Letizia Pezzali – Sadakat

Sadakat teması bir kez ortaya çıkınca bütün hikâyeyi kuşatıyor. Uyumak üzerelerken Michele sırtını döner, Giulia’ya eğer bir gün birilerine ilişkilerini anlatacaksa sadakatle anlatmasını söyler. Giulia’nın yaşamında yakınlığa pek yer yoktur, zamanı da yoktur, cam kafeslerden ibaret plazalarda geçen on yıldan sonra yüzeysel bir iki ilişki var elinde. Sürekli ekonomiden bahseden flört ayrı, erkek erkek açıklamalar yapan jilet takımlı dingiller ayrı, Giulia iyice yalnızlığa gömülmüştür ve yaşamı(nı) finans sektörüne endekslemiştir adeta. “Ekonomik söylemler, spor yaparken vücudumuzun normalde hareketsiz kalan bir kısmını kullandığımız zamankine benzer bir his yaratır; sanki kendi doğal halimize yabancıymış gibi. Kesin bir bilim dalı değildir, bir bilim bile değildir hatta. Bazılarına göre, rasyonelleştirilmiş bir dindir. Kesin olan ise tahminlerin daima yetersiz kaldığıdır.” (s. 156) Takıntı basbayağı, bir uçtan diğerine bitmek bilmeyen ekonomiye giriş dersleri, sonu olmayan bir ilişkinin ısrarla sürdürülmesi derken Giulia’yı hep kaybeden kâğıda yatırım yapan bir girişimci olarak görüyorum, Michele’le ilişkisinin tasviri. İtalya’da ekonomi okurken konuşma yapmak için okuluna gelen Michele’e âşık olur, adamın uzun listesine eklenen bir başka isim sadece. Sadece uçlarını gösterirler birbirlerine, hele Michele eşi ve çocuklarıyla ilgili en ufak bir bilgi vermez ve Giulia onlarla ilgili konuşmaya çalıştığında duvar örer hemen, ilişkilerinde en ufak bir gelecek öngörüsüne yer yoktur. Aşk korkunç bir tacize döner bu durumda, Giulia bazı günler yüzden fazla mesaj atar, çocuğunun saçma sapan mesajlar olduğunu kabul etse de aşkın dengesizliğine bağlar davranışlarını. Michele uzaklaşmaya başlayınca panik satışları başlar bu kez, mesajlar daha da yoğunlaşır ve nihayetinde ipleri koparan adam geride kırık bir kalp bırakır diyeceğim, Giulia elinde kalan azıcık umudu tutmaya karar verir ve on yıl boyunca bekler, beklemese de bekler, çöp yatırım nihayet değerlenince sadakatin boyutlarını düşünür, iki insan arasındaki ilişkiyi tarif edecek daha iyi bir kelime yoktur. Boyutlarını düşünelim, bir yanda hikâyeye sadakat. On yıldan sonra ayrıntılar hâlâ canlıdır, Giulia sevişmelerine dair pek az bilgi verir de ilişkinin seyrini aklına kazımıştır. Tanışmalarına yol açan fasıl, Giulia’nın doğumundan kısa süre önce araba kazasında hayatını kaybeden babanın memleketi Almanya’ya seyahat, karşılaşmalar, denk gelişler, Michele’nin ayırdığı yarım saatler, toplamı ülkeler arası doyumsuzluk. İngiltere’yle İtalya arasında telefon, mesaj trafiği en sonunda kesilir, Giulia kendini iş dünyasına kaptırır ama sadıktır yaşadıklarına, anlatımını metin boyunca hiç değiştirmez, duygusal dip ve zirve noktalarını aynı soğukkanlılıkla aktarır. Michele’in ricasını yerine getirmek için mi anlatımını renksizleştirir, renkleri zaten görmez de Michele’e mi denk gelir, annesinin ölümünden sonra yapayalnız kaldığı için mi donuktur yoksa hepsi birleşerek bu anlatım biçimine mi yol açmıştır, okur dilediğini seçsin. Ekonomi 101’den yaşam guruluğu devşirmek isteyenlere de yer var: “Klasik iktisat teorilerinin temel varsayımı, insanların ne istediklerini bildikleri ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri yönündedir. Ancak bu neredeyse hiç olmaz. Gerçekten ne istediğini bilmek çok ender rastlanan bir durumdur. Bildiğimiz zaman bile, hayallerimize eşlik eden kibri yönetmek, onu doğru yönlendirmek zordur. İnsan her zaman kendi çıkarlarına göre davranmaz; bunu görmek için bağımlılıklara bakmak yeterli, sadece madde bağımlılığı da değil, davranışlara, insanlara ve tutkulara duyulan bağımlılık, çoğunlukla görünmez olanı kafesler.” (s. 132) İrrasyonalizmin keşfine hoş geldiniz, Giulia insanı öğreniyor. Metnin didaktik niteliği bazı okurları sıkmış, sıkar çünkü Giulia eğer anlattığı kadarsa, yani hayatı sadece bir aşktan ve çalışmaktan ibaretse başka bir derinliğe varacak niteliği yoktur zaten, yüzeye yayılan bir izden hallicedir. Haliyle metnin, Giulia’nın verebileceğinden fazlasını beklememeliyiz, mesela Sally Rooney’yi eleştiren Pezzali’yi de benzer saiklerle eleştirebilir ama niyet belli, metin belli, tutmadıysa geçmek lazım. Muzaffer İzgü’yü Faruk Ulay gibi yazmadığı için eleştirmek nesi. Misal.

