Paul Nurse – Yaşam Nedir?: Beş Adımda Biyolojiyi Anlamak

Nurse başka bir şey yazmadıysa, yazmayacaksa veda metni bu, hayatının dönüm noktalarını ve biyolojiye duyduğu aşkın hikâyesini anlatıyor. Tabii esas meselesi yaşam, beş soruyla yaşama dair ne verebiliyorsa veriyor, nihai cevaptan çok uzak olsak da Nurse’ün sunduğu birkaç yöntem işe yarayacak muhtemelen. Sadece pozitif bilimleri değil, beşeri bilimleri de ele alarak bir sonuca ulaşabileceğini söylüyor, güç birliği. Yapay zekâya çok iş düşeceğini anlatması kayda değer, öcü gibi korkuyorlar yapay zekâ yoldaşımdan ama ileride daha büyük işler yapacak. Bilincini kazansın kazanmasın, yaşamımızı kolaylaştıracak teknolojileri üretmek için faydalı. Cevabı bulmak için de. Kendi keşfettiği cdc2 geniyle ömür boyunca uğraşan Nurse’ün çalışmaları müthiş veriler sağlamış ama alınacak daha çok yol var, araştırmaların sağladığı veriler o kadar bol ki bunları bir araya getirip daha geniş bir resmin ortaya çıkmasını sağlayacak başka ölçekteki araştırmalara ihtiyaç duyuluyormuş, mesela yazarın keşfettiği bir mevzu akıl almaz: Bizim hücre döngümüzü sağlayan gen cdc2‘nin insandaki versiyonunca kontrol ediliyor olabilir, bu ihtimali sınamak isteyen Nurse yıllarını verdiği, adeta ciğerini bildiği mayalarla insanlar arasındaki ortak atalara kadar geri gitmeye çalışıyor, yaklaşık 1,5 milyar yıl önceye. Akıl almaz bir, ney, mesafe, fermantasyonun esas oğlanıyla aramızdaki farklılığı o kadar yıl geri giderek kapayabiliyoruz, o zamanlar hepimiz mayaydık. Teori tabii, fisyon mayası hücrelerinin üzerine binlerce insan DNA’sı parçasının oluşturduğu bir gen çorbasını döktükten sonra beklemeye başlıyorlar, eğer bölünemeyen maya hücreleri DNA’yla etkileşime girip bölünmeye başlarsa bir adım öteye geçilecek. Muazzam bir başarı gerçekten, mutant hücreler gerçekten de çoğalmış, koloniler oluşturmuş, insan geni mayanın hücre döngüsünü kontrol etmiş gerçekten. Buradan ne çıkarabiliriz, mesela kanseri ortaya çıkaran sapıtık bölünmeleri durdurmak için işlenmeye hazır devasa bir veri var elde, Nurse’e göre çok kısa bir süre sonra kanserin tedavisi bulunacak. Sermayeyi iğnelemeyi ihmal etmiyor yazarımız, buradan bir artı daha, tedavinin herkese ulaşılabilir hale getirilmesi için paydaşların ellerinden geleni yapmaları gerektiğini ima ediyor, hastalığın tedavisi bulunmuşsa herkes için bulunmuş olmalı, sadece üst sınıfın kullanabileceği bir tedavi bilimin peşkeş çekilmesidir, bu da zort bir şeydir. Michio Kaku başka alanları gözeterek aynı şeyi söylüyordu, buluşlar gizlenmemeli, herkesin kullanımına sunulmalı yoksa merdiven altı laboratuvarlarda neler olur, ne facialar yaşanır, duman oluruz. “Karbon nötr” biyolojik yakıtlar ve endüstriyel hammadde üretilebilirse küresel ısınmadan yırtabileceğimizi söylüyor Nurse, biyosferin geleceğini umursamayanlar kâr amaçlı bir politika güttü diyelim, haşlanacağımız kesin. Neyse, konu yaşam, bir kelebeğin karmaşık yapısı dikkatini çekmiş yazarın, on sekiz yaşında akademiye girip çalışmalarına başlamış, yaşamın neliği bir an için çıkmamıştır aklından. Metninin adını meşhur bilim insanlarının metinlerinden almış tabii, Schrödinger’in aynı soruya cevap aradığı araştırmasının yanında başka araştırmalar da var, hepsi farklı kapsamlarda bir sonuca varmaya çalışmış ama bazısı belirsizlikle sonlanıyor, bazısı tatmin etmeyen bir noktayla yetiniyor, yumurta-tavuk ilişkisinde kalıyoruz. “Zar oluşumunun mekanizmasıyla ilgili makul bir açıklamamız olunca geriye ilk olarak DNA yapısındaki genlerin mi yoksa proteinlerin mi ortaya çıktığı sorusu kalıyor.” (s. 167) Konu gen, hücre zarlarının lipit moleküllerinin genç Dünya’da bulunduğu, bu lipitlerin suya konduğu zaman kendiliğinden bir araya gelerek ortası boş, etrafı zarla çevrili küresel yapılar oluşturduğu biliniyor, genlerle proteine dayalı mekanizmanın öncesindeyse RNA’nın ortaya çıktığı düşünülüyor. Okyanusların derinliklerindeki hidrotermal bacaların etrafında kayalar var, bu kayaların minik gözenekleri RNA makineleri için iyi bir ortam sağlıyor, zaten volkanik aktiviteler sayesinde kimyasal hammaddeler foş foş çıkıyor, kayalara gömülü haldeki metal atomları da kimyasal katalizörlük yaptı mı süper: “Binlerce yıllık deneme yanılma sonunda RNA’dan yapılmış, kendini idame ettiren, kendini eşleyebilen ve sonraları zarla çevrili oluşumların yapısına katılan canlı makineler bu şekilde meydana gelmiş olabilir. Bu olay yaşamın ortaya çıkışında, yani ilk gerçek hücrelerin belirmesinde bir dönüm noktası teşkil eder.” (s. 169) İlk hücreler oluştuktan sonrası kolay, mikroplar dünyayı ele geçiriyor, 2 milyar yıl sonra ökaryotlar katılıyor, 600 milyon yıl önce çokhücreli yaşam, sonra ormanlar, mantarlar, karınca kolonileri, memeli sürüleri ve Hitler. Süreç kabaca bu, Nurse beş adımı bu sürecin dinamiklerini oluşturan olgulara ayırıyor, mesela evrilme yeteneği, fiziksel sınırlarla yaşamak ve enformasyon, bilgi alışverişi. İlk bölümde Aristoteles’ten günümüze dek biyolojinin özeti var, bir noktadan sonra genlere odaklanıyor Nurse, daha çok bilgi sahibi oldukça insan ömrünü uzatacak buluşların ortaya çıktığını söylüyor. Bu durumun sebep olduğu psikolojik hasarın yanında kanser de var, zaman içinde çareleri bulunacak, Nurse umutlu, Gen haritası sayesinde tespit edilecek arızalı geni tamir etmek için çok beklememiz gerekmeyecek. Öleceğiz elbet, o kadar kısa sürede de yaygınlaşmayacak tedavi ama ölecek son nesil olduğumuz da söyleniyor, bilemiyorum, ölüm iyi bir şey. Hemen ölmeyenler sayesinde hayattayız bu arada, doğal seçilim dünyanın tehlikelerinden kurtulabilmiş canlıları bir adım ileri taşıyarak günümüzdeki çeşitliliği ortaya çıkardı, evrim süper bir şey. Nedir, doğal seçilim yoluyla evrimin gerçekleşmesi için canlılarda olmazsa olmaz üç önemli özellik bulunmalıdır: üreyebilmeliler, bilgiyi kopyalayabilen kalıtsal bir sisteme sahip olmalılar ve bu kalıtsal sistem değişkenlik sergilemeli. “Bütün yaşamın aynı kökenden gelmesi, doğal seçilim yoluyla evrimin derinde yatan bir sonucudur. Yani yaşam ağacını geriye doğru takip ettiğinizde dallar birleşerek daha büyük dallara ve en sonunda tek bir gövdeye dönüşür. Bundan çıkan sonuca göre biz insanlar gezegendeki diğer bütün yaşam formlarıyla akrabayız. Kuyruksuz maymunlar gibi bazı canlılarla, ağacın ucunda çatallanan iki ince dal gibi yakın akrabayız; mayalar gibi diğer canlılarlaysa çok daha uzak akrabayız çünkü onlarla çok uzak geçmişte, yaşam ağacının gövdesine yakın bir yerde ‘birleşiyoruz.’” (s. 58) Bu yüzden akrabalarımızı korumalı, doğayı katletmemeliyiz çünkü bir daha nereden bulacağız doğa, akraba. Nurse’ün hoş bir anısı var bu evrimle ilgili, dindar olduğu dönemde gittiği kilisenin rahibiyle konuştuğu zaman Tanrı’nın yaratılış için doğal seçilim gibi bir mekanizma geliştirmiş olabileceğini söylüyor, rahip pü pü pü ediyor ve Yaratılış Kitabı’nda yazanlara kelimesi kelimesine inanmasını istiyor Nurse’ten. Ateizme varmış buradan Nurse, daha doğrusu şüpheci agnostisizme, dinlerdeki inançların tutarlı olmadığını da gördükten sonra daha büyük bir kesinlik sağlayan bilime sığınmış diyebiliriz.

