Norah Lange – 45 Gün ve 30 Denizci

Daha gemiye biner binmez bacaklarına dikilmiş bir dolu mavi gözle karşılaşır Ingrid, mavi gözleriyle kırmızı saçlarına gelince aşinalığı fark eden tayfanın ilgisini çeker. Norveç’e giden bir gemide Norveçli tayfanın Norveç asıllı Ingrid’e musallat olacağı kesin, Buenos Aires limanında mendil sallayanlardan biri Ingrid’in annesi olduğuna göre hamisi de yok kadının, yeni doğan yeğenine kavuşmak için 45 günü atlatması, bundan da önce yola çıkma isteksizliğini bastırması gerek. Dönmeyecekmişçesine gidiş: kamarasındaki masaya fotoğraflarını yerleştirir, karanlık dolaba elbiselerini asar, güvenli bir alan oluşturur kendine ki bu alana gerçekten ihtiyaç duyacaktır, Kaptan’ın kibar uyarılarıyla başlayan tacizlerinin ilkine daha kamaraya yerleşirken maruz kalır. Gemi seyir halindeyken sadece perde kapıları kapatması gerekmektedir, böylece içeri girmek için örtük bir onaya kavuşacaktır Kaptan. Yemekleri birlikte yerler tabii, Kaptan bir an olsun yalnız bırakmamaya çalışır kadını. Yolculuk sürerken tayfanın gerisiyle tanışmaca, Ingrid çemberin daraldığını fark ettikten sonra: “Zabitler geçmek bilmeyen uzun gecelerde, yanından geçip gittikçe beyaz üniformaları ona her gün biraz daha yaklaşıyordu.” (s. 23) Santos’a yanaştıkları zaman Stevenson’la tanışırlar, üç yolcudan biri. Guttorm ikinci, Leif üçüncü kaptan, millet şaraba yumulup yamulurken küfelik olmayan bir Leif var, güvenli liman. Santos’ta karaya çıktıklarında eğlenirler, Ingrid tango çalar piyanoda, iş teklifi alır, gemiye döndüğünde Kaptan’ın çıkışmasıyla olanları anlatır. Hikâyedeki köken meselesi yavaş yavaş açığa çıkmaya başlar böylece, dans etmeyi bilmek için gerçek bir Arjantinli olmanın icap ettiğini söyleyen Ingrid’e kızar Kaptan, ne demek Arjantinli, Ingrid gayet Norveçlidir çünkü damarlarında Norveç kanı dolaşmaktadır. Bu ayrım Ingrid’in dostane davranışlarını, hödüklükleri yumuşatarak bertaraf etmesini ve ne yaşanırsa yaşansın kimseyle ilişkisini koparmamasını açıklar, sıcakkanlılığın Arjantin’e özgü olduğunu gösteren edimlerin yanında Kuzey’in bodoslamadanlığı kaba durmaktadır. “Sonsöz”de -galiba- Maria Elena Legaz bu meseleyi de ele alır, Lange milliyetçi damarını Martin Fierro grubundan alsa da yeni olanı, sanatta Avrupai yaklaşımı da es geçmez, füzyonu başlatır, Arjantin’e ait unsurlara metinlerinde yer verir. Falkland Adaları’nı, demiryolunun -muhtemelen millîleştirilme aşamasında- sorunlarını görmezden gelmese de ilk metinlerinden sonra vatanseverlik veya ulusal kimlik gibi konuları kurmacaya yedirmeyecektir, “adı sanatsal yaratıcılık olan rüyaya gönüllüce bırakır” kendini. Evet, metnin seyir defterine dönüştüğü de olur, Norveç’e gidecek büyük meyve sepetleri yüklenir gemiye, Siyahi yerliler gemiye inip çıkarlar mesela, Borges’e göre metni otobiyografik kılan, kurguya anıyı karıştıran -kurgu dediğimiz şey anıların derli toplusudur Borges’e göre, bunu ilk olarak Paz’ın söylediğini sanıyordum- bu izlerdir, yaşantılar. Günler geçer, gemi açık denize yaklaştıkça Kaptan’ın uysallığı yavaş yavaş kaybolmaya başlar, kendi deyişiyle uzun gecelerin delirticiliğinden mustariptir Kaptan. Hep aynı limanlar, aynı yüzler, aynı eylemler rutini katlanılmaz hale gelmiştir, neyse ki Ingrid vardır artık. Hani çok yüzeydedir çatışma, muhtemelen Kaptan’ın niyetini kesinleyen Ingrid duvarını örmeye başlar: “‘Etrafımda insanlar olmasına ihtiyaç duyuyorum ben. Gürültü, şamata. İnsanlara karşı zaafım var. Beni mutlu ediyorlar.’” (s. 43) Kaptan’ın uyarılarına, tayfanın güvenilmez olduğuna dair sözlerine inceden tepkidir bu, ayrıca samimiyetin yanlış anlaşılmasının önünü alma çabasıdır ama Kaptan anlamayacaktır, Ingrid’in sonradan söylediklerini de anlamayacaktır, anladığı pek bir şey yoktur yani, anlamaya niyeti de yoktur. Kadınlarla rastgele birliktelikleri olmuştur, zaman öldürmek için maceralara atılmıştır, gemileri yakıp evlenmek istediğini söylese de Ingrid’e bu tür bir ilişkilenme isteğiyle yaklaşır aslında, Norveç’te bekleyen eşinin ve çocuklarının önemi yoktur. “Karısından neden ayrılmadığını sorduğunda, kaptanın düşmanca bir tembellikle aydınlanan gözlerini hatırladı. Norveçli olmanın alameti, hava sıfırın altında on beş derecedeyken, pembe flanel bir geceliğin içinde olmak ona iç rahatlatıcı bir güven veriyordu.” (s. 48) Kaptan’ı kendi kamarasında bulur Ingrid bir gece, anlamsızca sallanan adamı güç bela çıkarır, ilk kez o gün kilitler kapısını. Ölmemiştir Kaptan, içer o zaman, deli gibi içer ve yaptığı yapacağı her haltı alkole bağlar, sonsuz aşkından bilir, Ingrid’in kıymet vermediği şeyler söyler. Yalan bile söyler, hüngür hüngür ağladığı gecelerden birinde kısa süre önce oğlunun öldüğünü haber veren bir telgraf aldığını söyleyip acıma bekler, oysa telgraf melgraf gelmemiştir. Aralarında en, nesi, çirkince yaklaşanı Kaptan’dır, Avrupa’ya geldikleri zaman gemi değiştirmek isteyen Ingrid’e bir silah çekmediği kalır, Oslo’da görüşmeleri şartıyla kadının gitmesine “izin verecektir” neyse ki. Kırk beş yaşında, tam bir Norveç sevdalısı, görünüşü konuşuşu Norveç menşeli Kaptan, zehirli erkeklik.