Giulia’ya bir adım geriden bakalım, annesinin eski sevgilisi dışında yakını yok. İş yerindeki patronu Seamus sonda bombayı patlatana kadar gayet normal biri gibi görünüyor, o dünyanın soğukluğu içinde kusursuz bir buzdağı. Arkada Brexit teranesi dönüyor, toplantılarda birlikten ayrılma ve ayrılmama taraftarları tartışıyorlar. İngiltere’nin Avrupa’yı daha ne kadar sırtlanacağı bir yana, Giulia’nın o dünyada var olabilme süresi daha dikkat çekici. Michele sayesinde girdiği işte onuncu yılı, adam o dünyayı çoktan terk edip gitmiş ki başkalarının da istifayı basıp dağa taşa çekilmesi yüksek ihtimal. Tutunabilenler robotlaşıyorlar, robotluktan bıkanlar insan olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamaya çalışıyorlar, Giulia’nın gizli motivasyonu bir gün Michele’le tekrar bir araya gelmekse uzunca bir süre takılacak oralarda, insanların pes edip gidişini izleyecek ve hiçbir şeye şaşırmayacak. Şirket birleşmeleri yüzlerce insanı işsiz bırakır, terfiler komşu kutucukta çalışan tanıdıkları binanın derinliklerinde bir yere fırlatır, sosyal medya vasıtasıyla ortaya çıkan arkadaşlar Giulia’ya evlenmesini tavsiye eder, açıkçası çelik gibi sinirlere sahip olmalı insan ki o hıza ve hadsizliğe katlanabilsin. Para da kazanabilsin arada, çocukluktan gelen zengin olma hırsı pek çokları gibi Giulia’yı da orada tutan sebeplerden biri. Güç ve para pek az insana kısmet oluyor, ekrandaki sayıları takip edenler bir gün o sayılara sahip olmanın hayaliyle dolanıyorlar ortada, birbirlerine vecize sıkacak fırsat kolluyorlar. Metnin başarılı yanlarından biri bu, Pezzali finans sektöründe çalıştığından pek iyi yansıtmış o dünyayı. İş görüşmesini anlattığı bir sahne var, on numara. Gencecik çocukların giyim kuşamlarından mimiklerine kadar her şeyin gözlemi ve tahlili, kravatın eğikliğinden çıkan özensizlik, hızlı konuşmanın gösterdiği heyecan ve güvensizlik, belki ıskası çoktur ama her davranışı ve sıfatı eşeler Giulia, kendi görüşmesini hatırlayıp çocuklarla arasındaki mesafeyi ölçer. Pek bir şey değişmemiştir on yılda, şirketler yine üniversitelere taktıkları kancaya gelenleri çeker, umut satıp vasat bir hayat sunar. Giulia eleştirel bir tonla anlatmaz da okur için malzeme çok. Gerçi işin iç yüzüne değiniyor Giulia, saklamıyor ama sorunu derinlerde tutuyor. O kadar da öğretmesin tabii, göstermesi yeterli: “Gerçeğin soğuk, mücadeleci ve mükemmeliyetçi, herhangi bir yanlış anlaşılmaya mahal bırakmayan bir temsili: Ortam sert ama ofise ayak bastığın ilk günden itibaren sana güç ve başarı vaat ediyoruz. Bu çok kısmi bir gerçek çünkü güç ve para ancak çok uzun zaman sonra ve çok az insana kısmet oluyor. Diğerlerine vasatlığın belli seviyelerini deneyimlemek kalıyor; hali vakti yerinde bir vasatlık belki, ama bu da hüsransızlığı garanti etmiyor.” (s. 25) Eh, vasatlardan biri olduğunu söyleyebiliriz Giulia’nın, vasat bir evi ve maaşı var, aşkının yıkıntısında bir çıkış arıyor. Seamus’ın crossdresser hallerinden esinlenerek fiyakalı bir çıkış yapabilir, yapmayabilir, o da Michele’e bağlı. Adam iyi görünüyor onca yıldan sonra, zamanı daha geniş üstelik, belki hani, bir şey. O döngüyü kıracak bir özen, sadakatin sürerliği, ne gerekiyorsa. Belirsiz. Son şu: “Aşk hikâyelerinin er ya da geç boşlukla, küçük düşmeyle, can sıkıntısıyla ya da tehditle burun buruna geleceğini düşünmüşümdür hep. Şanslı vakalarda yeniden yapılanma ve sağlıklı bir mesafeye de kavuşulabilir. Kristalleşmenin ardından ne geldiğini ise bilmiyorum.” (s. 195)

Dönüp karıştırmam sayfalarını ama okumaktan da zarar gelmez, öyle bir kitap.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!