Katharine Burdekin – Swastika Geceleri

Erkek egemen toplumun diktatörlükle birlikte şirazesinin iyice kayacağına dair romandır. Daphne Patai’nin -bence- romandan daha başarılı giriş yazısında -giriş yazısıyla romanın kıyası, süper anlamamak- şahane özetliyor: “Ne ırksal ne de cinsel eşitsizlik ve tahakküm kavramlarını icat eden Hitler’dir. O sadece bu kavramları mantıksal olarak bir adım öteye taşımıştır. Burdekin’in eleştirisinin başladığı yer burasıdır.” (s. 10) Nazilerin savaşı kazanmasının üzerinden yedi asır geçmiştir, distopya tamamlanmıştır, Nazi İmparatorluğu kusursuz bir makine gibi işlemekteyse de savaş çanları uzaktan uzağa işitilmektedir artık. Japon İmparatorluğu dünyanın diğer ucunu ele geçirmiştir, yıllar boyunca Japonlarla savaşın başlamasını bekleyen Almanlara dünyanın iki kutba nihai olarak ayrıldığı söylenmez, aslında hiçbir zaman savaşılmayacaktır. İnsanlığın çıkarabileceği muhalif seslerin engellenmesi yetmiştir açıkçası, kadınların elinden özgürlük duyguları alındıktan sonra sadece üremek için yaşadıkları kabul ettirilmiştir, bu yüzden Alfred ve Hermann gördükleri fotoğraf karşısında şaşkınlığa düşerler. Yerel yönetimin tepesindeki Şövalye’nin aile yadigarlarından biridir fotoğraf, Hitler’le genç ve güzel bir Alman kadının yan yana durmalarını uzunca bir süre kabullenemezler. Fotoğraftakinin Hitler olduğuna inanmak zordur, geniş omuzlarından upuzun boyuna dek tam bir model gibi gösterilen, tapınaklarda tapınılan, tanrıların oğlu Hitler ufak tefek bir adamdır aslında, erkek diyesi gelmez kimsenin. Fiziksel özelliklerinin yarattığı şoktan sonra yanındaki kadın ikinci şoktur, Hitler nasıl hayvandan bir tık üstün, sürekli aşağılanan, çiftleşmek dışında hemen hiçbir iletişim kurulmayan bir canlıyla yan yana durabilir? İlk bölümdeki muazzam ritüel sahnesinde ayinin bitmesi yakınken aşağılanmak için getirilen kadınlar hem işittikleri hakaretler hem de ellerinden alınan çocuklar yüzünden ağlarlar, kız doğurduklarında utançtan yerin dibine geçmelerinin yanında erkek çocukları doğduktan birkaç ay sonra ellerinden alınarak erkeklerin arasında büyütülür, bu çocuklara kadınların aşağılık varlıklar oldukları, erkeklerin ne süper bir şey olduğu falan öğretilir, öyle bir öğretilir ki iktidara karşı anlatıda gördüğümüz ilk çatlak sesleri çıkaran karakterler bile kodlarından kurtulamazlar, örneğin Şövalye kadınların işlevi konusunda kesin fikirlere sahiptir, Hermann tapınakta şarkısını dinlediği çocuğu kuytuda bir Hıristiyan kıza tecavüz etmek üzereyken görür, o kadar güzel bir çocukla birlikte olma şansının ortadan kalktığını düşününce öfkelenir ve çocuğu öldüresiye pataklar. İktidarın eşcinselliğe izin vermesi ilginçtir, Patai’nin bu durumun erki güçlendirdiği için onaylandığını söylese de her türlü sapkınlığa düşman bir iktidarın meşru kılacağını sanmam bunu. Neyse, çocuk ölür, kız arazi olur, Hermann yargılanır ve cezalandırılır. Şövalye’nin yardımıyla Alfred’in memleketi İngiltere’ye gönderilecektir, ikisi okul yıllarından arkadaş oldukları için Alfred dostunun açlıktan ölmemesi için elinden geleni yapacağına söz verir. Şövalye’yle tanışması da ilginç, yaşlı adam üç oğlunu kaybettikten sonra ölüme iyice yaklaştığını anlar ve tekrar yaşadığını hissetmek ister, bu yüzden teknisyen Alfred’den birlikte uçağa binmelerini teklif eder. Mümkün değildir normalde böyle bir şey, sıradan bir teknisyenin koca bir Şövalye’yle birlikte uçtuğu görülmüş şey değildir ama görülür işte, hatta Alfred yerdekilere çarpmamak için hızını ayarlayamayıp hangara gümbürt diye girip birlikte yaralanmalarına bile yol açar. Şövalye deliliğiyle bilinen bir aileden geldiği için temayülleri umursamaz pek, kafasına göre hareket ederek iki arkadaşı odasına çağırarak ailesinin hikâyesini ve kendi amacını anlatır. Fotoğraf bahsinden sonra atalarından birinin yazdığı defteri ortaya çıkarır, geçmişi anlatmaya başlar. Savaştan sonra Hitler kültünün kusursuzluğu için Kavgam bile kaldırılmıştır ortadan, tarih tamamen silinmiştir veya Almanların zaferlerine uyarlanmıştır, dinler sapkınlık olarak görülmüştür, kadınlar köleleştirilmiştir, bunların çoğunu yarı kaçık yarı dâhi bir Alman becermiştir. Führer’i ikna etmesi zor olmamıştır açıkçası, büyük zaferin daimi olması için insanlık baştan yaratılmıştır denebilir, kozmogoni bile yenilenmiştir, pagan inanışları yok eden veya uyarlayan Hıristiyanlık aynı yıkıma uğramıştır. İslam’dan hiç bahsedilmez, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki mücadeleyle yetinmiş yazar. Yahudiler neredeyse tamamen silinmiştir dünyadan, numunelik birkaç Hıristiyan toplumdan dışlanmış bir şekilde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Defterde bunlar var, son iki sayfada Şövalye’nin atalarının imzaları ve yeminleri. O defter ailenin dışına çıkmayacak ve nesilden nesle korunacak, okunacak da tabii. Şövalye’nin oğulları öldüğü için sıra Alfred’de. İngiltere’den hac vazifesi için gelen Alfred kutsal mekanları gezdikten sonra defterle birlikte İngiltere’ye döner, Hermann’la konuştuğu zaman söylediği gibi amacı Nazi İmparatorluğu’nu hacamat etmektir. Nasıl edeceğini bilmez, Birleşik Krallık’ın hemen her yerinde gizli örgütler bu amaç uğrunda mücadele etmektedir ama kitlesel hareketler başlamamıştır henüz, başlayacağa da benzemez.

