Hakan Akdoğan – Nü Peride

Dört hikâyeyi bağlamak mahir işi, pot yapmadan geçişkenliği sağladıktan sonra karakterleri birbirlerine kurgunun ince iplikleriyle bağlıyor Akdoğan. Sonra ipliği toplayıp yumak ediyor, bu roman. Yumakla bir kedi oynuyor, bu okur. Kedi gidip su içiyor, bu edebiyat. Çok affedersiniz, kedi köşede siydiriyor, bu da yaratı. Evet. Karşımıza ilk çıkan Necati’yle son çıkan Necati’nin üslup farkını eleştireyim diye düşündüm ama mekan değişikliğinin anlatma biçimini de değiştirebileceğini düşününce hoşluk burada da var, Necati evinin penceresinden sokağı gözler, Beril’e duyduğu aşkı anlatırken bir şiir yazmadığı kalır ki yazmıştır, metin finaldeki bu şiirle sonlanır. İki safhası vardır Necati’nin, ilkinde Beril sık sık ziyarete geldiğinde Necati günlerce bitmeyen bir hikâye anlatır ki Beril gitmesin, Şehrâzâd’ın anıştırılması. İkinci safha dört hikâyeyi de kapsayan ana hikâye ortaya çıktıktan sonra şöyle bir derleyip toparlayıcı niteliktedir, Necati önce akıl hastanesine, sonra hapishaneye gönderilecektir, yargılanmıştır, son bir açıklamayla neyi neden yaptığını anlatarak bütün gölgeleri dağıtır. Beril’e duyduğu aşkın etkisiyle iyice şairaneliğe bürünen, okur yorumlarına göre baydıkça bayan üslubu soğukkanlı bir canavara dönüşünce sertleşir, kayıtsızlaşır, kan dondurucu eylemlerle aşkın o pamuksu şeyinin zıtlığı da güzel bir oyun olarak karşımıza çıkar. Tabii bütün bunlardan önce bütün hikâyeleri bağlayan hikâyeyi anlatmak lazımdır ama müellifin aklı bir karış havadadır, bu yüzden aklı başına sokup baştan başlar: “Nü Peride” nam birinci bölümde sarmal anlatı, alt bölümlerde Necati ve Halil’in hikâyesi sırayla inşa ediliyor, Necati kendi hikâyesini anlatırken Ressam Halil’inkini üçüncü şahıstan dinliyoruz. Halil’in bölümlerinde tekerlekli sandalyeye mahkum bir yaşamın ince duyarlılığıyla örülü gündelik eylemler yer alıyor, örneğin Halil pencereden dışarı bakıp insanları izlerken kendi eksikliğinin engellerinden bahsediyor. Beril’in hediye ettiği teleskopla kadınların bacaklarına baktığı da oluyor, bunu aşırı eylemlerin habercisi olarak görmemek mümkün çünkü adam sakat, Beril’e dilediğince yanaşamıyor falan, tam bir arada kalmışlık. O zaman öykü anlatmalı ki iblissel -vov- planı için Beril’i büyüsü altına alabilsin: “Delirmemiştim. Tutkuyla sarıldığım geçmişin bir parçasını anlatmak istiyordum, sermek anlamsızca bakan gözlerinin önüne. Anlatmaya başladığım öykünün labirentlerin de önce isteksiz, sonra gönüllü gezinmeye başlamıştın.” (s. 13) Halil’in hikâyesine gelelim şimdi, esas hikâyenin Osmanlı zamanındaki kısmına. Sadi Bey padişahla kurduğu yakın ilişkiler vasıtasıyla Halep’ten getirdiği kahveyle kendine servet yapar, başka bir yerden tütün de getirince kahvehaneler vasıtasıyla paraya para demez. Oğlu Halil baba mesleğini sürdürmek istemez, resim yapmaya başlar ve gördüğü her şeyi tersim eder. Galata Kulesi, sokaklar, cumbalar ve kadınlar, bir süre sonra. Tehlikeli sularda yüzdüğünü bilir Halil ama hamamın duvarında açtığı delikten gözlemlediği kadınları çizmekten geri duramaz, mevzuyu açtığı yakın dostu, meyhaneci Ermeni Ante’nin koşulsuz desteğiyle tutkusu iyice hastalığa döner. Ante dostunu bu dertten kurtarmayı içten içe istemekte, çareler aramaktadır ama başka bir felaket her şeyi mahveder. Birkaç bina ötede oturan Peride’ye tutulmuştur Halil, Peride de içten içe Halil’e tutkundur ama adamdaki yangını bilmez. Halil bir gün kapısının önünden geçen Peride’yi tuttuğu gibi içeri alır, mahzene götürür ve bayıltır. “Nü Peride”, malum. Mahalleli Peride’yi ararken Ante’yle Halil’e düşmanlık besleyen biri herkesi kışkırtır, evi basarlar ve eşlerinin hamamdaki çıplak resimlerini görenler her tarafı ateşe verirler. Halil o sırada Peride’nin resmini Ante’ye bırakmış, dönüş yoluna koyulmuştur ama bacağındaki yarası yüzünden bayılır, ayılıp evine döndüğünde mahallelinin fark etmediği Peride’yi kurtarmak için alevlerin arasına atılır, birlikte yanarlar. Halil’in hikâyesi bu, ilginç olan Necati’nin bu hikâyeyi Beril’e anlatması. Uydurup uydurmadığını bilmiyoruz henüz, sonraki bölümlerde açıklığa kavuşacak.

