Tomás González – Başlangıçta Deniz Vardı

Kozmogoninin başını sona koyar González, doğuşu ölümün arkasına atar: “Başlangıçta deniz vardı. Her şey karanlıktaydı. Ne güneş vardı, ne ay; ne insan, ne hayvan, ne de bitki… Deniz her yerdeydi ve her şeydi. Deniz Ana’ydı. Ana kadın değildi; varlık da değildi, yokluk da. Gelecek olanın ruhuydu o; fikir ve bellekti.” (s. 166) Elena ve J.’nin şehri bırakıp deniz kenarındaki küçücük bir yerleşime göçmeleri bu saflığı doğurmaz, ölüm doğurur çünkü şehri de peşlerinden getirirler. Bindikleri otobüsün tepesine yerleştirdikleri dikiş makinesi kırılınca Elena üzülür, yedek parça tedarik edilir ama eşyanın büyüsü, anlamı kaçmıştır bir kere, Elena’yı yutan karanlığın belirdiğini görürüz. Bir bavul dolusu kitabı yüklenen J. neler neler okumuştur, Dostoyevski’sinden Camus’süne bir dünya, kapak açmaz çünkü geçim derdine düştüğü an uğraşından uzağa düşer. Şehirdeki yaşamlarına dair hemen hiçbir şey yok, otobüs yolculuğundan itibaren yeni bir sayfa açarlar ama eskilerini atmayı unuturlar. Palimpsest: üretim-tüketim ilişkilerinin kodlarına işlendiği kent imgesi berrak bir suyun kıyısına vurduğu köyün(?) üzerinde belirir, kurtuluş yoktur o kirden. Başlangıç iyidir aslında, otobüsten inip tekneye binerler, J. insanlarla ilişki kurmada yetenekli olduğu için işleri güçleri hemen ayarlar, gidecekleri yere varırlar ve yeni evlerindeki insanları hizmetçi olarak tutarlar, Gilberto ve Mercedes biraz uyuşukturlar ama iyiler işte, dünyanın unuttuğu bir yerde var olmayı başarmışlardır, yeni patronlarının isteklerini ellerinden geldiğince yerine getirirler. Elena’yı tatmin etmek zordur biraz, Mercedes sadece kendi ailesinin kullandığı alanları temizleyip evin geri kalan kısmını pisliğe terk etmiştir, Elena günlerce uğraşıp bir dünya çöp çıkarır evden, deniz kenarında yakarlar. Yolculuk ve ilk günlerin yaşamı boyunca hikâyeyi ayrıntılarla güçlendirir González, gündelik akışın içki şişelerini sürüklediğini görürüz, hani Cercas’ın bahsettiği mevzu, İsa’nın yarasına parmak sokulmasa hikâyenin o kadar da gerçekçi olmayacağına dair. Çizgisel zamanı bölümleyen numarayla bu fasıl bittikten sonra karşılaşırız: “Zamanla dükkâna dönüştürecekleri, daha sonraları ölünün yıkanacağı oda, o sırada tamamen boştu.” (s. 33) Dükkân var anlatılan zamanın geleceğinde, onun ilerisi bir ölünün yıkanmasına varacak, daha da bir yere varıp varmayacağını henüz bilmiyoruz ama olay örgüsünün ek noktaları bu atlamalarla ortaya çıkıyor, metni okudukça aralar doluyor. Devam, iki metreye iki metre bir yatak yapıyorlar, hava çok sıcak olmasa huzur içinde uyuyacaklar ama Elena için huzur diye bir şey yok. Bindikleri teknenin eve daha yakın bir yere yanaşabildiğini görmesi sinirlerini bozuyor, geldikleri zaman da aynı yere yanaşsa dikiş makinesi kırılmayacaktı belki. Sıcağa yapacak bir şey yok ama insanlardan yana şanssız olduklarını, daha doğrusu iletişim becerilerinin -anlaşıldığı kadarıyla- hiç bilmedikleri bir habitatta işlevsel olmadığını anlamaları lazımdı, anlamıyorlar. Okura tanınan mesafeyi aşıp düşündüm, sosyal zekâlarının düşüklüğünden ötürü mü yıkıma doğru koştular, muhtemelen. Memur kafasıyla ticarete atılmış gibiler diğer yandan, hangi işe girerlerse girsinler fizibilite çalışması yapmıyorlar, nakliyat hiç düşünülmüyor zaten, işçilerin kontrolü sıkıntılı, batmak için ellerinden geleni yapıyorlar kısacası. Ey, neredeyse el değmemiş topraklara gelip dağa taşa el sürmek, geride kalan milyonlarca elden kurtulup kentin ticarî yapısını köyde kurmak nesi? Evden iki fersah ötede küçük bir köy var, yürüyerek bir saat ötede küçük bir sahil kasabası, dükkâna ne gerek? J. kentteki bir dolandırıcıya işletmesi için yüklü bir para vermiş, eşi dostu çok uyarmış ama dinlememiş, o para da buhar oluyor. Bankadan kredi üstüne kredi çekiyor, müdür arkadaşı olduğu için bir müddet idare edebiliyor ama işlerini o kadar kötü yürütüyor ki oradan gelen su da kesiliyor. Keresteciliğe başlamak istemiyor çünkü ağaçlar çok güzel, hayvanlarını satınca eline geçen üç beş kuruş da verimsizlikte çarçur oluyor. Ağaç kesimi için getirdiği adamların üzerinde otorite kurmakta zorlanması bir yana, adamların yaptığı işi kontrol etmeyi düşünene kadar bir dünya para kaybediyor çünkü adamlar çok kötü kesiyorlar ağaçları, orası da batık. Adam batmak için elinden geleni yapıyor açıkçası, yardımcılarının uyarısını dinlediği zamansa çok geç. J.’nin başarısızlığının hikâyesi etrafında biçimleniyor diğer mevzular, mesela Elena işlerin giderek sarpa sardığını gördükçe kendine yeni dertler ediniyor, yerlilerin kendisini yiyeceklermiş gibi bakmaları ilk büyük krize yol açıyor. “Beyaz kadın” her an arıza çıkarmaya meyilli olduğu için dillerde, yavaş yavaş dışlanıyor, J. olmasa orada bir dakika durmayacağı kesin. Şunu söylemeli, bütün bunlar son derece yüzeysel bir biçimde anlatılıyor, karakterlerin dış çizgileri azıcık olsun içe doğru bükülmüyor, derinliklerini göremiyoruz da basit düşüncelerinin peşinde sürüklendiklerine şahit oluyoruz. Günlük, roman, bir şeyler yazmaya çalışıyorlar ama bunların bahsi bir iki kez ya geçiyor ya geçmiyor, entelektüel uğraşların hiçbir ağırlığı yok.

