Hunter Davies – The Beatles

Bu iş genelde her şey olup bittikten sonra yapılır, yani bir grup dağılır, ikonlaşmış bir sanatçı ölür, ardından biyografiler, tarihçeler yazılır, fenomene şahit olmuş insanların anıları sağdan soldan bir yerlere sıkıştırılır, sansasyon amaçlanmışsa uydurma iddialara yer verilir. Davies daha grup dağılmadan önce çalışmalarına başlıyor, çıkarılacak bir iki albüm daha varken dörtlüyle röportajlar yapıyor, ev hallerine şahit oluyor, ailelerle konuşuyor, sıcağı sıcağına kaydediyor her şeyi. Dağılmalarından on beş yıl sonrasını metnin sonuna eklemiş, en başta da 2009’da yazdığı son bir derleyip toplama yazısı var, her ne kadar dağınık gibi dursa da aşamalı bir metin çıkmış ortaya, on numara iş. Davies ve eşi roman yazarı olarak ünlenmişler, hatta bu metni yazmaya başlamadan önce Davies’in bir romanı BBC tarafından sinemaya uyarlanmış, zaten sanatsal doygunluğu yaşamaya başlamışlar denebilir, hatta Davies başka bir metin üzerinde çalışıyormuş ama başlarda önemsemediği grubun yeni yeni parladığı zamanlarda bir konserine gitmesiyle her şey değişmiş. Önünde tepinen, kızları çığlık çığlığa bırakan dört gencin dünyayı sallayacağını anlamış Davies, çalıştığı ne varsa bir kenara bırakıp elemanlarla takılmış bir süre, sonra onların hikâyesini yazmaya karar vermiş. İşin magazin boyutuna pek odaklanmamış, John’la menajerleri Brian Epstein arasında -John’un iddiasına göre- yaşandığı söylenen eşcinsel ilişki, George ve Ringo’nun eşi Maureen arasındaki ilişki iddiadan öteye geçmiyor, dolayısıyla kitapta pek yer bulmuyor bunlar.

Kitabı yazmaya Ringo’yla konuşarak başlıyor Davies, 7 Şubat 1967’de. En kolayının o olacağını düşünmüş, gerçekten de Ringo Starr aralarından en saftiriği olarak duruyor. Tutarlı bir politik görüşü yok, aslında tutarlı bir görüşü yok. Hatta görüşü yok, aklına ne gelirse söylüyor gibi gözüküyor. Gerçi adamlar yirmilerinin ortasında, doğru düzgün eğitimleri yok, entelektüel açıdan pek bir şey beklenmemeli. John bir şeyler yapmaya çalışıyor sonradan, Yoko’yla birkaç garip eylemlerinin dışında üretimi sürdürüyor. George Doğu mistisizmine sarıyor ama açılan davalardan sonra Paul aradığı zaman sövmeye başlarmış, pek de dinginleşmemiş o zamanlar. The Beatles sonrası aralarında en başarılı olan Paul gibi duruyor, eşiyle kurduğu grupla müzik yapmayı sürdürdü ve söylediğine göre The Beatles’la kazandığından daha fazla kazandı. İlginç bir tweet vardı, tam patlayacakları sırada gruptan şutladıkları Pete Best geçtiğimiz aylarda Paul’un kendisini aradığını, birlikte çalmayı teklif ettiğini söylemiş. Elli yıl sonra gelen bir özür gibi duruyor, Liverpool’da yerel bir efsane haline gelmelerini Best’in annesinin mekânı Casbah’a borçlular, Pete de iyi çalıyor gibi gözüküyor ama adamı atıyorlar gruptan, Best’in hayranları yürüyüşler düzenliyorlar, grup üyelerine saldırıyorlar falan, bir dünya olay oluyor. Paul’a göre basbayağı çalamıyormuş adam, diğerleri pek bir şey söylemiyor bu konuda. Üstelik adama kendileri de söylememişler, haberi Epstein vermiş. İki yıl üst üste Hamburg’a gidiyorlar, deli gibi çalıp eğleniyorlar, iyi kazanıyorlar, biraz da ün yapıyorlar ama muhtemelen kıskançlık yüzünden yolluyorlar adamı, gerçi Epstein da pek tutmamış Best’i. Biraz karışık işler, Foo Fighters da zamanında albüm kaydında çaldırdıkları bir davulcularını aynı şekilde yollamış mesela, hoş değil, o yüzden de üzerinde pek durulmuyor ama satır aralarından neler döndüğü anlaşılabiliyor. Böyle çok mesele var The Beatles’la ilgili, örneğin Davies’e göre John’a yıllar boyunca bakan teyzesi Mimi metni okurken çok arıza çıkarmış, birçok bölümün çıkarılmasını istemiş, istediğini de yaptırmış ama sonradan yazdığı bölümlerde Davies her şeyin okur tarafından da anlaşılabileceğini söylüyor. Doğru, Mimi’nin John üzerinde deli baskı kurduğu bariz. Liverpool’da ünlü olmaya başladıklarında bile John’u müzik işlerini bırakması için zorlarmış, her şey olup bittikten sonra John da teyzesinin bu minvaldeki bir sözünü teyzesine satın aldığı evin en görünür yerine astırmış. Artık nasıl bunaltmışsa adamı. Bir konserde George’un annesi coşkuyla dans edip harika olduklarını söylediğinde Mimi homurdanıyor, bütün bunları desteklediği için çıkışıyor kadına. Huysuz bir ihtiyar işte, çocuk elinin altında olsa da mutlu olmayacaktı.

