Arthur Asa Berger – Kültür Eleştirisi: Kültürel Kavramlara Giriş

Bertrand Russell üç ciltlik felsefe tarihi incelemesinde filozofların türettiği kavramlar üzerinden ilerliyordu, bağları sıkı tutmayıp sırf kronolojik sıralamayla uğraştığı için karşı karşıya kaldığı eleştirilerden Berger da nasibini alır kesin. Eleştirinin sebebi iki gerçi, aynı metodu kullanıyor Berger, bir de metnin orta yerine atlayıp çok su götürecek yorumlarıyla şenlendiriyor okuru: “Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa komünist yönetimlerinin yıkılması ve komünizmin genel itibar kaybından sonra Marksist kuramın kültür çözümlemesinin yararlılığı bir kez daha düşünülmelidir. Marx’ın adıyla yönetilen ülkelerdeki çürümenin açığa çıkardıklarına ve ülkelerin pazar ekonomisine geçmekteki istekliliğine rağmen, Marksist eleştirmenler, oynayacakları rolleri olduğu iddiasından vazgeçmezler.” (s. 90) Teoriyle pratik arasındaki uçurum bir yana, bu Marksist eleştirmenler yenilen pehlivan misali tekrar meydana çıkmak istediklerine göre edepsiz olmalılar falan herhalde, Berger’a böyle kalas bir yorumla katılırdım katılsaydım. “Biz Amerikalılar dünyayı bok ediyormuşuz, filozoflar öyle söylüyorlar” tarzı kültürel emperyalizm, hah, buldum: “Yani biz (Amerikalılar) ideolojik inançlarımızı gizlice yayıyor ve aynı zamanda ‘kırılgan kültürleri’ imha ediyoruz: Bu da neticede, gezegenin her yerinde bir çeşit yavanlığa ve yaşamın homojenleşmiş evrensel bir alışveriş merkezine benzeyen bir biçime bürünmesine yol açacaktır.” (s. 82) Hipotezin de ötesine geçmiş bir gerçekliği var bunun, Berger alınmış ama sırf Amerika’yla da ilgili değil, sonuçta Afrika’dan getirilen yerliler geçtiğimiz yüzyılın ortalarına doğru Avrupa’nın kültür kumkuması başkentlerinden birinde doğal yaşam alanlarının replikasına yerleştirilerek kültürel zamazingolarıyla birlikte sergileniyorlardı, Afrika’daki kültür itinayla yok edilirken Avrupa’da sermayenin hizmetine sunulmuştu çoktan. Berger o kadar da şey olmadığını söylüyor, yani öyle aman aman bir kıyım yok, hele kitle iletişim araçları söz konusuysa. Göstergebilimciler insanların verileri kültürel arka planlarına, sosyoekonomik seviyelerine göre farklı şekillerde çözümlediklerini söylüyor, okur-tepki kuramcıları her bireyin metinleri kendisine göre anladığını öne sürüyor, Amerika’nın oyunlarının tutacağı zemin yok yani? “Dahası, bazı iletişim kuramcıları kitle iletişim araçlarının sandığımız kadar güçlü olmadığını iddia eder. Bu nedenle kültürel emperyalizm hipotezinin ve savunucularının korkunç öngörülerinin geçerliliğinden şüphe etmek için pek çok gerekçe vardır.” (s. 82) Şimdi ben sadece meraklı bir adamım, bulduğumu okuyup okuduğumun en iyi ihtimalle yarısını anlamadan geçerim de bu savın iler tutar yanı yok yahu, daha geçen gün Star Wars‘u sevmediğimi söyleyince şamar yedim. Şaka. Tartışılacak çok iddia var metinde, uzmanların elinden öper, ben birkaç başlığa bakıp geçeceğim. Berger çok iyi bir yazar bu arada, Heretik’ten mi çıkmıştı o cinayetli romanı, hani klasik metinlerden postmodern metinlere kadar her evreyi birer karakterin temsil ettiği, postmodern kişiyi kimin öldürdüğünü bulabilmek için herkesin eteğindeki taşları döküp fikir tokuşmasına girdiği, şahane metin o. Bu da iyi, kültür çalışmalarını merak edenler için temel kavramlar. Bu metni 1990’larda yazdığı için Marksizmi öne çıkarmış herhalde Berger, feminizm ve toplumsal cinsiyetle ilgili bölümler kısa.