İkinci bölüm “Ermeni Ante”, Ante’yle Nevtan’ın sarmalı bu kez. Ante’nin yaşamı tam serüven, vergisini vermediği için sürekli uyarılmasına rağmen tehlikeli bir oyun oynuyor ve yakalanana kadar gününü gün ediyor. Kellesi vurulacak artık, Ante hemen katakulli, Müslüman olmak istediğini söyleyerek cizyeden yırtıyor ama o an getirilen sünnetçiden kurtulamıyor tabii. Çektiği acının çok daha fazlasıyla evine döndüğü zaman karşılaşacak, din değiştirdiği için Ermeni mahallesindeki dostları tarafından dışlanıyor, servetinden istifade ettiği dayısı bile yüz çeviriyor. Sonrası vaatlerini yerine getirmediği için kaçış ve savaş gemilerinde askerlik, Ante havaya uçmak üzere olan bir gemiyi düşman gemisine yönlendirdiği için kahraman ilan ediliyor ve padişahın ihsanına mazhar oluyor, Tunus’ta kaptığı deri hastalığı yüzünden insan içine çıkamamaya başlayınca kısa süre önce devraldığı meyhaneyi ortağına bırakıp meyhanenin mahzenine çekiliyor, Halil’le şans eseri tanışıyorlar. Gerisi de bir tuhaf, âşık olduğu Mihriban’a ulaşabilmek için tünel kazıyor Ante, Halil de ona yardım ediyor, tutkularının hastalıklı doğası birbirleriyle yakınlaşmalarını sağlıyor. Tünel önce mezarlığa, sonra Mihriban’ın evine varıyor ama Halil taş koyuyor işe, Ante’yi sonsuza dek kaybetmemek için son adımda dostuna ihanet ediyor, girişleri kapamaya niyetleniyor. Başka bir versiyonda Ante’nin ortağı kapıyor yolları, Mihriban’la Ante ölene dek tünellerde hapis. Bu farklı versiyonlar Nevtan’ın Necati’yle iletişime geçmesiyle ortaya çıkacak, Nevtan’ı anlatmalı. Bu adam eski püskü bir dükkânı satın alıp antikacı açmak istiyor, mahallelinin meraklı bakışları altında mekanı keşfetmeye çalışırken bir tomar kâğıt buluyor, Ante’nin günlüğü. Sevgilisi Beril’e bulduğu bu günlükten bahsetmiyor, sadece yenileme çalışmalarına ve günlükteki hikâyeye odaklanıyor ve Beril’den giderek uzaklaşıyor. Necati’yi kıskandığı için kadını bezdirdiğini de söyleyebiliriz, son görüşmelerinden birinde Necati’nin anlattığı hikâyeyi öğrenmese Halil’le Ante’nin yaşamlarını öğrenemeyecektik. Katmanlara bir yenisi de görüşme sırasında ortaya çıkıyor, Necati’nin oturduğu ev Halil’indi bir zamanlar, Peride’nin alıkonulduğu ev. Birlikte mahzene iniyorlar, hikâyeleri kıyaslamaya başlayınca Mihriban’ın evindeki hizmetçi kızlardan birinin günlüğü çıkıyor ortaya, Necati Beril’e bu günlükteki öyküyü anlatmış. Kurgu farklı, günlüklerdeki kilit olaylar birbirini tutmuyor, farklı versiyonlardan hangisinin doğru olduğunu bilemiyorlar ama ikisinden biri gerçeği biliyor. Anlatı bu gizemin çözüldüğü âna kadar ağır ağır yükseliyor, karakterlerin yaşamları çatallanıyor, sonra düğüm çözülüveriyor.

Necati’nin patolojisi tam kurmacalık, zaten kendisi de kurmaca karakteri olduğunu düşünüyor zannediyorum. Gerçekle kurgu arasındaki ilişkiyi irdelediği bölümler dokuz yıldır sürdürdüğü tuhaf yaşama nasıl katlandığını sezdirebilir, adam takıldığı hikâyenin sonunu her ne pahasına olursa olsun getirmek istiyor. “Sırrını çözmek için son dokuz yılımı verdiğim öykünün bir kısmını sırf yem olsun diye sana anlatmış, bu yeme takılacak balığı, Nevtan’ı beklemeye koyulmuştum. Kapımı çalması umduğumdan çok zaman aldı.” (s. 105) Konuşurlar, Necati’nin amacı Nevtan’ın kafasını gözünü patlatmak, üstüne kızgın yağ dökmek, kalbine ateş etmektir ama hiçbirini yapamaz, Nevtan’ın saygısızlık yapmamasıyla planlarından vazgeçer. Ne yapar, Halil’i örnek alarak Beril’i yakalar ve mahzene indirir, kendisi gibi tekerlekli sandalyeye mahkum olması için kadının elini, kolunu, bacağını kırar, sonra öldürmeye niyetlenir ama ölmeyecektir Beril, Necati’nin yakalanmasını sağlayacaktır. Bu kısımlar gevşek biraz, onca yaradan ötürü nasıl ölmüyor Beril, Necati kadını nasıl hapsediyor bilmiyoruz, bildiğimiz de pek tatmin etmiyor ama büyük bir tutarsızlık yok, tamam. Kendi kendini anlatarak var eden Necati en başta açtığı elma bahsine dönüyor ve olanların bir elmaya değmeyeceğini söyleyerek sonlandırıyor sözünü, Havva’ya gönderme.

On numara kurgu, Necati’nin bölümlerinin dışında dil sadece anlatının kurulmasında etkin, ince işçilik pek yok ama bu konuda uğraş olmadan da kurulmuş yapı, şahane. Tavsiye ederim bu metni.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!