Saçma sapan güldürüyor, filmlerindeki gibi. “Psişik Olayların İncelenmesi”nde görünmeyen dünyadan izler var, mesela konuşan hayaletler ve ölümden sonra duş alabilen insanlar. Profesör Dr. Osgood Mulford Twelge’in yakında yayınlanacak Böö! nam metninde dediği gibi, çok sayıda psişik ve paranormal ve doğaüstü ve öcülü olay var, mesela dünyanın kutuplarında yer alan iki kardeşten biri yıkanınca diğeri temizlenmiş oluyor, bunlar aklın alabileceği olaylar değil. Alt başlıklara bakıyorum, “Hayaletler” var: 1882’de adamın biri uyanıyor, yatağında on dört yıl önce ölen kardeşi Amos var. Yalnızca hafta sonunu geçirmek için gelmiş, kimsenin telaşlanmasına gerek yok. Öbür dünya mı, bu dünyadan pek bir farkı yokmuş, bir de mesaj getirmiş kardeşine, koyu mavi takım elbisenin altına ekose desenli İskoç desenli çorap giymek büyük hata. Esprinin dinamikleri, dinamikleri açıklayan terimler var, Allen’ın metinlerinde her birinin örneğini bulmak mümkün. Sabah olurken duvardan geçip gidiyor Amos, adamımız onu takip ediyor ve duvara çarpıp burnunu kırıyor. Klasik espri. “Hayaletler genellikle garip bir şekilde ölen insanlara aittir. Örneğin Amos Dubbs; çiftçinin biri şalgam ekerken yanlışlıkla onu da ekince esrarengiz bir biçimde ölmüştür.” (s. 17) Absürt dank, şimdi orijinal terimle uğraşmak istemedim. Neyse, ruhun bedenden ayrılması var, yine de mağazaya para ödemek gerekir bir şey alındığında, beden yok diye bundan muaf değiliz. Bilince bağlı değil zaten de tatsız sürprizlere yol açacak kadar kopuk olduğunu ilk kez görüyoruz astral seyahatin, insan kendini Viyana Senfoni Orkestrası’nın yaylı çalgılar bölümünde bulabiliyor, sonra baş kemancılık, al sana beş paralık.
“Tomarlar”ın muadilini buralardan birileri yazsa ânında hapse girer, dinler tarihinin öyle matrak bir yorumu. Akabe Körfezi’nde iki bale bileti ve iki kavanoz bulunmuş, kavanozlarda çok sayıda tomar var. Kazıyı yürüten profesöre göre insanlık tarihinin gördüğü en büyük arkeolojik buluş, tabii Kudüs’teki bir mezardan çıkan kol düğmelerinden sonra. Tomarların okunabilen kısmında Şeytan’la Tanrı arasındaki iddianın hikâyesi anlatılıyor, çocuğunu kesmeye çalışan meşhur adamla ilgili. Yani, İbrahim iyice çığırından çıkınca Sâre uyarma ihtiyacı hissetmiş, sonuçta eşek şakası yapan bir arkadaşı olabilir miymiş İbrahim’i yönlendiren, neden olmasın. Malum hikâye, ardından feryat eden adam, ey Tanrı’sı, neden acılar içinde bıraktın adamı? Bütün düşmanları mallarını satabiliyorlar, o hiçbir halt yiyemiyor! Tanrı bir düşünüyor, sattığı gömleklerin üzerine bir timsah logosu koymasını öneriyor.
“Mensa’nın Fahişesi”, eh, entelektüel fahişeler üniversite ücretini ödemek için işe çıkıyorlar, bilgiye gereksinim duyanlara uzmanlık alanlarına göre eşlik ediyorlar. Melville konuşmak için yetkin olanlar var ama öyküleriyse mesele, daha fazla ödemek lazım, hele Milton’ın kötümserlikten uzak metniyle kıyaslama yapılacaksa ekstraya giriyor bunlar. Hani meraktan soruyor müşteri, Chomsky’yi iki kızın aynı anda açıklaması? Mümkün ama Flossie’yle konuşması lazım fahişenin, zaten ağa takıldı, konuştuğunun polis olduğunu anlayınca işbirliğine yanaştı. Flossie’nin inine girdikleri zaman tarifeyi öğreniyor adamımız: “Yüz kağıda, bir kız size Bartok plaklarını ödünç verip akşam yemeği yiyor ve daha sonra geçirdiği sinir krizini seyretmesine izin veriyordu. Yüzelliye ikizlerle radyoda FM kanalını dinleyebiliyordunuz.” (s. 57) Elli yıl öncesinin esprileri tabii, güncellenmesi gerekiyor. Hikâyenin sonunda hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlıyoruz ama görünenin de pek bir şey olmadığı açıklanıyor, kısacası sanat sepet dünyasında bir dünya poz, gerçek eğer o pozlarsa zaten yok.
