Michel Tournier – Kızılağaçlar Kralı

Elimi altına koyacağım taş bir aydır kenardan bakıyordu, pencerenin kenarından şöyle. Birincisi, Tournier’nin magnum opus‘u. Zaten mitlerle yakın tarihin konularını ve modern anlatı biçimlerini karman çorman etmede müthiş başarılıdır Tournier, her metni kurmaca şahanesidir de bu roman başka bir merhalede. İkincisi, John Malkovich’in Abel’i canlandırdığı The Ogre romanın özünü gösterse de birkaç mühim eksiklik var, öncelikle Abel’in olağanlaştırılması bir nevi Forrest Gump’a dönüşmesine neden olmuş. Forrest Gump’ın biraz daha akıllısı, azıcık bön olsa da kadınlarla ilişkilerini yarım yamalak sürdürebilen araba tamircisi Abel aslında avanak mıdır da sürüklendiği savaşı, yaşamı hiç düşünmez, hayır, aslında kökeni yıldızlardır, Kabil’in caniliğidir, tenoburluktur, masallardır. Tartışılır, doğaüstü bir yeteneği varsa da alenen gösterilmez, haksız yere cezalandırıldığı zaman okuduğu okulun yanması, yine haksız yere tutuklandığı zaman da İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla affedilmesi ve cepheye yollanması mucizelere yol açabileceğini veya tesadüflerin gücünü gösterir ki determinizm ve irrasyonellik çekişip durur romanda, istenç olsun veya olmasın Abel yazgısının dışına çıkmaya çalışmayacaktır hiçbir zaman. Bahsi geçmişken, pagan inançları ve mitleri gömen, gömemediğini dönüştüren Hristiyanlık kıyıda köşede bir kilisenin ruhuna sinmiştir, Abel çocukken bu kilisede sayısız kez cezalandırılmıştır da yangının yıktığı binayı, kurtardığı inancı görmüştür, ateş o ağır perdeyi ortadan kaldırmıştır. Sembollerin bazıları okunabilir de kaçanlar için ne yapmalı, dinler tarihini öğrenip bu romanı bir daha okumalı. Siyasi tarihi de bilmek gerekecek, Tötonların disiplini ve koyu Katolikliği bir bölümde uzun uzun anlatıldığında Abel’in sadece uzak çağların kalıntısı olmadığını, mitlerin ve daha yakın tarihli hikâyeleri birbirine bağlayabildiğini göreceğiz. Katmanların kesişim noktalarında Abel bir başınadır, binlerce yılı birbirine bağlayan köprüdür adeta, Fransa’nın yılmaz neferiyken Almanların esiri olması sorun teşkil etmemiştir çünkü daha derinlere inen köklere kavuştuğunu düşünür, Almanların mistik, ruhani dünyaları Fransızlardan daha derinlere inmiştir. Goethe’nin şiirindeki kraldan etkilendiği kadar hiçbir Fransız şiirinden etkilenmemiştir Abel, tıpkı Alman topraklarında karşılaştığı mitolojiyle başka hiçbir yerde karşılaşmadığı gibi. Rominten’in geyikleri o kadar çok sembol taşır ki hangisini anlatmalı, doğanın kendini yekten belli etmesine değinip geçmeli belki, Abel de bir yek olduğuna göre kör bir geyikle, ormanın kralıyla yakınlık kurması, hayvanı beslerken yakalandığı Alman subayın canını bağışlamasına yol açar, hatta Abel’i yanına alır bu subay. Üçüncü tesadüf mü, bence değil, o subay da geyiğin imlediklerini bilmekte, olağanüstünün nitelikleriyle haşır neşir olmaktadır, bu yüzden filmdeki gibi Abel’i kırda bulduğu kulübeden kovmaz, yanına alır. Gerçi baştan mı anlatmalıydı hikâyeyi, daha iyi olurdu. Abel cılız bir çocuk, yatılı okulda eziyete uğrayan yalnız bir öğrenciyken okulun hademesi dev Nestor’la karşılaşması yaşamını değiştiriyor adeta. Sırta-alınan çocuk artık Abel, Nestor’un normlara sığmayan varlığının etkisine girmesi kolay. Dev çocuğun sırtında zayıf bir oğlan, Nestor ikisinin de memnun olmasını birbirlerini tamamlamalarına bağlıyor ve bir süre sonra ölüyor ne yazık ki, okul yandıktan sonra devliği devralan Abel tamircilik yaparken okuldan çıkan çocuklara sarıyor, sevgilisinden ayrılması o efsunu yetişkinlerde bulamadığını gösteriyor. Çocukların enerjisi, ergen bedenlerin kusursuzluğu Abel’i çekiyor da yardım etmek istediği bir kızın kendisini suçlamasıyla kendini mahkemede buluyor, onca hakaret yemesine rağmen utandığını söyleyemeyiz. Tam o sıra savaş çıkıyor, Abel işlediği suçu düşünmesi istenerek hapse atılmıyor da cepheye yollanıyor, orada da kendine dünyanın ruhundan, Gaia’dan, Tanrı’dan bir şeyler bulacak. Güvercinler mesela, bu küçük mucizelere