İşler çığırından çıkıyor tabii, tel olayı ilk somut örnek. Rutin tartışmalar, kavgalar bir dereceye kadar normal, ötesinde çatlaklar derinleşiyor. Bir gün tekneye atlayıp şehre giden J. dönüşte görüyor ki Elena denize girdiği bölgeyi dikenli telle çevirmiş, doğal güzellik insan elinin değmesiyle çirkinleşmiş. Ders var burada, J. görmüyor, telleri söktürüyor ama şenlik yeni başlıyor aslında. Ormancıların dükkândan veresiye aldıklarını bir kenara yazıyor ama borcun ödenmemesi canını hiç sıkmıyor gibi görünüyor, eşinin uyarıları da kâr etmeyince ekonomik durumları iyice bozuluyor. Kötü kesilen kerestelerin bir bölümü geri gönderilince hepten sıkıntı. Yani tüm bunların bir açıklaması var ama ikna edici değil: “Sakinleriyle birlikte tüm çiftlik, sanki hiç ilerlemeyen bir gemi gibiydi; bir yere gittiği yoktu. Ama bu aslında J.’nin çok da umurunda değildi. Çiftlikten zengin olmayı asla hayal etmemişti. Bunun olanaksız olduğunu çok iyi biliyordu. Bu aşırı sıcak ve şehvani tropik iklimde, olayların mantık çerçevesinde gelişmesini beklediği de yoktu. Aslında buraya tam da alçaltıcı bir biçimde mantıklı ve steril olan şeylerden, benzinden, kariyer hırsından, asfalttan kaçmak için gelmişti. Elena’nın dikenli tellerinden tam da bu yüzden nefret etmişti: Onun için karikatürün de karikatürü, insanın yapabileceklerinin en üzücü örneklerinden biriydi.” (s. 124) Eh, küçük burjuva olarak pek de farklı bir şey yapmaması bir yana, J. önceliklerini de iyi belirlemediği için çok sevdiği Elena’dan nefret eder hale geliyor, kadın pes edip oradan ayrıldığı zaman boşluğun tam ortasına düşüyor. Yıkımını arayan bir adam J., bu yüzden Elena’nın uyarılarına kulak asmayarak Octavio’yu işe alıyor. Altmış yaşlarında, uzun boylu ve kaslı, tehlikeli bir adam Octavio, çiftliği çekip çevirebileceğini söyleyip iş istiyor. Elena’nın gözü hiç tutmuyor adamı da J.’nin bir kurtarıcıya ihtiyacı var, işçileri yola koyup verimliliği artıracak birine. Sonunu böyle hazırlıyor J., hayaline ulaşmak için dünya para harcayıp güzergâhın tam tersine doğru yol almayı başarması takdire değer, son âna kadar Octavio’ya karşı koymaması bir başka başarı, eh, vurulmak için yapılması gereken her şeyi yaptı sayılır. Cennet gibi topraklara Kardeşler Market kurmak iyi bir fikir değil, kentle kırın dinamiklerini bir tutmak da öyle.

Denk gelinirse okunur, yoksa yine okunur da özellikle aranacak bir metin değil.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!