Diğerlerine bakalım, farklı yaklaşımlara farklı muamele. Guttorm biraz daha makuldür, üç yıl önce evlenmemiş olsa mutlaka Ingrid’le evleneceğini söyler, kadını sıkıştırdığı olmuştur ama “hayır”dan anlar bari. Ingrid’in nefis cevabını yapıştırayım şora: “‘Üç yıl önce de olsa yine çok geç olurdu Guttorm. Siz erkekler hoşunuza giden bir kadın bulduğunuzda, size uygun olup olmadığını asla düşünmezsiniz. Üç yıl önce de olsa… Yine seninle evlenmezdim…’” (s. 66) Bir kadın “keşke seni daha önce tanısaydım” demez, ilgi gösteren herkese gönül vermez, kadınlar öyle hoppadak değildir, Guttorm ayarı alıp söylediklerinin o kadar da ciddi olmadığı cevabını verir, deliresiye hoşlandığınıysa gizlemez. Uzak durmak için yeterli, yine de Ingrid’in insanlarla ilgili düşünceleri malum, yakınlık veya arkadaşlık, her neyse, sürmeli. Herkes anlar da bir Kaptan anlamaz, nihayet tecavüz etmeye kalkar ama Ingrid öyle bir tavır gösterir ki Kaptan’ı dayak yemişten beter eder, kapısını iki kez kilitlemeye başlar. Bir ara anahtarı kaybolur, Ingrid uykuya yenik düştükten sonra rahatsızlıkla uyanınca kapıda dikilen silueti görür, yine kesin tavırlarıyla kurtulur o saldırıdan. İyice gerildik, zirveye varabiliriz: Herkes deli gibi içmiştir, yemek salonu testosteronla dolmuş, gözler Ingrid’e çevrilmiştir. Kaptan yine dallamalığını gösterirken salondan kaçar Ingrid, tayfa ayaklanıp peşine düşer, kamarasına zar zor vardığı zaman hâlâ adının haykırıldığını işiten kadın kapıyı kilitler kilitlemez ayak seslerini duyar, kamarasının önünde bekleyenlerin gitmesiyle rahatlayacaktır. Yanına silah namına hiçbir şey almaması kendine ve insanlara güvenini de gösteriyor, onca şey yaşandıktan sonra. Kaptan’a yazdığı mektupta hakaretamiz hiçbir şey yoktur, yine de öyle böyle alınmayan Kaptan esip gürler, ne demektir yani, kaptan olacak yetiye sahip değil midir, kendi gemisinde öyle laflara maruz kalmak, bu ne cürettir yani, hemen emir verip karaya yanaştıracağı gemiden şutlayacaktır Ingrid’i. Tam bir dangalak, söylemeden edemedim. Gemidekiler bir yana, liman kentlerindeki tipler de pek farklı değildir açıkçası, Portekizli bir asker bombalama atlar Ingrid’in üstüne, başkaları başka şeyler yaparlar, bir huzur vermezler. Başta gerçekten de ruhu okşanır, ilgi hoşuna gider ama farklı şekilde anlaşılacak hiçbir şey yapmaz Ingrid, açıktır, samimidir, yüreklidir. “‘Her şey garip bir şekilde yolunda gitti. Aslında, ne onların ne de benim farklı bir beklentim olmadı ve ayrıca her biri bir diğerinin duygularına şahit oldu. İşte bu yüzden hepimiz birbirimizi az da olsa sevmeye başladık. Onca günden sonra, insan herkesin zayıf noktasını öğreniyor.’” (s. 143) Sosyal emniyet mi demeli buna, kimsenin gizi sırrı kalmayınca herkes bir diğerinden çekinir hale geldi. Ingrid’in başarısı. Sadece kendisi aslında, kendisi olmak dışında yaptığı bir şey yok.

İyi hikâye. Tavsiye.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!