruz arada, bunları yapabilmek için bu hoş romanı okuyoruz. Evet.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!