Yu Hua – Kanını Satan Adam

Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.

Kancılık ekmek ve sömürü kapısı, Metin Akpınar’ın canlandırdığı karakteri hatırlayınca yoksul kesimin üzerinden servet yapan sülüklerin ne çok olduğunu hatırlıyorum, üstelik kanın metalığı da ayrıca tüyler ürpertici. Açlıktan kurtulmak için kanını satmak zorunda kalan insanların çaresizliği işin bir başka boyutu, Hua çiğ, kaba bir gerçekçiliğe kapılmadan bir iki vaka üzerinden bu çaresizliği kuvvetli bir şekilde vurguluyor. Mesele Xu Saungan’ın önce keyfî, sonra zorunlu olarak kanını satmasıyla biçimlenmiyor bir tek, yaklaşık kırk yıla yayılan bir zaman aralığında Çin’in yaşadığı değişimlerle de oluşuyor. Kültür Devrimi’nin öncesi ve sonrası Xu Saungan’ın ve ailesinin yaşadıklarıyla gözler önüne seriliyor, yaşadıkları onca felakete rağmen Nuh’un gemisine binmeyi başarmış gibiler, bunda Saungan’ın payı büyük. Ne yapıyor, kanını satıyor, Çin kültüründe ayıp bir şey olarak görülen kan satmanın -kan=atalar denklemi- yaşamak ve yaşatmak için zorunlu hale gelmesi, değişen ekonomik ve toplumsal yapıların kültürü, geleneği etkileme biçimlerini, bireyde ortaya çıkan iç çatışmaları, ikilemleri başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Yu Hua’nın başarısı tabii, Mo Yan’la birlikte Çin’in yaşayan en büyük yazarlarından biri olarak görülüyor Hua, yine Jaguar’ın bastığı Yaşamak adlı metni sinemaya uyarlanıp Cannes’da büyük ödülü kazanınca -gerçi filmle metin arasında büyük fark varmış, bilmiyorum, okumadım ve izlemedim- dünya çapında bir ün kazanıyor Hua, ülkesinde hem film hem kitap yasaklanıyor. Kanını Satan Adam da Mao döneminin sağlam bir eleştirisini içeriyor ama yasaklanmamış sanırım. Sinemaya da uyarlanmış, bugünlük film rızkımız çıktı.

Genç Sanguan şehirdeki ipek fabrikasında çalışıyor, ipek böceği kozası dağıtımından sorumlu. Dedesini ziyaret etmek amacıyla köyüne gidiyor bir gün, dede bunadığı için torununu oğlu sanıyor ve kan satıp satmadığını soruyor, Sanguan’ın bu işlerle ilgisi yok, henüz. Bunak dededen ailenin geçmişini de öğreniyoruz biraz, sonlara doğru Sanguan da özetleyecek bir yerde. Dört kardeşler, Sanguan’ın babası şehirde Altın Çiçek nam bir kıza vurulmuş ama dede evlenmelerine izin vermiyor, üç abinin evlenmesi lazım önce. Tabii olmuş bitmiş şeyler bunlar, Sanguan çoktan doğmuş, annesiyle babası ölmüş, bir başına yaşamaya çalışıyor. Neyse, Sanguan ailede kendisine arka çıkan tek amcasını da ziyaret ediyor, diğerlerinin bahsi pek az geçiyor. Dedikodulardan öğrendiği kadarıyla bu kan satma işi kız alıp verme olaylarını da doğrudan etkilemeye başlamış, kanını satmayan birinde sağlık problemi olduğunu düşünen bir aile, kızlarını bu adamdan ayırarak nişanı bozuyor. Hayatta kalmanın garantisi olarak kan satmaktan başka çıkar yol göremiyor insanlar, bu yüzden gelenekler, inançlar yavaş yavaş bir kenara bırakılıyor. Sağlam para var kan işinde, 400 ml. kan için otuz beş yuan veriliyor, altı ay tarlada çalışılsa bu kadar kazanılmıyor, öylesi bir meblağ. Sonlara doğru Sanguan kendisini gemilerine alan iki denizciyi de kan satmaya ikna ederek adamların işlerini bırakmasına, kan satarak geçinmelerine yol açıyor mesela, ilginç. Kan grubu “0” tabii, bunun da etkisi var. İlk  satışını o gün yapıyor, köyden iki adamla birlikte hastaneye gidiyor ve raconu öğreniyor. Kan vermeden önce canavar gibi su içilecek, böylece kan miktarı artacak. Mesaneyi patlatmayacak kadar içmeli, bu yüzden ölümden dönenlerin hikâyelerini anlatıyor diğer ikisi. Sonra kan alma biriminin başındaki Li’yle iyi geçinilecek, gerekirse hediye götürülecek, rüşvetsiz dönmüyor işler. Li’nin kadın iç çamaşırı giydiğini görüyorlar mesela, kanını satmak için adamla yatan bir kadının iç çamaşırını yanlışlıkla giydiğini düşünüp sırıtıyorlar. İşte, adamın gönlü hoş tutulduktan sonra kan verilecek, para alınacak ve restorana gidilecek hemen, kızarmış domuz ciğeri yenecek ve iki kâse sarı pirinç likörü içilecek, kaybedilen kanın yerine gelmesi için. Ritüel gibi bir şey bu, anlatının en sonunda bir tören mahiyetine büründüğünü de göreceğiz.