gönülden bağlansa da açlıkla boğuşan arkadaşlarının bir gün bütün kuşları pişirip yemeleri yıkıcı. Bir tane de ona ayırmışlar gerçi, Abel pişmiş kuşa bakıyor, arkadaşlarına bakıyor, kuşa tekrar bakıyor ve lüpletiyor kuşu, inanca göre kuşun ruhu ve bütün nitelikleri bedenine geçti artık. Kuşu yediği gibi insanları da yemiyor Abel, adeta taptığı çocuklara belli bir mesafeden bakıyor. Abel’in pedofilliği çoğu yerde sorgulanmış, çocuklara ve ergenlere karşı cinsel hiçbir isteğinin olmadığını söylese de sorgulanmalı. Görünen o ki geyiklere, kuşlara ve inanca yaklaşım biçimi çocuklar söz konusu olduğunda da aynı, yine de üzerinde durmalı. Okuldaki çocuklar, Alman gençliğinin yetiştirildiği kamptakiler, ardından köylülerin çocukları ve kaçışan Yahudi çocuklar aynı potadadır Abel için, çocuklardan birini kurtarmak için Almanlara karşı çıkıp kendi yolunu çizecektir ki büyük bir değişimdir bu, esirden askere dönüşen Abel hezimetler yaşandıkça dağılmaya başlayan Almanların çocuklara karşı muamelesine karşı çıkmaktadır artık. Diğer yanda köy köy gezerek safkan çocukları toplayan da kendisidir, aileler çocukları saklarken uzun boylu, gözlüklü bir devin gezinirken denk geldiği çocukları kaçırdığına dair bir hikâye, efsane dolaşmaya başlamıştır civarda, Abel de mite dönüşmektedir. Gilles de Rais gibi eli kanlı kişilere benzetilir, zaten soyadı Tiffauges da bu hususta sağlam bir göndermedir ama hedefteki zatın yaptığını yapmaz, çocukları kurtarmak için kendi canını feda etmeye kadar vardırır işi. Ruslar şatoyu basarlar, Abel içeride çocukların olduğunu söyleyerek iki tarafı da durdurmaya çalışır ama Ruslar inanmaz, Almanlar çocukları zaten askerlere dönüştürmüştür, savaşı durdurmayan adamımız Yahudi bir çocuğu omuzlarına alarak oradan uzaklaştırıp bataklıktan geçirmeye çalışır. Varlığını sürdürmesini sağlayacak olağanüstülükten sıyrılmıştır artık, görevini yerine getirmiştir, devliğinin anlamı ortadan kalkınca kendi de yitip gider. Basit bir klasik anlatıyla kurulmaz bu yapı, Tournier mektuplardan anılara pek çok metin türünü kullanır, Abel’in aklına kurduğu mitik dünya görüşü için kavramlar uydurur, içeriden de gösterir karakterini. “Burada şimdi ilk kez temek nitelikte olduğu konusunda en ufak bir kuşkum bulunmayan bir olguya değiniyorum, bu olgu da, taşımanın kötücül tersyüz etmeyle altüst oluşu. Simgesel kurgulamamın bu iki imgesinin eninde sonunda bir yerlerde kesişmeleri kaçınılmazdı. Bu bağlaşmanın sonucunda ortaya çıkan yeni imge, bir çeşit türevsel-taşıma oluyor böylece,; bunu özellikle bir çeşit diye nitelendiriyorum, çünkü bu sapma olayının başka türleri de olabilir.” (s. 290) Çocukları taşımak, söylencelerin gerçekliklerine şahit olmak, Abel’in gördüğü, yaşadığı veya hissettiği her şey bilişsel haritasının bir parçasıdır, kavramların açılımı belli olaylarla birlikte Abel’in düş dünyasını genişletir.

Doğrudan tarihe de yaslanır anlatı, Göring’in av köşküne gelmesi ve Abel’le kurduğu uzaktan ilişki Alman düşüncesini ve eylemini, biraz da küstahlığını göstermek için iyi bir araçtır. Göring ormanın en büyük boynuzlu geyiğinin vurulmamasını emretse de -kendisi vuracaktır sözde, ayrıca emrinin gücünü göstermek ister- gençlerin eğitileceği şatonun sahibi geyiği vuruverir, Göring çok sinirlenip gürlese de cezalandırmaz o soyluyu. Aristokrasiyle toplumun diğer katmanları arasındaki ilişkiler de ara ara ortaya çıkar böyle, soyluların hâlâ değer gördüğü son çağın çöküşünden sahneler görürüz sonraları. Bezgin, yaralı veya ölü askerler arabaların arkasında uzanmaktadır, halk büyük gruplar halinde göçmektedir, Abel askere alındığı zaman edindiği arkadaşlarıyla karşılaşsa da onlara katılmaz, başka biridir artık, savaş eğitimi sırasında facialar yaşayan çocukların yanında kalmalıdır ne olursa olsun. Masallardan kalan son karakterdir o, gerçeğin bombalarına iyi siper olmuştur. Unutulmaz bir karakterdir Abel, yüzyılı boydan boya geçemese de bütün çağlar gözlerinin önünden geçer.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!