Elena Poniatowska – Gökyüzünün Derisi

Lorenzo ufuk çizgisine varınca aşağı düşecek, çocukken bunun farkında değil. Annesi ilk bakışta görünen şeylerden daha fazlası olduğunu söylüyor, Lorenzo’nun annesine inanmaktan başka çaresi yok çünkü çocuk ve çaresiz, minicik dünyası genişleyip Meksika’nın tarihiyle birleştiğinde göğün devinimine kapılıp yılların nasıl geçtiğini anlamıyor, altmış yıl kadar sonra düştüğünün farkında da değil. Yaşamın ne olduğuna dair birkaç fikirden fazlası yok onda, etrafındakilerden öğrendiklerine göre yukarıda ne oluyorsa aşağıda da o oluyor, insanlar yakınlaşıp uzaklaşıyorlar, yıldızlar gibi ölüyorlar ve doğuyorlar, kaynakları sömürülüyor, sürükleniyorlar. Kadınlar zavallı, okuru Meksika’da işlenen kadın cinayetlerine sistematik biçimde duyarsızlaştıran o ulu yazarın tekniğini andıran hiçbir şey yoksa da Poniatowska hikâye boyunca karşımıza çıkan tüm kadınların erkeklere “maruz kalmalarıyla” çektikleri acıları Lorenzo’nun duyarsızlığıyla gösterir, bu da bir tekniktir. Anlatının başından itibaren cinsiyet ayrımcılığının türleriyle karşılaşıyoruz, Lorenzo’nun babası soylu bir aileden geldiği ve beş çocuğunun annesiyle statü farkının yarattığı uçurum yüzünden evlenmediği için babasız büyüyen çocukların yalnızlığıyla boğuşacağız, yoksulluğun içinde beş yaşam düşe kalka serpilecek. Anne öldükten sonra çocuklar babalarının evine taşınacaklar, sevgisizlik yüzünden kendi kendilerine icat ettikleri oyunlara ve okuldaki derslere dalarak çıkış yolu arayacaklar. En büyük kardeş Emilia ABD’ye gönderilerek çerçeveden çıkacak hemen, tekrar görüneceği bir iki nokta haricinde ağırlığı hemen hiç yok. Lorenzo uçarı bir çocuk, okulda tanıştığı aristokrat arkadaşlarıyla birlikte çocukluğunu ve gençliğini can sıkıntısından kurtarsa da yoksullukla mücadelesine destek vermeyen dostlarından kopacak yavaş yavaş. Üç numara Juan zehir gibi zekâsıyla mucit olmaya doğru yol alırken köksüzlüğünün bıraktığı hasarla birlikte hayatını yavaş yavaş kaydıracak, mücadelesine yakından şahit olmayacağız çünkü Lorenzo da umudunu kesecek kardeşinden. Meksika’nın harcadığı nice yetenekten biri olarak gördüğü Juan ve hamile kalıp bütün saygınlığını yitiren dördüncü kardeş Leticia anlatının sonunda tek bir kez anılacaklar, Lorenzo’nun ikisiyle de bağlarını tamamen koparmasının üzerinden yıllar geçtiğini öğrenene kadar birlikte geçirilen onca zamanın, kardeşler arasındaki o sıcak duygunun nereye kaybolduğunu merak edeceğiz. Ettim, annelerini kaybeden çocuklar birbirlerine sarılıyorlar, sonra başlarına yaşam geliyor ve yollar tamamen ayrılıyor, haliyle anlatıdan çıkan çıkana. Hikâyenin ekseni hızla değişip toplumsal ve bilimsel mücadele ağır basmaya başlayınca okur şaşırabilir ama tuhaflık yok, Lorenzo’nun yaşamını izlerken giderek katılaşan, hissizleşen ve öfkeli bir ihtiyara dönüşen insanların kökleriyle sıkı bağlar kuramadıklarını anlıyoruz ki bu ailenin kökü yok zaten, sabit bir odaları ve yatakları da yok, anlatıcıya göre sağlıklı bağlar kuramamalarının sebebi biraz da bu.

