Javier Cercas – Işığın Hızı

Kırılma noktasına kadar çizgi tektir, noktadan sonra ikidir, anlatıcı yapay kişiliğinden -Cercas’ın ta kendisi olduğu söylense de kim olduğu neden ilgilendirsin okuru, ilgilendirirse de ilgilendirsin- esas kişiliğine acılarıyla döner ama geçicidir bu dönüş, kısa sürer. En başta yoksul bir genç var, arkadaşı Marcos Luna’yla kirasını zor ödediği bir evde kalıyor, leş şeyler yiyor, tırt işlerden kazandığı paranın çoğu temel ihtiyaçlara gidiyor. 80’li yılların sonu, Marcos’un yaptığı resimler ve anlatıcının yazdığı metinler yaşamalarına ancak yeterken anlatıcının üniversiteden hocası Marcelo Cuartero’nun teklifi anlatıcının hayatını kurtarmıyor, zorlaştırmıyor da, yeni bir metin doğuracak on küsur yıllık seyri belirliyor. Bir şeyin iyi veya kötü olduğunu çember tamamlanmadan nasıl bilebiliriz, Cuartero iyilik yaptığı öğrencisi tarafından yıllar sonra yerin dibine sokulacağını nereden bilebilirdi, geleceğin neliğini şimdiden nasıl çıkarabiliriz böyle radikal değişimlerin karanlığında? Urbana’da, Illinois Üniversitesi’nde bir arkadaşı varmış Cuartero’nun, asistanlık bursu için gereken ayarlamaları yapabilirmiş. Anlatıcı hemen gidip şansını deniyor, Greyhound detayıyla ne kadar yolsuz olduğunu detaylandırdıktan sonra John Borgheson’un kanatlarının altına giriyor. Kiracı‘daki profesörü bu karakterden devşirdiğini söylüyor anlatıcı, metinler arasındaki atlama zıplama büyük bir zekâ pırıltısıyla işlenmediği müddetçe zaten can sıkarken bir de bu açıklamalı mevzuyu hızla geçtim. Kiminin ayıla bayıla andığı bu meseleyi “The Silent Man“in bir bölümünü “Erotomania“ya yerleştiren Dream Theater’dan bildim ilk, sonra birçok yerde karşıma çıkınca ucuzladı ama ne yazık ki bitmedi, hâlâ iyi bir oyunmuş gibi kullanılıyor. Anlatıcı bir şeyler yazıp meşhur olmadan önce bir şeyler yazamıyor, oraya gelelim, tanıştığı tayfayla yemeğe gittiği zaman pek bir şey okumadığı halde ahkâm kesmesi, azıcık da homofobik tavırlar sergilemesi bol renkli bir barda ağzının payını almasıyla sonuçlanıyor, bu yan hikâye gibi pek çok yan hikâyenin gösterdiği gibi esas hikâyeye gelene kadar ve geldikten sonra -kırılma noktası olan Rodney Falk’la tanışmayı merkeze koyalım- anlatılanlar hem sanat dünyasının curcunasını hem de anlatıcının kafayı yavaş yavaş nasıl kırmaya başladığını gösteriyor, hoş. Rodney Falk peşinden gidilecek, yaşamı araştırılacak bir arkadaş, anlatıcıyla arasının iyi olmasını iki tuhafın birbirinde bulduğu huzurdan bilebiliriz. Vietnam’dan döndükten sonra üniversitedeki işine başlayan Falk ortamın en esrarengiz karakteridir, anlatıcının arkadaşları onun hakkında neredeyse hiçbir bilgileri yoktur. Gecenin bir vakti Falk’un civara astığı anarşik, komünik afişleri şans eseri görür anlatıcı, adamla hemen her gün buluşmasına rağmen afişleri sormaz, edebiyat üzerine muhabbet ederler. Hemingway hayranıdır Falk, anlatıcı değildir, yine de anlaşırlar çünkü anlatıcı Katalanca öğretmektedir Falk’a, ayrıca edebiyat sohbetlerinden keyif almaktadır. “Bizim odanın dışındaki izlenimlere tanık oldukça, fiziken ikisi de aynı hasarı görmüş, ruhen ikisi de aynı aykırılıkta olsa da, benim tanıdığım Rodney ile bölümdeki arkadaşlarımın tanıdığı Rodney arasında tanımlayamadığım temel bir uyuşmazlık olduğunu sezdim, onlar sanki yeni uyanmışlar, sanki uykunun perdesi henüz gözlerinden çekilmemişti. Ama o dönemde hiç sezememiş olduğum şey, bu uyuşmazlığın Rodney’in kendi kişiliğinin özüyle, onun gizleyegeldiği, o zamanlar kimsenin -hatta açık seçik bir biçimde kendisinin bile- erişemediği hayati bir meseleyle bağlantılı olduğuydu.” (s. 37) Anlatı çizgisinin henüz görmediğimiz kısımlarından ekmek parçaları. İlerleyen bölümlerde anlatıcının neyden bahsettiğini tam olarak anlayacağız da kendi kişiliğinin ikiliğini neden düşünmediği muallakta kalacak. Falk bambaşka bir hayattan gelir, anlatıcı bambaşka bir hayata gider, bu yüzden hikâyesinin nereye varacağını merak ederek Falk’un yaşamını yıllar boyunca araştıracaktır. Kaldığımız yerde anlatıcının roman denemesi var, Falk’a göre beş para etmez çünkü roman yazmakla roman yazmaya niyetlenmek bambaşka şeylerdir, niyetin sonucu çok sayıda roman yazmaya varsa da yazarlık pozudur, yani yazılanın bir anlamı olması için yaşananın ağırlığını taşıması gerekir. Meşhur olduktan sonra her istediğine kavuşan anlatıcı bu yüzden roman yazmayı bırakır çünkü zaten hiç yazmamıştır, yazılmaya değer bir şey bulmadan yazınca her şeyden başka bir şey istediğini de anlar ama geçtir artık, on küsur yıl önce Falk’tan aldığı dersi yeni hatırlar, yaşamındaki kayıplar için yas tutma maksadıyla okuduğumuz metni yazmaya başlar.