“Tüketim Kültürü”: Kapitalist toplumlar maddi malları “yabancılaşma” pahasına bolca üretir, her şeye sahip olan insan kendini de sahip olunmuş her şey gibi hisseder, elde ettiği meta kadar metalaşır. Yaşamını sürdürmek için para kazanmaktan başka çaresi olmayan insan kendini ifade edebileceği alanların tamamını kapitalizme kaptırınca aşırı tüketime yönelerek kendine bir kanal açtığını düşünür, sesini elde ettikleriyle duyurabilecektir artık. Yeni ihtiyaçlar yaratılır Marx’a göre, “herkes başkaları üstünde kendi bencil ihtiyaçlarının tatmini için yabancı bir güç tesis etmeye çalışır”. Zincirin halkaları tık tık takılır, Girard’ın “taklit isteği kuramı”na göre beğendiğimiz insanların tükettiklerini tüketmek isteriz derken 100 Numaralı Adam cup diye düşüyor aklıma. Reklamlar tam da burada pörtler, moda yaratır, tarz duygusu(?) verir, takdir edilmeyi sağlayacak metaların tüketimine yönlendirir. Lefebvre gibi kuramcılara göre sadece pazarlama aracı değil, toplumsal kontrol aracıdır aynı zamanda, tüketim kültürünün işler halde tutulması için lazımdır. Bu kültürü mümkün kılan siyasi düzeni satmak Enzenberger’a göre uzun vadeli amaçtır, satın aldığımız her ürünle düzenin bekçisi oluruz ister istemez. “Tüketim kültürü perspektifindeki kuramcılara göre kapitalizm sadece bir ekonomik sistem değil, hemen hemen her şeyin tüketime tabi kılındığı bir çeşit kültürdür. Enerjilerimiz, yeteneklerimiz ve zamanımız, zevkimizin (ne olacağımızı, nerede yiyeceğimizi, nereye gideceğimizi bildiğimizi= ve gücümüzün (bunlara yetecek paramızın) olduğunu göstermeye adanmaya başladı.” (s. 74) Reklamı savunanlar satış miktarlarının artmasıyla ürünlerin fiyatlarının düştüğünü söyler, mesela “ücretsiz” televizyon kanalları bu sayede türemiştir.

“Postmodernizm”: Ortaya karışık. Sanat ile günlük yaşam arasındaki sınırlar yok olur, yüksek kültürle popüler kültür arasındaki hiyerarşik ayrım yıkılır, kodlar karışır, eklektizmi destekleyen üslupsal karmaşa peydah olur, parodi, pastiş falan, Mike Featherstone’a göre aşağı yukarı bu. Derinlik nostaljidir, biçimler bulanıktır, perspektif geniştir. Todd Gitlin postmodernizmin Amerikalılara göre olduğunu söyler, sinemadan siyasete kadar her alan postmoderndir. Örnekleri sıralamıyorum, popüler kültürün tamamını atın alışveriş sepetine. “Biz Amerikalılar, ne yaptığımızı bilmeden, öz itibarıyla postmodern bir toplum yarattık; şimdi Fransızlar (ve diğerleri) kuramsal terimlerle bize ne yaptığımızı açıklıyor, Amerikalı kültürel çözümleyiciler de bize Fransız kuramcılarını tanıtıyor, postmodern sanat eserlerinin ve kültürel özelliklerin listesini veriyor. Ne derece postmodernleştiğimizi işte böyle anlayabiliriz.” (s. 44)

“Hermenötik” ve “Alımlama Kuramı”: Kutsal kitapların yorumlarıyla başladı mevzu, okurun metne girerek ne var ne yok şöyle iyice bir bakmasıyla şekillendi. Metnin kendi bütünlüğü, evreni deneyimlenir, eleştiri yoluyla nesnel bir haritası çıkarılmadan sadece gezi alanı olarak kullanılır metin, eleştirmenin görevi parçaları söküp takmak değil de metnin götürdüğü yere kadar gitmektir. Merkezde metin olduğu için alımlama kuramından ayrılır, aslında çoğu kuramdan ayrılır çünkü sezgiye, görüye yaslanır. Alımlamada metin değil, okurlar, kod kırıcılar odaktadır, metinle girilen ilişkinin doğurduğu faaliyetler önemlidir çünkü metnin “gerçekleştirilmesi” için okurun devinimi şarttır. Wolfgang Iser metnin sanatsal ve estetik olmak üzere iki kutba sahip olduğunu söyler, sanatsal olan yazar tarafından yaratılan metne, estetikse okur tarafından yerine getirilen estetik gerçekleştirmeye dayalıdır. “Edebi eserler, bir anlamda, bir okur tarafından gerçekleştirilene kadar var olmazlar (Berkeley’in meşhur sözü akla gelebilir: ‘Var olmak, algılanmış olmaktır’). Metinler, okur (ya da izleyici) metni okuyana, görene ya da duyana kadar var olmayan sanal ya da içkin bir gerçekliğe sahiptir.” (s. 38)

“Metinlerarasılık”: Gündemi işgal eden dandik tartışmaya dokunarak bitireyim. Yıllar sonra dönüp bakarsam hangi tartışma olduğunu hatırlamayacağım, süper. Ortak kültürel mirastan ötürü her metin başka bir metinle zaten metindir, değilse bir şekilde bağlantılıdır. Platon’un bir şeyine falan düşülen dipnot muydu felsefe tarihi, mesela kurmaca yazarları da Homeros’un bir yerine dipnot düşerler. Gibi. “Bilerek ya da bilmeyerek”. Parodi buna örnektir, parodisi yapılan eseri biliyorsak parodi daha etkileyicidir, bilmiyorsak yine etkileyicidir ama yazar referanslarını, göndermelerini boşluğa üfürmüş olur o durumda, bir şeyleri kaçırdığımızı hissederiz en fazla. Yazar bir şeyin parodisini yazdığının farkında olmayabilir bu arada, bu yazı çizi işleri o kadar belirsizleşebilir. Nedir, McCartney’ydi galiba, Harrison da olabilir, sonraları kaynağını gerçekten hatırlamadığı bir melodiyi bestesinde kullandığı için telif davasını kaybetmiş, (ç)alıntı bilginin unutulup unutulmamasının önemli olmadığına dair sonuç ilk kez çıkmıştı. İlginç, durum bu.

Girişin de girişi bir metin, kültürel çalışmalara ilgi duymaya başlayanlar için rehber.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!