İlk satışla birlikte Sanguan’ın yavaş yavaş kaşınmaya başladığını görüyoruz, hemen evlenmek istiyor. Hemen. Lin Fenfang’ı beğeniyor, fabrikadan iş arkadaşı. Flört ediyorlar arada ama olmuyor o iş, Sanguan hemen Xu Yulan’a dönüyor. Çok güzel bir kadın Yulan, “Kızarmış Börek Güzeli” olarak biliniyor, işi her gün börek kızartmak. Talibi var Yulan’ın, He Xiaoyong nam bir adam hemen her gün Yulan’ın babasını ziyaret ediyor, birlikte içiyorlar, muhabbet ediyorlar, iş olacağına varacakken Sanguan araya giriyor, soyadları aynı olduğu için babayı ikna ediyor, soy sürecek çünkü. Evleniyorlar, Yulan regl olduğu zaman hiçbir iş yapmayacağını söyleyerek baştan anlaşıyor adamla. Üç çocukları oluyor, üçü de erkek. Yile, Erle ve Sanle. Sondan ikisi babalarına benziyorlar ama zaman geçtikçe Yile’nin Xiaoyong’a benzediği kulaktan kulağa yayılıyor. Olay çıkıyor tabii, Yulan ağlayarak anlatıyor, Xiaoyong bir gün sıkıştırmış kadını, sonuç ortada. Sanguan deliriyor, çocuğu istemiyor önce, babasının evine gitmesini istiyor ama Xiaoyong da evlenmiş, iki kızı olmuş, oğlunu küfürler ederek kovuyor. Herkes için ağır bir travma, Sanguan ortalama erkek davranışları gösteriyor, çocukla ilgilenmiyor bir süre, üstelik gidip Fenfang’la sevişiyor. Yediği herzenin cezası olarak ikinci kez kan satıyor, parasıyla bir sürü erzak alıp Fenfang’ın evine yolluyor. Kadının eşi çıkıyor ortaya, erzakları toplayıp Sanguan’ın evine yığıyor, Yulan’a da olanı biteni anlatıyor. Ailede buna benzer bir dünya kriz çıkıyor, örneğin Yile bir çocuğun kafasını yarıyor, hastane masraflarının kimin ödeyeceğine dair yine kavga, gürültü. Üçüncüye kan veriyor Sanguan, elalemin dedikodusunu da sineye çekip ödüyor parayı. Evlerine haciz geldikten, Yulan’la birlikte bomboş evde yere oturup ağladıktan sonra. Başlarda daha çok ailevi problemler var, doğrudan sosyal ilişkilerle ilgili, sonra sonra siyasi hava değiştikçe daha büyük problemler çıkıyor ortaya. Siyasi gelişmeleri Sanguan’dan dinliyoruz, neler olup bittiğinden pek bir şey anlamayan Yulan’a mevzuları anlatıyor, iyi teknik. 1958’den sonra hayat iyice zorlaşmaya başlıyor, milyonlarca insanın ölümüne neden olan kıtlık bizimkilerin küçük şehrini de vuruyor, açlıktan ölmemek için ne bulurlarsa yiyecek duruma düşüyorlar, sonra tekrar kanını satıyor Sanguan, çocuklarının ve eşinin hayatını kurtarıyor. Fabrikalar kapatılıyor, lokantalar kapanıyor, yemek yedikten sonra uykuya dalıyor herkes, hareket edip acıkmamak için. Sanguan’ın ağzıyla yemek pişirdiği, herkesi hayal kurarak doyurduğu bir bölüm var, trajikomik.

