Ertuğ Uçar – Ormanda Kaybolmak (Bir Sözlük Hayali)

“Absürt İlginç Tuhaf”. Düşünceler konuşma balonları gibi birikiyor adamın üstünde, toplantı sürüyor, gelebilecek her soruya, itiraza cevaplar düşünüyor adam, balonlar birikiyor, tavanda sıkışıyorlar, söylenmeye hazır sözcükler tavanı aşındırırken birkaç balon patlıyor, adamın ağzından sözcükler mi dökülüyor patlayınca? Tavan giderek alçalıyor, birkaç kişi salonu terk ediyor, danışmanlara ve güvenliğe haber uçuyor. Adam kalıyor salonda, herkes çıkmış, su bardağı devrik, adam kravatını gevşetiyor. Yanda üç eskiz, papyonlu kravat absürt, geniş yakalı ceket, gömlek ve kravat ilginç, bağlanma şeklinden ötürü kaygılı, düz bir dikdörtgenmiş gibi davranansa tuhaf. “Acele Çabuk Hemen Hızlı”. Sarmaşıklar büyür, çitleri sarar, incecik dallar ansızın uzanır, bilir mi nereye uzandığını? Kement mi? Havaya uzanan el gibi sanki, hep bir tutma, tutuşma dileği. İnsan bilmez, uzağa uzamanın düşünü görmez, güneşin hareketlerini fark etmez, sarmaşığın müthiş hızını fark edemeyeceği gibi. Yanda dört eskiz, desenlerle karşılıkları eşlenmemiş. Spiral “çabuk” olsa, “acele” iki uzantı, biri diğerinden daha soluk, “hemen” ve “hızlı” yükselen balonlar gibi, biri düzgün, havanın çizgilerini belli edecek kadar hemen. Hızlı veya. Diğeri amorf, yanlardan tutulmuş gibi, zamanı çok hızlı geçmesi için zorlamanın çizimi. “Acı Ağrı Sancı Sızı”, on dört aylık bir çocuğu geride bırakmanın. Koşullanmış, çantaya uzanan eli görünce gözlerini kocaman açıyor. Nereye gidiyor, neden? Gitmese? İşi var, kapıdan çıkar çıkmaz incecik bir iğne, tel, kalbin civarına uzanıyor, sarmaşık gibi dolanıyor bedene/bedeni. Akşam eve dönene kadar. Yanda acı, bozuk bir çember, içerdiği alan boş, boşluk. Ağrı, tek bir nokta, sabit. Sancı ve sızı telin çağrışımı, çatlaklı çizgi, tek bir batmayla ifade edilemeyecek kadar uçlu, uçlarında büyüyen yeni sızılar, yaşama dolanıyor, tutunacak bir yaşam kalmayana kadar. “Açıklamak Belirtmek İzah Etmek” için konuşma yapanın duracağı bir kürsü, üzerinde bardak, suyunun bir bölümü biyolojik bir varlığa ekleniyor, gerisi ses dalgalarıyla titreşiyor ama kimse görmüyor dalgaları, bardak olanaksız, bakılmıyor bile. Yarım saatlik bir açıklama, tecrübeyi gösteren esler, vurgulanmış sözcükler, anlam kayıp, hiçbir şey söylenmiyor aslında. Yanda el çizimleri, “belirtmek” için birleştirilmiş parmaklar, izah edende bir iddia, parmaklar açık. “Adeta Gibi Sanki” lise arkadaşını gören adamın değişimi, arkadaşının değişimi, kayıp giden yüzleri eski yüzlerle denklemeye çalışma çabası. Komşu şehirde bir devlet dairesinde çalışıyor arkadaş, görüşüyorlar, yıllar geçtikçe görüşmeye devam ediyorlar, her seferinde arkadaşın odası biraz daha büyüyor, konuştuğu insanlarla bürokrasinin basamaklarını tırmanıyor, hareketleri kuklalaşıyor giderek. Telefonlar, imzalar, resmi konuşmalar iş personasını pekliyor, arkadaş nerede? Personanın altında bir yerlerde. “Son kez Ankara’da gördüm onu. Uzun süre şüphe duydum o olduğundan. Beni görünce hasretle sarıldı. O an, o kısacık an lisedeki arkadaşımı gördüm. Ele geçirilmiş bu yüzden bir gölge gibi geçti.” (s. 14) Yanda “gibi” için dört çember, ikisi diğer ikinin gölgesi, biri noktalarla oluşturulmuş, gölgesiyle birlikte, diğerinin gölgesi kara, havadaki çemberin içi boş. Üst üste konsalar biri diğerini tutmayacak, biçimce de ayrılar, zaten bir boşluğun gölgesi nasıl karartılır? “Aklına Gelmek Hatırlamak Hayal Etmek Düşünmek” bir resimle ilgili, zihindeki tek bir resim, silinmeye dirençli, uykudan önce, hayattan sonra, ikisinin arasında bir yerde duran, çağrışımla hemen göz önüne gelen, kaç virgül sıralanırsa sıralansın niteliği çoğalmayacak, sabit, yalın, özet, fon, resim. Mevsim geçişlerinde renkleri uzar, köşelerinden taşar, günde parlar, gece uykuya aralanır. Belki birden fazladır bu resim, zamanla tek bir tane