“Ölüm” hoş bir tiyatro metni, kimin katil olup olmadığıyla, ortada bir katil olup olmadığıyla ilgilidir, zavallı Kleinman’ın paranoyanın orta yerine atılmasından sonra yaşadıklarıdır. Gecenin bir körü evine gelirler bam güm, dışarıda bir katilin dolandığını, polisin olaya dahil olamadığını, hemen harekete geçmeleri gerektiğini söylerler. Kleinman paldır küldür aşağı iner, plandan haberdar değildir ama planı uygulaması söylenir, sağdan soldan gelen çığlıklar ortalığı iyice gerer de herkes bir yana dağılır katili bulmak için. Kleinman bir başına kalır, yanına gelip gidenlerin katil olabileceğini düşünüp kafayı yer, tabii kendisinin de katil olabileceğini düşünüp kafayı yer ama öyle bir huyu yoktur, kişi öldürmek için uyumamak lazımdır ama kendisi uykuyu çok sever. Korku, bağırış çağırış, gelen giden, tam bir curcuna. Sonra kibar biri yanaşır, bıçağını çıkarır, tabii öncesinde seviyeli bir muhabbet. Evet, öldürecektir Kleinman’ı. Evet, etrafta koşturan insanları duymuştur ama işini yapmaktan geri kalmamıştır. Nitekim bıçağı saplar, ortadan kaybolur, Kleinman’ın tanıdıkları hemen olay yerine gelirler. Az önce suçlamışlardı oysa Kleinman’ı, gerçi kendilerini de suçlayabilirler ama bir Kleinman emin değil kendinden. O atmosferi muazzam vermiş Allen, gerçekten de yaptığımdan kesinlikle emin olduğum bir şeyi yapmamışım gibi düşününce değil kesinlik, yapmak bile kalmıyor meydanda, yapıp yapmadığımdan şüpheye düşüp yapmadığımı söylediğim çok oluyor. Yani ne kadar paranoya, o kadar keyif. Tipik.
Efsanelerdeki hayvanlar aslında yoktur, efsaneler vardır ama hikâye olarak dolanırlar dünyada, Allen’ın metinlerine de girmişlerdir. “Muhteşem karaca, kafası aslan, vücudu da aslan, ama başka bir aslan olan mitolojik bir hayvandır. Muhteşem karaca, bin yıl uyuduktan sonra aniden alevler içinde uyanır. Özellikle uyuklamaya başladığı sırada sigara içiyorsa.” (s. 121) Empresyonistlerin dişçi oldukları bir dünya vardır, Van Gogh işini düzgün yapmaya çalışan biridir orada, kardeşine yazdığı mektuplarda özellikle Gauguin’den çok çektiğini söyler, kulağını kesme hikâyesini tıbbın çare bulamadığı bir ruhsal arızaya bağlar. Doktor olduğu için bilimsel bilimsel anlatır tabii, vizitesi yüksek olmasa da.
“Toplumsal Ayaklanmalar İçin Kısa ama Yararlı Bir Rehber” ne kadar da toplumsal olabileceğini gösteriyor yazarın, gerçekten devrim için ödenen depozitlerin boşa gitmemesi için böylesi lazımdır zira 1650’deki Çin Devrimi’nde taraflar gelmeyince bir dünya para çöpe gitmiştir. Ezenler takım elbiselerinden ve basını kısmalarından anlaşılır, ezilenler sürekli bir baş ağrısı çekermiş gibi dolanırlar ortada, ilkinden ikincisine geçiş mümkündür, ikincisinden ilkine geçiş de mümkündür, devrimler bu mümkünatı genişletir. Ne yöntem var, açlık grevi, güzel yiyeceklerle kırılmaya çalışılabilir ama dirayetli olan kazanır. Oturma grevi, hükümet de çömeliyorsa hak kazanılmış demektir. Yürüyüş de iş görür, bütün bunlar takım elbisenin cebindeki mendile sümkürüp mendilin sahibinin suratına yapıştırmak içindir.
Son olarak “Dedektif Ford’la Birlikte Düşünelim”, tamam, bir cüceyi sosa batırmaya çalışırken yakalanan çocuğu okuldan şutlayıp eve göndermişler, o sıra babası ölmüş çocuğun, Ford’a göre katil belli çünkü babanın cepleri parayla doluymuş bulunduğunda, intihar edecek kişi kesinlikle kredi kartı kullanır ve her şeye imzayı basarmış. Çocuk kaçırma olayı Ford’a göre çocukla fidyeciler anlaştıkları için tam bir kaçırma olayı değil, çocuk olayı hiç değil zira anneyle baba seksen yaşındalar, çocuk da altmış yaşında. Bunları filmde görsek daha matrak olacak, tempoyla birlikte uçar gider ama metinde öyle olmuyor, her şey daha yavaş aktığı için mizah daha geniş bir alana yayılıyor, etkisini yitiriyor tabii. Yine de yeterince komik, Joyce ve Shaw’la takılan İrlandalı edebiyat dehasının şiirlerine otobiyografik bakıştan komik şeyler çıkıyor illa, Allen’ın üslubunca ne çıkıyorsa işte.











Cevap yaz