Ariel Dorfman – Maskara

Dorfman’ın öyküleri de öyle pek kolay değildi, romanı daha beter. Anlatıcı uzun yıllar boyunca izlediği doktorla nihayet buluşacak, söylediklerini prova eder gibi konuşurken hikâyenin başlarda pek bir anlam ifade etmeyen detaylarını aktarıyor. Mavirelli veya adı her neyse doktorun, anlatıcı farklı isimler kullanarak anonimleştirdiği düşmanını arka plandaki baskı ortamının bir parçası haline getirecek. Şili’de insanlar kayboluyor, anlatıcı da kaybolanlardan biri olmamak için elindeki son kozu oynayarak kendine ve Oriana’ya çıkış bileti bulmaya çalışıyor. Kadınla tanışmamış olsa daha uzun süre kimliğini gizleyebilir, tuhaf işini sürdürebilirdi ama âşık oldu nihayet, hiçbir kadında bulamadığını Oriana’nın yüzünde buldu ve ülkeden kurtulmak için şantaj yapabileceği bilgiyi ele geçirdi nihayet. Doktorun casusları anlatıcının işe yarar bütün bağlantılarını kopardığı için hayatında ilk kez kendini öne atıyor adam, öncesinde tıpkı bir hayalet gibi dolanıp istediği bilgiyi elde edebiliyordu. Fantastiğe yanlayan mevzu, anlatıcının yüzü o kadar “belirsiz” ki anılarda iz bırakmıyor, kimse öyle bir adamın varlığından haberdar değil adeta. Doktora hitap ederken yaşamını anlatmaya başlıyor bir yerde, çocukluğundan iki saat sonraki randevuya dek silik bir ömür. Dikkat çektiğini hiç bilmiyor adam, ailesinden hiçbir ilgi görmemiş, Enriqueta’ya duyduğu aşk çocukluğuna dair en belirgin anısı. Sınıf arkadaşı Enriqueta zengin bir ailenin kızı, doğum günü için sınıftaki herkese davetiye verirken anlatıcıyı görmüyor veya görmezden geliyor, sonuçta adam fotoğraf makinesinin yardımıyla kızı “okuyup” elde ediyor. Görülmediği ölçüde iyi görüyor anlatıcı, insanların sırlarını açığa çıkarırken çektiği fotoğrafları kullanıyor ve bu sayede hiçbir yüzü, ifadeyi, insanı unutmuyor. “Yarı görünürlük hali” dediği şey aslında tam bir kamuflaj, kalabalığa karışıp dikkat çekmeden yaşamak isteyen insanların savunma mekanizmaları anlatıcıda doğuştan gelen fiziksel bir özellik, yüz ezberleme yeteneği Pinochet’nin eline geçse kayıpları rahatlıkla artırırdı ama anlatıcının öyle bir niyeti yok neyse ki, aslında cuntaya nasıl baktığına dair doğrudan bir değinisi yok ama insanların acı çektiğine her gün şahit oluyor, darbe yanlısı olmadığı belliyse de kendisini tehlikeye atmamak için insanları ele verdiği oluyor bazen, sahte kimlik kullananları şak diye bulup ihbar ediyor zaman zaman. Bunun dışında ikili ilişkilerin terminatörüne dönüştüğünü biliyoruz, Enriqueta ve diğer kadınlar görünürlükleriyle ilgisini çekiyorlar anlatıcının, cinsel ilişki aşamasında bütün ilginçlikleri kayboluyor. Oriana’ya kapılması bundan, kadının hikâyesini kendi ağzından da dinleyeceğiz ama önce anlatıcının üzerinde bıraktığı izlenimi görmeliyiz. Anlatıcının arkadaşı Alicia hakkında kısıtlı bilgimizi var, kimlik değiştirerek canını kurtarmaya çalıştığını ve doktorun estetik ameliyatıyla bambaşka birine dönüştüğünü biliyoruz, anlatıcı ameliyattan sonra kadını tanımadığını söylese de Patricia’ya kapıyı açarak elinden geleni yapacağına söz veriyor. Aldığı önlemlere rağmen yakalanıp öldürülen Alicia’nın arkadaşı bir gün ansızın çıkıp geliyor, yanındaki Oriana’yı bir günlüğüne saklamasını istiyor anlatıcıdan. Oriana hiçbir estetik operasyon geçirmemiş, son derece doğal bir yüzü var. Çocuk yüzlü. Dört yaşında olduğundan. Oriana yaşamının başlarında büyümeyi durdurmuş, anlatıcı yaşını sorduğunda verdiği cevabın şaşırtıcı olması bir yana adını da bilmiyor, “Oriana” anlatıcının verdiği isim. Her kadını gözetlemek istiyor anlatıcı, her birinin sırlarını öğrenmek istiyor ama Oriana’da keşfedecek hiçbir şey yok, kadın boş bir levha gibi görünüyor. Anlatıcı çocukluğundan itibaren kendisine ait olmayan, insanların kendine biçtiği yaşamı sürdürmeye çabaladığı için Oriana’nın yaşamın dışındaki varlığını tanrısallıkla karşılaştırıyor. Hafıza yaşamda bir büklüm, yaşam-uzam çizgisini eğerek bilinci değiştiriyor, kişiliğin ortaya çıkmasını sağlıyor ama ikisinin durumunda nadiren görülen arızalar yakınlaşmalarını sağlıyor. Oriana yaşamının farkında değil neredeyse, anlatıcı hiçbir iz bırakmadığının farkında, bir nevi kontrast oluşuyor aralarında ve birliktelikleri bir günden daha fazla sürüyor, bunda anlatıcının tuzağa düşürülmemek için çalışmasının etkisi de var. Yandaşlarını birer birer kaybediyor anlatıcı, okul yıllarından beri kullandığı avukatın kendisine yamuk yaptığını öğreniyor, diğer bilgi kaynaklarının birer birer ortadan kaybolduğunu fark ediyor ve en önemlisi çalıştığı devlet dairesine alınmayarak bilgi kaynağıyla ilişkisi kesiliyor. Doktorun işi bunlar, kim olduğunu bilmediği adamın yaşamını giderek zorlaştırmaya çalışıyor ama anlatıcının kozu bitmedi henüz, bazen istihbarat sağladığı dedektiften yardım alarak doktorun muayenehanesine giriyor ve adamın hemen herkese bir çip taktığını görüyor ameliyat sırasında, büyük olay. Yüzleşmeden kısa süre önce hayallerinden bahsederek sırasını savıyor anlatıcı, sonu başka bir bölümde karşımıza çıkacak.