Cercas’ın dibi boylattırdığı karakterlerine şefkat gösterdiğini bilmem, işkenceyi sonlandırıp yükü sırtlatmak yapabileceğinin en iyisidir belki. Falk’un sona doğru yürümesi ve anlatıcının tepetaklak olması arasındaki bağlantı metnin en kayda değer özelliği belki. Yıllar sonrasından hatırlananlar bir parça bulanıktır elbet, aralar tamamen dolmaz ama Falk’un hikâyesini unutmayacak kadar etkilenir anlatıcı. İspanya’ya dönmeden önce arkadaşının babasıyla görüşür, sonra Falk’la İspanya’da buluşur ve en son ABD’ye giderek merhumun eşini bulur, böylece arkadaşının hikâyesini tamamlar. Şimdi Cercas genelde çizgiyi bozmaz, anlatının her yanı aynı yoğunluğa, kimliğe sahiptir ama bu romanda iki nokta bolartıyor bu çizgiyi, ilki Falk’un yaşamı. Arkadaşının tuhaf bir kişiliğe sahip olmasının nedenleri Cercas kalitesinde değil diyeyim, savaş sonrası sendromundan mustarip bir adamın kayışı koparmasının sebebi önüne gelen herkese kurşun sıkması, yeterli gelirse tamam. Gerçi diğer yanda edebiyattan anlayan bir adama dönüşmesi var, belki bu iki gariplik birbirini tamamlar. Falk’un kardeşi savaşa gider, bizimki peşine takılır ve cephede insanlığın bittiğini görür, kardeşi de öldükten sonra onmayan babasının yayacağı mutsuzluktan çekinip evde çok durmaz Falk, döndükten sonra kendi hayatını inşa etmeye bakar ama üniversitede işe başlayana kadar başarılı olamayacaktır. Falk’un yorumlarından ötürü romancılığı hep diken üstünde duran anlatıcı yıllar sonra arkadaşının İspanya’ya geldiğini duyunca peşine düşecek, son romanı hakkında konuşacak ve bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacaktır. Falk neden beğenmeli, çünkü cehennemden çıkıp gelenlerin, cehennem deneyimiyle dolu olanların yorumları önemlidir anlatıcı için, arkadaşını bir daha görmeyeceğini bilmeden ayrılır ve sadakatsizlik ettiği eşinin yanına döner. İkinci bolarma bu kısımda, ünün zirvesine çıkan anlatıcı katıldığı bir davetten ayrılmak istemez, eşiyle çocuğunu bir araca bindirip piyasada dolanmaya devam eder. A, trafik kazasında eşi ve çocuğu ölür hemen, bir başına kalan anlatıcı içe içe bir hal olur. Aylar boyunca kapandığı evin posta kutusuna bıraktığı esrarlı sigaralarla dostuna yardım eder Marcos, onca yıldan sonra arkadaşını yalnız bırakmaz. Anlatıcı, Marcos’un eşini yoldan çıkarmış olmasına rağmen hikâyenin sonunda iki dost tekrar bir araya gelirler, iyi.

Yan hikâyelerin çoğalmasıyla birlikte metnin toparlanmaya başladığı noktada anlatıcının yazarlığı, benliği, erdemi sorgulaması anlamlı, yaşamı bir kurmacaya sokamayacağını anlaması, gerçeğin kurmacadan daha saçma olduğunu düşünmesi uydurukçuluğu irdeleyen iyi bölümlerin temeli. Hepsini vermeye lüzum yok, Cercas araya dereye sıkıştırıyor. Bir mantık hatası var yalnız, belki de Amerikalıların umursamazlığından ötürü normaldir: Falk’u bulmak için yıllar sonra Urbana’ya dönen anlatıcımız eski arkadaşlarından Laura’ya rastlar, birlikte zaman geçirirler. İspanya’ya gelince anlatıcının eşini ve oğlunu tanımak istediğini söyler Laura, oysa eş ve oğul trafik kazasında çoktan ölmüştür, bilmez midir bu kadın ki öyle söylemekte, deyyusluk yapmaktadır? İyi biridir yine de, anlatıcıya araştırmasını sonlandırması ve romanını yazması için güç verir.

Çok sıkı bir Cercas metni değil ama nihayetinde Cercas metni, okunmalı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!