Annesini kaybettikten sonra hızla olgunlaşan Lorenzo’nun yaşamına orta yaşlı, zengin bir kadın giriyor ama çıkıyor hemen, alt sınıfa karşı pek de olumlu duyguları olmadığı için Lorenzo’nun kasten uzak durduğu kadın intihar ediyor ve ikinci acıyla yüzleşiyor adam, ardından ABD’de bilimsel çalışmalarını sürdürürken tanıştığı Lisa üçüncü darbe. Lorenzo’nun Meksika’ya geri dönmesi gerek, ABD’ye gitmesine izin veren patronunun kalbini daha fazla kırmak istemiyor ve dönmeden Lisa’ya evlenme teklif ediyor. Lisa kişiliğini toplumsal baskılardan azade bir biçimde inşa edebildiği, Meksikalı kadınlara kıyasla daha özgür olduğu için teklifi reddedebiliyor, Lorenzo hiçbir zaman empati kuramadığı için her şeyi tamamen kişiselmiş gibi algılıyor ve yıkıntı halinde dönüyor memleketine. Aslında yaşadıklarının sonucunda daha duyarlı bir insana dönüşebilirdi, kendinden başka her şeyle ilgilendiği için farkına bile varmadı. Sosyalist tandanslı bir oluşuma dahil olarak örgütün gazetesini satmakla görevlendirildiğinde meselesi halkın okumaktan çok daha büyük öncelikleri olduğunu anlıyor başta, gittiği köylerde işsizlikten ötürü açlıkla boğuşan halkla içli dışlı olunca gazetesinden örgütüne her şeyden soğuyor, aristokrat arkadaşları kariyer basamaklarını teker teker tırmanıp devlet kademelerini doldurmaya başlayınca onlardan yardım istiyor ama çaldığı her kapı yüzüne kapanınca, yaşamın gerçeklerinden uzak kalan örgütün boşa kürek çektiğini de anlayınca karşısına çıkan ilk fırsatı değerlendiriyor ve ziyaret ettiği köylerden birinin yakınında kurulan gözlemevinde çalışmaya başlıyor, böylece Lorenzo’nun çocukluk ve devrimcilik aşamalarından sonra üçüncü yaşam evresi başlıyor. Geriye kalan yaşamını bilim insanı olarak sürdürecek, akademik bir eğitim almamasına rağmen yıldızların patlaması ve cortlamasıyla ilgili çalışmaları dünya çapında ün kazanmasını sağlayacak. Orta yaşlarının sonunda gittiği Ermenistan’ın gelişimini gördüğü zaman ülkesinin geri kalmışlığını nitelikli insan eksikliğine bağlayacak, küçücük ülkede her türlü imkan varken Meksika’nın gelişememesi acı. Bu konuyla ilgili bir örnek: Dünya para verip alınan, yüksek bir yere kurulan zamazingonun uçurumdan aşağı atıldığı haberini alan Lorenzo çok sinirleniyor ve hızla olay yerine gidiyor, öğreniyor ki civarda yaşayan köylüler bir türlü yağmayan yağmurun o şeytan icadının ortadan kalkmasıyla yağacağına inandıkları için tepikleyip aşağı atmışlar binlerce doları. Matrak, aleti aşağı attıktan kısa bir süre sonra gök delinmiş gibi yağmur yağmaya başlamış, bu yüzden hiçbir şey yapamıyor Lorenzo, ülkede bilim yapmanın lüks olduğunu bir kez daha anlıyor. Böyle çok problemle karşılaşıyor ama pes etmiyor, elinde başka hiçbir şey yok. Annesinin ufka dair söylediklerini haklı çıkarmaya çalışırken kendi duygularını bile çiğneyip geçiyor, gözlemevinde çalışmaya başlayan genç bir kadına tutulduğunda aşkın zayıf insanlar için olduğunu, kadınlardan hiçbir iyiliğin gelmeyeceğini düşünüp acı içinde yaşıyor resmen, kadın alternatif tıptan acayip ritüellere dek pek çok şeyle ilgilendiği için bir de bu yüzden iğreniyor Lorenzo, finalde kendine hakim olamayıp “erkeklik” yaptığı için sevdiğini sonsuza dek yitiriyor. Finali biraz eleştirebiliriz aslında, anlatının ortalarından bir bölümün sonuymuş gibi alelade finalin derleyip toparlayıcılığı yok, hikâye devam etse edermiş. Yine olur da bu kez anlatının sıkılığına ters düşüyor tercih, uyuşmazlık fark edilebiliyor.

Lorenzo’nun yaşamı kabaca budur, anlatı bu yaşamın kuş bakışı görüntüsünü sunar ama çok daha fazlası var tabii, Meksika’nın 20. yüzyıldaki seyrini derinlemesine görebiliyoruz. 1900’lerin başındaki savaşlar, devrim, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan bilimsel gelişmelerin Meksika’daki yansımaları, değişen iktidarların bilime ayırmayıp iç ettiği bir dünya kaynak, ülkenin önemli bilim insanlarının ve sanatçılarının yaptıkları işler, pek çok tarihi mesele anlatılıyor satır aralarında. Rushdie’nin kalemi bu aslında, Poniatowska biraz uçuk kaçık yazsaymış Hindistan’la Meksika’nın tarihi aynı kalemden çıkmış gibi durabilirmiş, Gökyüzünün Derisi‘nin ayakları yere çok sağlam basıyor. Çoğu şey varken çoğu şey yok, Troçki’ye dair hiçbir şey anlatılmıyor ama komünizmle mücadele ve devrimcilerin kahramanlıkları aralarda karşımıza çıkıyor, Lorenzo üniversitede dolanırken Diego Rivera’nın resimler yaptığı duvarların önünden geçiyor, toplumsal hareketlerin yankıları iş ve üniversite dünyasında yankı uyandırıyor ve değişimler Lorenzo’nun yaşamını doğrudan etkiliyor. Uzun süre bilimsel eserler üretmeyenlerin üniversiteden ihracı da ilginç bir hadise, ülkenin akademisi gelişsin diye elindeki gücü kullanmayıp görevlerini kendi istekleriyle bırakanların yanında türlü katakulliyle eriştikleri koltukları bırakmayan liyakatsizlere denk geliyoruz, Lorenzo’nun sinirleri bozuluyor. Onun sinirleri hep bozuluyor, ayağa kaldırmaya çalıştığı ülkesinin her yeri döküldüğü için huysuz bir ihtiyara dönüşüyor en sonunda. İnterneti görecek kadar yaşıyor mesela, bütün uyarılara rağmen yeniliğe ayak uydurmuyor, neyse ki yavaş yavaş silindiğini görmeden son noktaya geliyoruz.

İdealist insanların çabaları, Meksika’nın yakın tarihi, kayıplarla başa çıkamama biçimleri. İyi bir roman.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!