Zaman geçiyor, çocuklar büyüyor, rejimin yeni uygulamaları aileyi iyice parçalıyor. Sadakatsizlik eden kadınlara uygulanan cezalardan Yulan da payını alıyor, bir gün yerel yönetimce evinden alınıp açık alanda “ayıplanmaya” götürülüyor, Xiaoyong’la yaşadıklarını birileri fısıldamış belli ki. Saçları kesiliyor, üzerinde hakaretler yazan, taşımak zorunda olduğu bir tabelayı boynuna asarak dolaşmak zorunda kalıyor, günlerce üstelik. Bunu da atlatıyorlar ama Yine’nin başına gelenler son radde olsa gerek. Yile uzaklarda bir köye gönderiliyor, iktidara göre okumuş çocuklar köy yaşamını, köydeki emeği öğrenmeli. Çok yoruluyor Yile, bir zaman evine dönüp dinleniyor ama Yulan ve Sanguan çocuğu hemen geri yolluyorlar, amiri kızıp işine taş koyabilir yoksa. Çocuk gidiyor, iyice hastalanıyor, kardeşi Erle bir gün ziyarete gelince abisini ölüm döşeğinde buluyor. Karda kışta kilometrelerce sırtında taşıyor çocuğu, gemiye biniyorlar, sabaha karşı eve vardıklarında hastalık iyice ilerlemiş oluyor, tedavi Şangay’da. Erle’nin şefi için de kanını satıp mükellef bir sofra kuran Sanguan’ın pek parası yok, sağdan soldan topladığı parayı Yulan’a verip önden yolluyor ikisini, kendisi yolda kanını sata sata Şangay’a varmak üzere yola çıkıyor. Dehşet verici bir yolculuk. Ölümden dönmeler, başkasının kanını satmalar, bir dünya şey oluyor, nihayetinde Şangay’a, sevdiklerinin yanına varıyor Sanguan, yırtıyor.

Son bölümlerde çocuklar iş güç peşinde koşuyorlar artık, kendi ailelerini kurmuşlar, durumlar düzelmiş, herkesin keyfi yerinde. Altmışındaki Sanguan geride kalan kırk yılını düşünüp ilk kez kendisi için kanını satmak istiyor, kendinden başka herkes için bir şeyler yaptıktan sonra yaşamını renklendirmek istiyor ama çok yaşlı artık, kanını satın almıyorlar. Kriz geçiriyor, sokakta ağlamaya başlıyor, ailesinin yardımıyla sakinleşiyor ve Yulan’la birlikte lokantaya gidiyorlar. Yediği içtiği belli, kan vermemesine rağmen ziyafet çekiyor, kendisi için yaptığı yapacağı bir tek bu.

Kırk yılda insanlar değişiyorlar, ölüyorlar, yaşam devam ediyor. Olayların çoğu unutulmuş olsa da olayların hissettirdikleri unutulmuyor, koca bir burukluk kalıyor geriye. Hua’nın bu metni şahane, yakın geçmişin Çin’i var, çıkar yol bulmaya çabalayan insanlar var, bir dünya şey var, tavsiye ediyorum ki okunsun.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!