kalır. “Hayatının sonuna dek göreceğin. Sana sahip olacak. Tek bir resim.” (s. 16) Yanda tek bir noktadan türeyen üç çizim. Akla gelen bütünüyle gelir, çember hatırlananın kesinliğini imler, siluet kimle dolarsa dolsun. Hatırlamak bir yüzün kesitidir, saçlar odaktadır, koku ve renk. Dudağın kıyısı, gözün kenarı, yanağın beyazı çember içindedir, akla geleninkinden daha küçük bir çember, ölçeği daha düşük, yüzün şekilleri daha belirgin. Düşünmek daha detaylı, tellerin ayrışmadığı bir tutam saç, hatırlaması daha kolay, izi derin. Tek resim illa figüratif mi olmalı, bir kadından veya erkekten başka bir şey? İki renk kâfi, mavi ve kirli bejden ibaret soyut dışavurumcularınkini andıran bir resim, her şeyin karışımı, Fethiye’deki bir gün doğumunun, Zonguldak’taki gün batımının, ikisinin arasındaki ve dışındaki zamanların toplamı iki renk. Değişir üstelik, renkler de sabit değil bu akarlıkta. Yüzler birbirine karışıyor, bedenleri ayırmak zorlaşıyor, izi kalmıyor pek bir şeyin. Mesela hiç sümbül koklamamak, bir tür ölüm mü bu? “Aptal Avanak Dangalak Salak” için Doğu mistisizmiyle yaşamı doldurmaktan bahsedilebilir, bilgisayar batıya çevriliyor, yatağın ayak ucu pencereye bakıyor artık, kirişe bir rüzgâr çanı. Sabah güneş ışığı tam yüze, çanın altından geçmek için eğilmek gerekiyor, dolabın kapağı zar zor açılıyor, mistisizm materyalizme yeniliyor. Yanda dört eskiz. “Araklamak Aşırmak Yürütmek” için kilitsiz bir kapının korkusu engel, dil yuvasından çıkıp kapıyı aralıyor azıcık, açmak için itmekten başka bir şey yapmaya gerek yok. Hırsız geldiğinde zili birkaç kez çalıyor, cevap gelmiyor, kapıyı azıcık itince önünde koridor beliriyor. Vestiyerin üstünde ilaç torbası, biraz bozuk para, yıpranmış bir gözlük kabı, yerde yan yana duran terlikler, koridorun ucunda beliren bir kedi. Hırsız bir adım geriliyor, hızla merdivenlere yöneliyor. Kapının kolayca açılması mı onu korkutan, çalmaya değer bir şey bulamayacağı fikri mi, kedi mi, tuzağa düşme hissi mi, hırsızı hırsız yapan nedir? Yanda üç resim, üç eylemin aşamalarını oluşturan devinim. “Arsızlık Utanmazlık Yolsuzluk” anlatıcının konuşmasından ibaret. O yapmadı, yapması için bir sebep yok, görenler ne gördüklerini bilmiyorlar, yapmamış sonuçta, kendisi öyle söylüyor, başkalarına inancın karşılığını, kendi payını istiyor, herkes görmüşse ne ki, yapsa yapardı ama bir sebebi varsa yapmak için, o zaman yapmasının haklılığı ortadaysa, yapsa ya, yapmış zaten, o kadar ısrar ayıp, yapmış işte, rahatladı mı soranlar? Yanda üç resim, “arsızlık” için bir banknot, “utanmazlık” evrakın arasına yerleştirilmiş birkaç, “yolsuzluk” için havaya savrulanlar. “Arş Sema Gök Gökyüzü” rüzgârın saçların arasına girmesiyle başlıyor, her yerin mavi olduğu bir uzam, rüzgâr maviyi taşıyor, zamandan dökülenler de. Lacivert sonra, yıldızlar mı onlar? Yükseliş sürüyor, parıltılar çoğalıyor, beden ışık yaymaya başlıyor, öte taraf bembeyaz. Varmaya az kaldı, bir adım daha, ardından amniyo sıvısıyla dolmaya başlayan uterusa düşüş. Yanda dört resim, birbirine uçlardan bağlı, gökyüzünde bulutlar ve kuşlar, gökte tek bir bulut, sema boşluk, arşın çizgileri belirsizleşiyor, imgelerin dünyasına ait bir boyut.

Harfler tamamlanıyor, sözlüğün maddeleri dolduğunca doluyor, eskizlerle anlam genişliyor, tama yaklaşıyor ama okura da bayağı bir boşluk kalıyor, doldurmayı sevenler için eksiltiler yeterli, küçürek öykünün anlam zenginliği taşıdığı sözcükler kadar taşımadıklarında da mevcut. Teknik iyi, öykücükler çok başarılı, kısacası okunması gereken bir metin. Kim okusun, öyküyle ilgilenenler mutlaka okusun, arayıştakiler de göz atsın. Uçar’ı Gospodinov’un konuşma yaptığı geceden hatırladım bir de, az konuşacağını söyleyip Gospodinov’dan çok konuşmuştu, biraz sinirlenmiştim. Diğer kitaplarını da okurum ben, bundan razıyım.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!