John’la başlıyor her şey. Bu çocuk uyumsuz, öğretmenlerine ve eğitim sistemine karşı çıkıyor, burnunun dikine gidiyor. İlk enstrümanını edindikten sonra tıngırdatmaya başlıyor, o zamanın müzik akımlarına kapılıp orada burada takılıyor, sonra bir arkadaşı vasıtasıyla Paul’la tanışıyor. The Quarrymen’e sonradan Paul’la takılan George katılıyor, üç gitariste Pete Best’i ve bas gitar çalan Stu’yu da katınca Hamburg tayfası oluşuyor. Paul ve George’un daha çocukken birlikte tıngırdattıklarına dair Paul’un açıklamaları var şurada, çok hoş. Neyse, Hamburg’a toplamda dört veya beş kez gidiyorlar, ilk seferde yerlerde yatıyorlar, neredeyse on iki saat boyunca çalıyorlar, şartlar çok kötü ama bunlar daha yirmilerinde bile olmadığı için pek dert etmiyorlar, hatta George’un yaşı on yedi olduğu için, birkaç da vurdu kırdıya karıştıklarından George memleketine postalanıyor, ardından diğerleri. En başlarda bir süre görüşmüyorlar, saçma sapan işlere girip çalışmaya başlıyorlar. O zamana kadar Liverpool’da ün yaptıkları için insanlar sormaya başlayınca tekrar bir araya geliyorlar, kayıt yapıyorlar falan. Epstein o sırada babasının müzik dükkânını işletiyor, bir gün bir müşteri The Beatles’ın kayıtlarını soruyor ve Epstein evresi başlıyor böylece, menajerleri daha büyük şirketlerden deneme kayıtları ayarlıyor, iki tekli çıkarıyorlar, bu sırada Hamburg’a gidiyorlar ama aslında gitmek istemiyorlar çünkü önlerindeki kalabalık artıyor. Son seferden döndüklerinde her şey değişiyor adeta, 1963’te tam anlamıyla patlıyorlar, devlet başkanları arıza çıkmasın diye onların uçuşlarının olduğu günlerde seyahat etmiyorlar, Elvis onlara başarılar dilediği bir telgraf gönderiyor, hatta yeni yetme Pink Floyd elemanları şarkı kaydederken onları izlemek istediklerini söyleyerek süklüm püklüm giriyorlar mekâna falan, bir dünya hikâye anlatıyor Davies, muhteşem şeyler.

Şarkılar üzerinde çalıştıkları bölümlerin üzerinde özellikle durdum, bazı yerleri birkaç kez okudum. Genelde Paul ve John bir araya geliyorlar, akıllarında bir melodi, birkaç söz oluyor, sonra birlikte oturup dizeleri itip çekiyorlar, melodilere melodi ekliyorlar, sonra kafa dağıtmak için enstrümanlarla şamata yapıyorlar, eğleniyorlar, ardından gayet doğal bir şekilde kaldıkları yerden devam ediyorlar. Şarkıların iskeleti böyle ortaya çıkıyor, aslında ortak bir üretim var ama sözlerden veya şarkıların armonilerinden hangi şarkının kime ait olduğu belli oluyor, ikisinin müzikal anlayışları arasında belirgin bir fark var. Paul’un serzenişlerde bulunduğu son kısımda bu ortak çalışmanın yol açtığı sıkıntıları da görebiliyoruz, hatta Paul’un grubu dağıtan eleman olarak görülmesinden çok rahatsız olduğunu da görüyoruz. İşin bu kısmını insanlar farklı şekillerde anlatıyorlar, örneğin biri John’un bir gün Yoko’yla gelip grubu bıraktığını pat diye söylediğinden bahsediyor, kimileri Paul’un açtığı davalara bakarak mevzuyu Paul’un çıkardığını söylüyorlar. Aslında Ringo’nun söylediği bir şey dağılma sürecinin 1966’da başladığını gösteriyor, dediğine göre turnelerden ve konserlerden bıkmışlar, özel hayatları kalmamış, yaptıkları şeyden zevk alamaz olmuşlar, bir sürü şey. Gerçekten insanlar kafayı yemiş o dönem, George’un annesi söylüyordu galiba, insanlar posta kutularını, evin kiremitlerini falan çalmaya başlamışlar, evlere girip elemanların kıyafetlerini yürütmüşler, kız çeteleri elemanların sevgililerini ve eşlerini dövmüşler, çok garip şeyler dönmüş. John’un ölümü, George’un bıçaklanması falan meselenin ne boyutta olduğunu gösteriyor.

Şahane bir The Beatles kitabı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!