Kurdakul’un öykülerinin kalması lazımdı, kalmamıştır. Şiirlerinin kalmaması lazımdı, kalmamıştır. Bunlar öyle böyle tamam, edebiyat yazıları da kalmamıştır, bu değil tamam. 1888 doğumlu dört yazarı kıyasladığı yazısı olsun, Mehmet Âkif’le Tevfik Fikret’i kıyasladığı yazısı olsun, bunlar bir yerlerden kolaylıkla bulunabilmeliydi. İyidir çünkü, Kurdakul’un edebiyat tarihçiliğinden sanatın politikayla imtihanı fırlar, sanatçıların rejimlerle ilişkileri görülür, yazı çizi işlerinin niteliği anlaşılır. Dört yazarlı işe bakalım, dördü de II. Abdülhamid’in baskıcı yönetiminde yaşadılar, İttihat ve Terakki’nin dağınıklığını gördüler. Aydının memleketteki haliydiler, farklı yollar tutturdular, ortaklıkları kendileriyle birlikte ülkelerini de ileri bir aşamaya sıçratmaktı. Görece. Sanat veya toplum bağlamında. Biri geçtiğimiz yüzyılın başında Paris’e gidip okudu, on yıl orada kaldı, Abdülhamid’in “aman vermeyen o evhamlı tazyiki”nden kaçmıştı. Dinsizliğinin arttığını söyledi ama çok da şikayet etmiyordu, şarkılarla yürüyen sosyalistlere katıldı katılacaktı, memlekete dönünce rüzgâr başka yönden esmeye başladı. 1914’te “Türk kelimelerini”, “Türk tavırlarını”, “Türk ağızlarını” aradığını söyledi, şiirinde bu bilince rastlanmaz değil, yine de öncelik başka. Diğer bir aydın Batı’nın tekniğiyle Türk dili ve ruhunu birleştirdi, Maupassant’ın kurguculuğunu ödünç alarak çattı öykülerini. Toplumcu damarı vardı, savaşların yoksullaştırdığı, açlığa ittiği insanları da yazdı, konaklardaki yaşamı da yazdı, hatta bir parçası olduğu İttihat ve Terakki’yi eleştiren kurmaca bir metin de yazdı. Halid Ziya ile Cenab’ın alacalı, terkipli, cafcaflı nesrinden birdenbire o güne dek yazılmamış, tabii lisana döndüğü için herkesi şaşırttığını, haklı olup olmadığını zamanın göstereceğini söyler bir metninde, umduğu gibi zaman onu haklı çıkardı. Diğer bir aydın, belki şair demek daha doğru, Kurdakul’a göre 100-150 sözcüğü geçmeyen dört beş şiire sanki yaşamı boyunca çalışmış durmuş, “serüvensiz bir şair”. Coşumcu, izlenimci, “kızıl kamış”çı, “kanlı ziya”cı. Sonuncusu rejim değişikliklerini, savaşları romanlarına konu etmiş, çöken imparatorluğun kalıntılarıyla Cumhuriyet’in “yeni insanı”nı tokuşturmuştur. Serüvensiz şairin Çanakkale’de savaşmışlığı vardır, sonuncunun çok önceden “affedilmesine rağmen” Demokrat Parti zamanında vatan hainliğiyle suçlanmışlığı vardır, ilginç yaşamlar. “Yüzyılın hızlı değişme süreci içinde aydın kişiden büyük sorumluluk isteyen zamanları da gördüler onlar. Savaşı, yenilgiyi, işgali, yeniden toparlanma gücünü, utkuyu, kazanmayı gördüler.” (s. 98) Kimi sırf yazılarıyla, kimi aktif olarak yer alır mücadelede, aynı kuşağın çocukları. Mehmet Âkif Ersoy bu dördünden on bir yaş daha büyüktür ama onu da katabiliriz, Tevfik Fikret’i de alalım. İkincisinin malum, Abdülhamid’i yerer, daha sonra İttihat ve Terakki’yi yerer, sonraki rejimi göremeden yaşama veda eder. Mehmet Âkif’in durumu ilginç, Araplarla Türkler arasındaki yakınlıktan dem vurduğu şiirler yazdıktan sonra görür ki Arapların hiç o taraklarda bezi yoktur, Alman anneye değindiği övgü dolu kardeşlik şiirinden sonra -tek dişi kalmış canavar değildir Alman, belki Mehmet Âkif çağrılı olarak Almanya’ya gidip bir güzel ağırlandığı için- görür ki Almanların da diğerlerinden farkı yoktur, emperyalizmin yüzleri vardır yalnızca. Çıkış yolu arar aslında Âkif, memleketin kurtulması için can havliyle tutunacağı bir şey arar, tuttuğunun çürük olduğunu itiraf etmekten de çekinmez sonra. Fakat Almanya’ya güvenmesi ilginçtir, diğer Hıristiyanlar gibi değildir Almanlar, yani Âkif’in aklında ilk büyük savaşın paylaşım anlaşmazlığından çıktığına dair düşünceler demek hiç yok o zamana kadar. Keskin aydınlanmalar düşünce derinliğinin başka alanda sağlandığını gösteriyor, eh, bu derinlik de siyasi ortamı doğru yorumlamaya yol açmıyor. Konuya ucundan değinen “Birkaç Roman Birkaç Kişi” nam yazısı var Kurdakul’un, kurmacalarda dönemin aydınca karakterlerinin konumları. Halid Ziya o dönem istibdadın ezdiği insanları anlatmak istediğini, baskılardan ötürü emeline ulaşamadığını söylemiş, Ahmet Cemil’in bu açıdan uyumluluğu anlaşılır. Varlıklı arkadaşı gibi