Dört kitapçı gezdim, ikisi sahaf, ikisi Dost’un aynısı. Kadare’yi sordum, hemen getirdiler kitabı, Starova’yı soruyorum, bilen yok veya bilmiyormuş gibi davranıyorlar. Kitabı çıkarıp gösterdim, Arnavut olup olmadığını soruyorlar Starova’nın, e Arnavut? Pogradaş’lı, zamanında ailenin başına iş gelecek diye Baba bir gece Ohri Gölü’nün karşı kıyısına, Makedonya’ya geçirmiş çocuklarıyla eşini, Arnavutluğu düşmüş mü oluyor Starova’nın? Genç çalışanla anlaşamadık bir türlü, orta yaşlı bir kadın geldi, Starova’nın Makedon olduğunu söyledi, demek ki düşmüş. Makedonca yazıyor, Arnavutçaya çeviriyor Starova, sorun burada mı acaba? Kadare’nin kitabını alıp çıktım, ertesi gün diğer kitapçıya gittim, Starova’nın bir kitabı varmış ama satılmış, sahafa gidip soruyorum, yazarı bildiğini ama kitabının elinde olmadığını söylüyor. Nüfusunun %93’ü Arnavut olan Kosova’da, Priştine’de daha doğrusu, Starova’nın kitabını bulamadım yani, artık milliyetçi damardan mıdır, başka ayrıntılardan mıdır bilmem. Gerçi sonlara doğru bir iki bilgi veriyor Starova, devamında tam olarak neler yaşandığını anlatıyor, özeti şu: “Benim Arnavutluk ziyaretim gerçek bir kargaşaya, her nevi rejim tarafından yönlendirilmiş olaylar içinde geçen düşsel bir yolculuğa dönüştü. Doğduğum ülkeye Üsküp Arnavut Tiyatrosu’nda oynanması planlanan, Arnavut bir yazarın oyununu seçmek üzere, yazar olarak gelmiştim. Bu, Arnavutluk ile Yugoslavya arasında ilişkilerin düzelebileceğini umutla vadeden bir dönemdi. Stalin ve Stalinizm ile otuz yıl önce yolumuzu ayırdığımızı söyleyerek, Jdanovizm kalıbıyla yazılmış bu sosyalist gerçekçilik dramına karşı çıkıldı ve ben, doğduğum ülkeden zar zor sağ çıktım.” (s. 255) Yıllar sonra Pogradaş Belediye Başkanı’ndan bir telgraf geliyor, fahri hemşehrilik unvanı veriliyor Starova’ya, böylece hem Anne’nin hem Baba’nın farklı boyutlarıyla bahsettiği dönüş gerçekleşiyor. Nereye dönüş, kişisel köke, yoksa Sefarad ataların yolculuğunu düşünürsek gelecekte ne olacağı belirsiz. Starova bir zamanlar soyağacı çıkarmaya çalıştıklarını söylüyor, 18. yüzyıla kadar geri gidebiliyorlar ama annesiyle babasının aileleri öyle bir dağılmış ki Sırp var, Arnavut var, Osmanlı var, mesela Luan’ın babası Arif Starova’nın dayısı Fethi Okyar. Zart diye gireceğim araya, kentin az dışındaki ormanda yürürken yarı Arnavut yarı Türk bir, ne demeli ona, yarı deliye rast geldik, belki anlayamadığımız bir şekilde akıllıydı, neyse, adam bizi kilitledi, yarım saat hikâyesini anlattı, el sallayarak uzaklaşırken hâlâ bağıra bağıra anlatıyordu Kosova’daki değişimi. Adamın dediğine göre büyük büyük akrabaları zamanında İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerine göçmüşler, 90’lardaki savaşla birlikte göçmeyenler de göçmüş, kalmış bu adam bir başına. İlk dalgayla göçenlerin bir kısmı Fındıkzade’ye yerleşmişler, “Gündoğdu” soyadını almışlar dediğine göre, bağ kopunca ailesi iyice yalnız kalmış orada. Yani öyle hikâyeler dinledim ki hem bu adamdan hem ayaküstü konuşabildiğim başkalarından, Balkanlar inanılmaz karışık, aileler öyle böyle parçalanmamış, yıllar sonra tekrar bir araya gelebilenlerin yanında tamamen kopanlar da çokmuş. Biz koptuk mesela, soyağacında Selanik görünüyor, Tırnova görünüyor, anneannemden dinlediğim bir iki kırık dökük hikâyeden başka hiçbir şey yok elimde ki anneannem Mustafakemalpaşa’da doğmuş, onun babası okuyup yazmayı pek seven, savaşmak istemeyen bir adam olduğu için -eh, hikâye olduğunu unutmayalım- Selanik’ten kalkan bir gemiye kaçak binmiş, boş bir tabutun içine gizlenmiş de öyle kurtulmuş inzibatlardan, sonunda Çanakkale’den mi, neredense artık, bir yerden karaya çıkıp gelmiş Kirmastı’ya. Kazanın ilk okulunun duvarında fotoğrafı var okulun ilk müdürü olarak, gidip gördüm, vay benim arazi büyük dedem. Anneannem ondan dinlemiş, ağlaşmalar, vedalaşmalar, Balkanlar elden giderken Sırpların önünden kaçış derken o cehennemde artık kim nereye kaçabildiyse, kim yaşayabildiyse. Starova’ya dönelim, babası dayısının Büyükada’daki rezidansında Mustafa Kemal’le karşılaşmış, ayrıntıları yok, İstanbul’a gelmesinde Fransız general Mortier’nin yardımı var, resmen hayatını kurtarmış bu general, Arif Starova’nın Türkiye’ye gitmesi için gereken bağlantıları kurmuş. Bu ayrıntılar Anne’yle Baba’nın birbirlerinden yıllarca sakladıkları sırları nihayet ortaya döktüklerinde