Küstahlığa varan sözlerini sakınmıyor anlatıcı, doktorun anlatıcı rolüne büründüğü bölümde nasıl bir tehlikenin içinde olduğunu göreceğiz ama önce Oriana’nın söylediklerini dinliyoruz. Hâlâ kendi içinde kurduğu krallıkta hapsolduğunu söylüyor, belli ki depersonalizasyon kusursuz bir biçimde gerçekleşmiş ve kişilik bir güzel ayrılmış. Belirgin olmayan olaylarla, anılardan parçalarla oluşturulmuş bir bölüm bu, travmanın etkileri yüzünden doğrusal bir anlatıyla Oriana’nın hikâyesinde de karşılaşmıyoruz. Babasının ellerinden bahsediyor Oriana, eve gelen adamlar elleri bir torbaya koyarak götürüyorlar, Oriana’nın elleri de güvende olmadığı için korunmaya muhtaçsa da psikolojik anlamda kendini korumaya almış zaten, kimsenin kendisinden bilgi sızdıramayacağından emin olmak için “büyüyen kısmını” krallığın içinde bir yere kilitlemiş, ölene dek dördüncü yaşının sınırları içinde dolanıyor. Evini basan adamlar, babasının hali, annesinin ayaklarından sürüklenmesi ve sıranın kendisine gelmesi birbirine karışıyor, tecavüze uğradığını sezdirerek bedeninden nasıl uzaklaştığını anlatıyor Oriana. “Bu sırada, bu şehrin arşınlayamadığım bir köşesinde, annem ve evrenin tüm anneleri, yanlarında şarkılarını dinleyecek kimse olmadan ölüyorlar.” (s. 138)

Üçüncü bölümde doktorumuz ortaya çıkıyor ve hikâyenin kendi kısmını anlatıyor, kısacık. Bir zamanlar gençmiş o da, pratisyen hekim olarak çalıştığı hastanenin yeni doğan bölümünde karşısına gelen bebek soluğunu kesmiş adeta. Bir pigment, bir şey sayesinde yüzündeki çizgiler, girintiler ve çıkıntılar soluk, bebeğin hiçbir biçimde kalıcı ilişkiler kuramayacağı malum. Doktor ilk kez öyle bir yüzle karşılaştığı için çocuğun bütün bilgilerini alıp takibe başlıyor, başlarda işi sıkı tutarken estetik ameliyatlar sayesinde bir dünya para kazandığı için mevzu tavsıyor bir süre sonra, doktor bağları gevşettikçe medya üzerinden kışkırtıcı iddialarını dile getirerek adamı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Yüzsüz bir adamı bile yarım saat içinde yakışıklılık timsaline çevirebileceğini söylemesi meydan okuma olarak değerlendirilebilir, izini kaybettiği çocuğun ortaya çıkması için tuzak. Hiç beklemediği bir yerde ve zamanda ortaya çıkıyor aradığı, ne için geldiğini biliyor, bütün ipler doktorun elinde.

Dördüncü bölüm “Bir Çeşit Epilog”. Soruşturma, doktorun muayenehanesine gelen iki dedektif orada neler yaşandığını öğrenmek istiyor. Sekreterin anlattığına göre doktorla anlatıcı konuşurlarken Oriana kaygıyla dışarı bakıyor, birilerinin geldiğini söyleyerek panik içinde terk ediyor orayı ve anlatıcıyla yolları tamamen ayrılıyor. İki düşmanın ne konuştukları da okurun elinden öpsün, Dorfman’ın tansiyonu adım adım yükseltmesi ve kısa diyaloglarla anlatıyı kurması çok iyi bir tercih, çünkü Foer’ın dediği gibi gergin anlar biraz da hızlı anlatılırsa gerginliğini koruyor, Dorfman da döşemeyle uğraşmadığı için lüzumsuz genişletmiyor anlatıyı.

Şahane bir roman bu, çoğu şahane roman gibi internet sitelerinde puanı düşük ama kanmamak lazım puana falan, ne kitaplar var böyle de düşük puandan sürünüyor sözde.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!