Anlatının ikinci kısmı Alfred’in İngiltere dönemi. Stonehenge’in yanında şans eseri keşfedilen birkaç asırlık geçitte geceleri gizli gizli buluşarak defterde yazanları tercüme etmeye çalışırlar, askerler mekanı şans eseri keşfedene kadar işler yolunda gitse de Alfred vurulur, en büyük oğlu kaçar, nihayetinde oğlan babasının yanındayken defterin sonuna kendi imzasını atarak o defteri canı pahasına koruyacağına yemin eder. Bu geçit olayından önce Alfred’in değişimine tanık oluruz, çocuklarının annesini görmeye gittiği zaman hemen yatak odasına yönelen kadını durdurur, kız çocuğunu görmek istediğini söyler. Kadının ödü patlar, adamın kızına bir şey yapacağını düşünse de Alfred kızını kucağına alıp sever biraz, içinde insanlık yeşerir. Aynı duyguya kadına baktığı zaman kapılmaz, kadının sıfıra vurulmuş kafası ve zavallılığı tiksindiricidir. Şövalye’yle ettikleri uzun sohbetlerden birinde kadınların kişiliksizleştirilmesi üzerine uzun uzun kafa patlatmıştır Alfred, Şövalye öyle gelenin öyle gideceğine dair bir şeyler gevelerken Alfred fotoğraftaki kadının kendine güvenli duruşuna bakarak cinsiyet eşitliğinin hayalini kurar. Uzun bir zaman alacaktır bu tabii, yine de kızına sevgiyle bakması iyi bir başlangıçtır. Hıristiyan arkadaşıyla muhabbeti bir başka iyi başlangıçtır, adamın çocuğunu ölümden kurtardıktan sonra birlikte geçirdikleri zaman boyunca aydınlanır Alfred, Hıristiyanlığın anlatıldığı gibi sapkınlık olmadığını anlar falan, adama tam olarak güvenmese de bu da önemli bir ilerlemedir. İngilizlerin olabildiğince Almanlaşmaya çalıştığı bir çağın sonu gelmektedir yavaş yavaş, silinen tarih öğrenilmektedir, dinlerin inananları artmaktadır, kadınlar uyanmaktadır. Bir tanesi uyanır en azından, ayinin sonunda Şövalye konuşurken kadınların anneliğine dair ağzından hoş bir şey çıkar. Çıkmamalıdır tabii, herkes dehşete düşer, hatta kadınlar Şövalye’yi yanlış duyduklarını düşünerek rollerini oynarlar, hakaret işitmiş gibi ağlamayı sürdürürler. Aralarındaki en yaşlı kadın durumu anlar, etrafındaki genç kadınların inkarını kırmaya çalışır, bazı şeylerin değişeceğini anlar. Deli damgası yemiştir tabii bu yaşlı kadın, söyledikleri ciddiye alınmaz. Toplumdaki “deliler” arttıkça imparatorluk çatırdamaya başlayacak, belli.

Hikâye çok sağlam değil ne yazık ki, bilgi topakları yüzünden olay örgüsü sıklıkla kesintiye uğruyor, distopyanın niteliklerini ayrıntılı bir şekilde aktarmak uğruna anlatı gevşetiliyor. Alfred’in çocuklarıyla münasebetini pek göremiyoruz, en büyük oğlan hemen kahraman kesiliyor, biraz tanısaydık bu çocukları. Karakterler yüzeysel açıkçası, geçmişleri pek irdelenmemiş. Bunun yanında Nazi dünyasının detayları şahane, ayinin anlatıldığı bölüm olsun, tarihin ortadan kaldırılması olsun, kadınların üreme gereçlerine dönüştürülmesi olsun, müthiş anlatılmış. Sanatın ölümü de bir başka mevzu, makine gibi işleyen toplum herhangi bir yeniliğe yer açmadığı için üretilen her eser bir öncekinin çeşitlemesi olmaktan öteye gidemiyor, bu yüzden de insanların ruhları ölmüş. Kendileri de ölecek elbet, bir şeyler değişecek. Finalde o umudu görüyoruz.

Önemli, hoş bir roman. Okunası.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!