çıkıyor, çocuklara neyi söyleyip söylemeyeceklerini düşünürlerken, siyasi tehlikelerin de birazcık azalmasıyla birlikte kimliklerini, kişiliklerini göstermek istiyorlar artık. Anne’nin Yunan ve İtalyan kökleri, diğer yanda Baba’nın Fransız ve Osmanlı kökleri önce Stalincileri, sonra Yugoslavları peşlerine düşürebilir çünkü, nitekim Baba’nın kardeşini sanırım, İngiltere’de eğitim gördüğü için idam ediyorlar, detayları anlatmıyor Starova da tehlikenin çok yakında olduğunu biliyor, kendi de görmüş. Bir gece evlerini basıyorlar, kitapları kurcalıyorlar, Baba derdest ediliyor. Anne’nin gözünde Balkanlar biraz mistik, pek çok inanışın, değerin karıştığı bir ortam gibi görünürken Baba tamamen siyaseti, adeta imparatorluklar tarihini görüyor, dolayısıyla tehlikeleri çok önceden seziyor, ailesini tam zamanında kaçırması malum. Yanıldığı noktalar var, mesela evi terk etmemelerini söylüyor ailesine, İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalyanlar, Yunanlar, Almanlar, kim varsa geliyorlar, Anne’nin içine mi doğmuş ne artık, evlerindeki sığınağa girmiyor da kaynatasının evine kaçırıyor çocukları, yolda bir dünya çatışmanın arasında kalıyorlar, kaynana biraz kızıyor Anne’ye ama ertesi gün bir bakıyorlar, sığınak havaya uçmuş, İtalyanların attığı bomba evin tam ortasına düşmüş. Starova’ya göre Anne’sinin görü gücü bu, Balkan kanı öyle de açığa çıkabiliyor, sadece düşünsel değil, sezgisel niteliği de var. Bu ayrımı Anne’yle Baba ekseninde uzun uzun anlatıyor Starova, metnin kıymetinin bir parçası burada. Tekrara o kadar çok düşüyor ki bir yerde can sıkabiliyor, kesinlikle en büyük kusuru budur ama sarmalın kesiştiği her katmanda bir adım daha ileri gidiyor bari, Bernhard’ın sarmallarından çok daha yavaş bir biçimde tabii. Anne’ye dönüyoruz sürekli, Babamın Kitapları‘nı ömrünün son yıllarında okuyan Anne’ye Starova’nın kardeşi soruyor, kitapta Anne için yazılanlar doğru mu, Anne doğru olduğunu söylüyor, tabii biraz güzelleştirilmiş! “Anne, aslında kitap hakkında söylenen en büyük gerçeği söylüyordu. Ruhuma yerleşen basit sözlerdi bunlar. Aslında, o onlarca yıl aradığım kurgu edebiyat sanatının gerçeğiydi. Hatırlama ile hayal gücü arasında kurgu alanı açılır. Dünya, anlatısal manada anlam kazanır. Fakat, bu tür bir organizasyon, gerçekle kıyasla, ekseninden kaymıştır çünkü dünyadaki düzensizlik anlatılanların düzeninde tekrar kurulmuştur. Düzensizlik, gerçek ile söylenebilecek arasında uyum içinde olmayan bir düzendir. Acaba edebi eserin değeri dünyanın bu yeniden düzenlenmesini beyan etme gücüne, kapasitesine göre mi belirleniyor? Babamın Kitapları başlıklı el yazısı eserimde kurgunun sınırlarını belirlemek karmaşık bir işti. Fakat, Anne sadece ailedeki düzenle, kurgudaki gerçeklikle kendisini özdeşleştiren bir okur değildi, aynı zamanda yazının estetik boyutu üzerinden yazının varoluşunun anlamını da keşfetmişti. Anne, tüm hayal gücümle, tüm ailenin hayal gücüyle yazmaya, hatıraların izlerini takip etmeye değer eserimin gerçek kahramanıydı…” (s. 261) Yunanistan’da küçük bir çocuk Anne, İtalyan yengesinin sevgisiyle büyümüş, Balkanların durumunu bilen, laik ve iyi bir eğitim veren İngiliz kökenli misyoner okulunda diller öğrenmiş, 1939’da Baba’yla birlikte İtalya’ya gidip Arnavutluk’u işgal planlarının en önemli parçası olacak Kont’la dans dahi etmiş bir kadın. Baba’nın Fransa’da eğitim görmesi, Fransız generalle muhabbeti, kısacası o sırların bilinmemesi çok daha iyi olduğu için birbirlerinden bile gizlemişler bazı şeyleri, Anne’nin tarafından bunlar görünüyor. Bektaşî kökeni dünya görüşünü belirlemiş ayrıca, iki entelektüel “eşleştirilmiş” de Starova’nın ısrarla vurguladığı gibi “ataerkil düzenin hüküm sürdüğü aileye” girmiş Anne, kendine alan açmayı başarmış, savaş yıllarında çocuklarını zar zor bulduğu undan yaptığı böreklerle beslemiş, çeyiz sandığında gizlediği Yunan ve İtalyan bayraklarını kullanarak önce İtalyan, sonra Yunan askerleri evinden uzak tutmayı başarmış. Çok zor bir hayat, ölümle burun buruna, Balkanların laneti. Sert insanlar, müşfik insanlar, gerçekten Balkan halklarının savaşla imtihanı dehşet verici, haliyle sertleşiyorlar ama insanlıkları duruyor. Gizlemek zorunda kalma pahasına.
Starova’nın metinlerini seven kaçırmasın, şiddetle tavsiye ederim. Keçiler Dönemi ve Babamın Kitapları‘ndan sonra okunmalı.











Cevap yaz