Hücrenin, öncesinde genin yapısıyla ilgili bölümler tam ders havasında, oraları geçiyorum. Ortamla alakalı bir durum olduğu malum, ilginçtir ki 3,5 milyar yıl önce jeotermal kaynakların etrafında palazlanan ilk canlıların oksijene ihtiyaçları yok, zaten gezegende oksijen kaynağı da yok, haliyle her şey on numara ama mikroplar fotosentez yapabilir hale geldiklerinde -burayı anlamadım ya, oksijen basan canlıların seleksiyona uğramaması garip ya da olayı kafam almadı- gezegene pompalıyorlar oksijeni, bu kez de fazla oksijenden ölüyor mikroplar, hayatta kalanlar deniz dibine veya yerin çok altına iniyorlar. Biz oksijene bağlıyız, karbonla reaksiyona giren oksijen sayesinde/yüzünden ölüyoruz da başka bir yaşam formu mümkün: silisyum atomları da karbona benzer şekilde dört kimyasal bağ kurabiliyor ve polimer oluşturabiliyor, prensipte biyolojik enformasyon da taşıyabiliyor, oysa Dünya’da yaşam karbon esaslı. Hani çok uzak zamanlarda iki tür yaşam formunun kapışıp birinin üstünlük sağladığını düşünebiliriz, hatta uzayın derinliklerinde silisyum bazlı yaşam formlarının cirit attıklarını da hayal edebiliriz. Bilimkurguda vardır kesin, bakmalı.

Kısalığına rağmen canavar gibi bir metin, ilgilisi kaçırmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!