Zygmunt Bauman – Cemaatler: Güvenli Olmayan Bir Dünyada Güvenlik Arayışı

“Topluluk” diyeceğim. Birbirimizin iyi niyetine güveniriz, düşeni kaldırırız, dahil olduğumuz topluluk bir nevi gerçekleşmeye yakın idealdir. Bir parçası olduğumuzda koşulsuz sadakat göstermemiz gerekir, camdan dışarı bakamayız, yabancılarla işbirliği yapamayız, tam bir itaat gereklidir. Karşılığında bir yuvaya, güvenliğe, istediğimiz her neyse ona kavuşuruz, gerçekte olanla hayalini kurduğumuz arasında fark varsa gerçeği hemen eğip bükeriz, özgürlüğümüzden feragat ederek bireyliğimizi askıya alırız, güvenlikle özgürlüğün çekişmesi bitmek bilmez. Bauman ilk bölümde Tantalos’un dışlanmasını irdeler, sofradan birtakım gıda maddelerini aşırıp ölümlülerle paylaşan tanrımız kibirli ve küstah damgalarını yiyip tanrıların sofrasından şutlanmış, acımasızca cezalandırılmıştır. Tantalos bilgiyi paylaşmıştır, Âdem ile Havva başka bir halt yiyip def edilmişlerdir çünkü anlamı kendinden doğan yapıya ihanetin bedeli dışlanmaktır. Anlam örtük veya sezgiseldir, üzerinde düşünülmesi gerekmez, doğası gereğidir, haliyle ayyuka çıkar veya gürültülü hale gelirse yok olur, üzerinde konuşulan cemaat bir çelişkidir. Homojen yapı bozulmaya başlarsa, iç ve dış arasında münasebetler kurulursa aynılık ortadan kalkar, Bauman’a göre yeni enformasyon araçlarının ortaya çıkmasıyla topluluklar özünü yitirmiştir, “akışkanlığa” teslim olmuştur. Kimliğin icadı toplulukların ortadan kalkmasıyla mümkün olmuştur, hatta kültürel araştırmaların icadı da aynı noktada gerçekleşmiştir, bu dağılımın sayısız mikro topluluğu doğurmasını ve kolektivitenin ortadan kalkmasını modernitenin merkezsizleştirmesine bağlar Bauman. Her kimlik kendi “askıda cemaat”ini türetir, sınırları ortadan kaldırmak yeni sınırlar oluşturmaya varır. Topluluk arayışı içinde olanlar ortak yuvayı bulduklarını açıkladıkları an topluluk dağılmaya mahkumdur. Yapay sınırlar sürekli işgal altındaymış gibi davranılır, dönekler aranır, içerinin güvenliği dışarıdan gelecek uydurma tehlikelerin bertaraf edilmesine dayandırıldığı için sürekli bir savaş hali deneyimlenecektir.

“Yerinden Edilmişlerin Yeniden Yerleştirilmesi”. Tanrı insanı istediği şekli alabileceği biçimde yaratmıştır, aslında bir nevi ceza olan bu eylem Rönesans’la birlikte sanatçının, ardından insanın bireyselliğini ortaya koyabileceği yönünde yorumlanır. İnsani değerler yok olurken bireyselleşme doğar. Özgürlük iyidir ama zenginler ve hükümdarlar için, işçiler ve köleler içi boşaltılmış özgürlükleriyle giderek yoksullaştıklarını gördüler, Bauman’a göre proletaryanın uzun süreli gerçek ya da varsayımsal burjuvalaştırma süreci durduktan sonra burjuvanın proletaryalaştırılması başladı, süreç tersine döndü. Freud’a rastlıyoruz burada, toplumsal özgürlük ve kişisel güvenliği birlikte tadabilmek için tutkuların özgürce dışavurumunun engellendiği bir sosyallik oyununun türediğini, ardından üyelerin bir kısmının tatmin olması için çoğunluğun bastırıldığını söylüyor Freud. Tam olarak Sanayi Devrimi’nin insanlığa sunduğu şey bu Bauman için, eski düzenden yeni düzene geçişte kitleler komünal etkileşimden kopartılarak fabrikalara sokuldu, değirmenini bırakmak zorunda kalan çiftçi kendini ip eğirirken buldu, kendi çabasıyla geçinebilen ve yaptığı işten keyif alan, emeğinin anlamını bilen kişi kelle koltukta çalışan kuryelere dönüştü. Topluluk dağıtıldı önce, akrabalar ve komşular tepede dikilen ustabaşına dönüştü, emeğin ürününe duyulan değer ortadan kayboldu. “Erkeklerle kadınlar önce hareketlerini kısıtlayan cemaat bağları ağından koparılmalıydı ki, sonradan fabrika personeli olarak yeniden görevlendirilebilsinler. Fakat yeniden görevlendirilme varış noktalarıydı ve belirsizliğin özgürlüğü, sadece iki sert çelik kasa arasındaki kısa geçiş safhasıydı.” (s. 36) Bu süreçten önce de yerel toplulukların çoktan zehirlendiğini söylüyor Bauman, üst sınıfların üretim pratikleri karşısında tutunamayan topluluklar kan kaybetmeye başlamıştı, uzun zamandır varlığını koruyan değerler anlamsızlaşıyordu. Katı olan her şey buharlaşıp kapitalizmin soğukluğuyla yoğunlaşınca akışkanlık çıktı ortaya, malum iki taraf dengeyi korumaya çalışırken acı çeken hep işçiler oldu. Örnek köyler, iş ahlakı gibi uyduruk yapılar bir süreliğine göz boyadı da ahlakı batsın işin, örnek köyler de yanıp kül olabilir çünkü fabrikaların etrafına kurulan bu yaşam alanlarının işçinin haklarını daha yakından ele geçirmek amacıyla kullanıldığı anlaşıldı. Sermayenin toplumsal mühendislik girişimi topluca hareket edebilme, hak arayabilme kabiliyetimizi köreltti, neoliberal politikalar çanımıza ot tıktı.