olmak ister Ahmet Cemil, hani herhangi bir matbaanın müdürlüğüne de razıdır, yeter ki kapılansın bir yere. Becerisiyle gelsin veya, becerisini gösterebileceği ortamlara girdiğinde aşağılanmasın, takdir edilsin. Yandaş değildir ama karşı da değildir, Mülkiye Mektebi’nden yüksek dereceyle mezun olanların mabeyne alınarak padişahı temsil eden devletle bütünleştirilmelerinin yanında kendini var etmeye çalışır karakter, başarılı olamaz, İstanbul’dan uzaklara giderek şansını deneyecektir. Mahur Beste‘deki Behçet Bey mabeyne girenlerdendir, Dahiliye Kalemi’nde rapor üzerine rapor yazarak göze girmeye çalışır, yükselir, padişaha yanaşmadan mal mülk edinenleri görür, başka türlü de dönüyordur işler. Sermayenin temsilcileri zenginleşmektedir, Kurdakul pek çok romandan pek çok karakteri örnek vererek bilgi birikimini yalnız yeni sınıfının çıkarları için kullanmaya çalışan karakterleri gösterir, bunların bireysel bunalımlarının sonuçlarına değinir. Kimi sömürü düzenini sürdürmek için çalışır, kimi isyan eder de Anadolu’daki mücadeleye katılır, okumuşların halleri çeşitlidir. Ankara diyelim, Yakup Kadri yeni asker ve sivil seçkinlerin burjuvazisini kıyasıya eleştirir, yeni rejimin onuncu yılından itibaren halkçılığın rafa kaldırıldığını belirtir. Kurdakul’a göre Atatürk’ün beğeneceği romanlardan biridir bu, eleştirisi yerindedir, diğer yandan aşırı şematik olduğu için bir dönemin anlatısı olarak unutulmaya mahkumdur. Başka ne, Muhsin Ertuğrul’un Türk tiyatrosundaki önemine dair uzunca bir yazı. Hamlet’i oynayan Ertuğrul büyük ses getirmiş zamanında, o dönemler Türkiye’de bulunan Carl Ebert’in takdirini kazanmış. Işıklandırma gibi teknik meselelerde getirdiği yeniliklerle de biliniyor, gerçi eleştireni de çok ama Ertuğrul önemli bir figür tiyatro için.
Kısa yazılara bakıyorum, Sabahattin Eyuboğlu’nu değerlendiriyor Kurdakul. İdeolojik: Paris’te öğrenimini tamamlayıp Türkiye’ye döndüğünde sosyalist çevrelerle bu çevrelere bağlı sanat dergilerinde görünmemiş Eyuboğlu, hatta Necip Fazıl’ın, Peyami Safa’nın, Ahmet Hamdi’nin yazdığı dergilerde yazmış ama aynı safta yer almadıkları belliymiş. Sonraları Nurullah Ataç’la, Hilmi Ziya Ülken’le İnsan‘ı çıkarıyorlar, ırkçılığın karşısında yer alıyor Eyuboğlu, savaştan sonra da sosyalistlerin arasında yer almıyor ama onlarla koşut görünüyor. “Daha sonra gizli örgüt kurma sanığı olarak tutuklanmasına bakıp, onu bulunmadığı, bulunamayacağı yerlerin geçerli yöntemleriyle eleştirme yanlışına düşenlerimiz, bulunduğu yerdeki değerlerini yadsımaya gitmemelidirler.” (s. 58) Eyuboğlu’nun can dostu Günyol’un hapiste yaşadıklarını hatırlıyorum, devrimcilerin aralarına açıkça mesafe koyduğu bu insanlarla ilişkileri soğuk olsa da saygıda kusur etmiyorlar, ellerinden geldiğince istifade etmeye çalışıyorlar bilgi birikimlerinden. Eyuboğlu’nun hapse girdiğinde yaşama küstüğünü söyler Günyol, serbest bırakıldığında da evine kapanmış, Eyuboğlu acaba bu yandan kendisine yöneltilen eleştirilerden ne kadar etkilenmiştir? Üzücü. Metin Eloğlu’nun şiirinin seyri, Eloğlu’na bir iki eleştiri tabii, 1970’ten sonrası için. Cahit Irgat’ın iyimserliğine, şiirine saygı. Yergiler daha iyi, TRT’nin Yorgun Savaşçı uyarlamasını gömüyor Kurdakul. Burjuvazinin oyunu hep, Vedat Nedim Tör “gibileri” alır da iletişim organlarını denetleyen kurumun başına koyar, bilmem kime ne görev verir de tasmayı takar, öyledir burjuvazi. Kemal Tahir’i de ödüllendirmiştir tabii, faydalı aparat. Romanda gerçek kişileri çarpıtır, II. Abdülhamid’i “yedi kralı parmağında oynatan Peygamber halifesi” olarak gösterir, “antiemperyalist mirası gargaraya getirir”. “İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan Fuad Köprülü’ye; Ömer Lütfi Barkan’dan Mustafa Akdağ’a kadar iğneyle kuyu kazar gibi Osmanlı tarihini araştıranların bulgularını ters yüz edip roman kişilerinin konuşmalarına yansıtır.” (s. 45) Hele İngiliz oyunu hiç değildir Kurtuluş Savaşı, Kurdakul açık açık bombalar Tahir’i ve Tahirîcileri. Mehmet Kaplan’ı dolaylı olarak eleştirdiği bir yazısı vardır, dört dörtlük. Akademinin durumu acınası, hâlâ Kaplan’ın kitapları okutuluyor, ne olsun. Diyerek bitireyim, Kurdakul’u anmış olayım.
Cevap yaz