Kapitalist modernite yerine modern kapitalizm. Tasarlanmış rutin yerine “cemaat usulleriyle ayakta tutulan gelenek”. Rızanın üretimi komünün değerlerinin simülasyonlarıyla sağlandı, yönetenlerin topluma “belirsizlik” pompalaması “belirli” kötülüğün, çalışma cehenneminin daha kabul edilebilir olduğu fikrine yol açtı. Peter Fleming bu çıkışsızlığın sonuçlarına örnek olarak elindeki işi yetiştiremeyip sağlığı bozulanları, kovulduktan sonra başka türlü bir yaşama uyum sağlayamayacağını düşünüp intihar edenleri gösteriyor, güvencesizlik kapitalizmin bize sunduğu sahte güvenden sonraki silahı olarak görülebilir. Bauman farelerle yapılan bir deney üzerinden duvarsız hapishaneye geçtiğimizi söylüyor, Çukurlar‘daki ortam. Duvarlar yoktur, istediğiniz yöne gitmekte özgürsünüz ama her yön çöle varır, kilometrelerce hiçlik, ölüm. Birlikte hareket etmenin artırdığı dayanıklılık, topluluğu ayakta tutan güç gitmiştir artık, kapitalizmin kurduğu bireylik ve ortadan kaldırdığı güvenlik insanı her anlamda yoksullaştırmıştır. “Özetlersek: Gidenler, bireyin ömür süresinden daha uzun ömürlü, daha emin ve daha güvenilir bir sosyal ortam ortaya koyan istikrarlı ve sağlam bir şekilde kazınmış intibak noktalarıdır. Giden, ‘tekrar karşılaşacağız, gelecekte uzun bir süre boyunca defalarca karşılaşacağız’ kesinliğidir. Bu kesinlik sayesinde, toplumun uzun süreli bir belleği olduğu ve bugün birbirimize yaptıklarımızın ilerde bizi rahatlatacağı ya da üzeceği; birbirimize yaptıklarımızın geçici bir önemden fazlasını taşıyacağı varsayılabilir çünkü davranışlarımızın sonuçları bu hareketlerin bitiminden çok sonra da bizlerde -ortadan kaybolmayacak olan tanıkların eylemlerinde ve zihinlerinde yaşayarak- kalacaktır.” (s. 54)

Bauman sonraki bölümlerde “başarılıların ayrılması” kavramıyla birlikte doğal ve yapay gettoları, bol güvenlikli sitelerle ıskarta hayatların tıkıştırıldığı mahalleleri ele alıyor. Doğal getto yok gerçi, üst sınıfın sömürmek için var kıldığı meskenler var, kodamanlar kendi meskenlerinin duvarlarını ne kadar yükseltirlerse istemediklerinden o kadar iyi korunabilirler. Bazıları o kadar kodamandır ki sabit bir adresleri bile yoktur, işleri gereği sürekli dolaşırlar ve köklerini yitirirler, herhangi bir topluluk duygusu geliştirmezler. Hareket özgürlüğüne çok az elit sahiptir gerçi, kozmopolit adalar sermayenin meskenleridir, gettolara dönelim. Bauman komünal değerlerle özgürlüğü çatıştıran kapitalizmin buharlaştırma yöntemlerini, birlikte hareket etme yeteneğini kaybetmiş insanların gettolarda bir araya geldiklerinde çatışmaya başlama sebeplerini anlatır, fiili bireyler yerine yasal bireylerin makbul kılındığını gösterir. Sosyal Darwinizm’e de bir kapı aralanır burada, güçlü olan “haklarını” kendi oluşturduğu yasal çerçeveyle sağlama alır, kendi kaderini çizebileceğini düşünen bireyse kapitalizmin değerlerine uyarak aynı resimde yer almak ister artık, iyice işlendiği için kalıba bir güzel girmiştir. Öncesinde sınırları denenmiş, mevcut konumundan ne kadar geriye itilebileceği sınanmıştır, isyan edeceği noktaya getirilmemeye çalışılmışsa da bu duvarlar yedek iş gücüyle birlikte ortadan kalkmıştır artık, kasten gettolara sıkıştırılan alt sınıf hazırda beklemektedir. Etnik azınlıklar bir kimlik mücadelesine itilirler, toplumsal cinsiyet sürekli kaynatılır ki gelirin eşit dağıtılması meselesi -mevzubahis mücadelelerin haklı dayanakları bir yana- ötelensin. Fleming gelir dağılımının adil hale getirilmesiyle ortaya çıkacak demokratik ortamın halihazırdaki sorunların çözümüne sağlam bir zemin teşkil edeceğini söylüyordu bir yerde, Bauman bu zeminin üzerinin adaletsizlikle örtüldüğünü ve milliyetçi politikalar yoluyla gerginliğin sürekli beslendiğini anlatıyor. JR, Paper & Glue‘da görüldüğü üzere Paris’in getto sakinlerini üst sınıfın yaşam alanlarındaki duvarlara taşıyarak bütün bu tartışmaların orta yerinde bir delik açarak doğrudan bir ortaklık yaratmaya çalışıyordu, düşününce fikrin şahaneliğini daha iyi anladım. Milliyet, cinsiyet gibi her illet bir insanın gözlerine bakıldığında silinmeye yüz tutabilir. Bunun için çabalamalı.

Daha da seksen yerden yaklaşıyor mevzuya Bauman. Topluluğun yapısıyla, yapının zaman içindeki değişimiyle ilgili on numara kaynak bu.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!