Sylvie Germain – Magnus

Kişiliğin çok parçalı inşasında bir uç hiçbir girintiye denk gelmez, Magnus’un İzlanda kökeni. Doğru bilinen eşleşmeler bambaşka bir resmi ortaya çıkarabilir, yanlıştır, Magnus’un salgın hastalıkları tedavi ettiğini sandığı Nazi babası. Parçaların rengi solar, uçları kırılır, girintileri aşınır, aşk acısı ve travmalar. “Bir portre taslağı, düzensiz bir anlatı, boşluklarla, noksanlarla dolu, yankılarla vurgulanan ve sonunda saçak saçak olup dağılan.” (s. 11) Modiano ve Tabucchi’nin arasına Germain’i koymak lazım, hikâyeyi adım adım kurarken anlatıcının geçmişine dair gizemi çoğaltıyor, açıp açıp durduğumuz kutuların sonuna bir türlü varamıyoruz, anlatının nereye gideceğini merak ediyoruz derken son kutuya değil de son noktaya vardığımızda daha uzun bir arayışı içeren romanlara denk gelmeyi umuyoruz, ne diyeyim, ben seviyorum bu tür karakter eşelemelerini. Eksik parça dünyanın diğer ucunda yer alıyor örneğin, anlatıcı bir sebepten oraya gittiğinde aradığından bambaşka bir şeyle karşılaşıyor ama aradığıyla bağlantılı yine, başka bir ipucu/parça çıkıyor ortaya, yolculuk bitmek bilmiyor. Boşluklar, doluluklar hepsi belleğin parçası, bellek kendinin farkında olarak kendini inşa etmeye giriştiği zaman yapısını da değiştiriveriyor, belki bulduğunun kıymeti değişiyor da başka bir yere varmak istiyor, kendini çözümlemek istemiyor daha fazla, sadece huzura ulaşmayı amaçlıyor. Anlatının sonlarına doğru bu silsilenin sonunu göreceğiz, başlangıçta Franz-Georg’un, Magnus’u isim olarak benimsemeden önce zorunlu bir yolculuğa çıkmak zorunda olan çocuk karakterin yaşamını ve henüz söylenmeyen niteliklerini takip edeceğiz. Franz beş yaşındayken ağır bir ateşli hastalık geçirdikten sonra geçmişine dair her şeyi unutur, belleğinin orta yerinde kocaman, kupkuru bir kuyu açılır. Doldurmak Franz’ın annesi Thea Dunkeltal’a düşer, dilden davranışlara her şeyi baştan öğretir, kaybolmuş geçmişi parça parça anlatarak Franz’ı baştan kurar. Geçmiş bir başkasınındır, Franz dinlediklerini kabul eder ama kişiliğinin bir parçasıymış gibi göremez, Magnus’e sığınır. Oyuncak ayı Magnus renkli düğmeleriyle ve yumuşaklığıyla beş yaşındaki çocuğun en iyi arkadaşıdır, sürekli çalışan ve sevginin kırıntısını dahi sunmayan doktor babanın soğukluğunu telafi etmeye çalışan kısmen yetersiz annenin yanında Magnus çocuğun gerçek ailesidir, olabildiğince. Detaylıca anlatılır, mesela boynunda renk renk, büyük harfler vardır, M nar çiçeği, A pembe, G mor, N turuncu, U gece mavisi ve S safran sarısıdır, soluk renkler Magnus’un yaşını gösterir, bence Franz’ın da yaşını gösterir, çocuk daha o yaşta nice sorunla boğuşmuştur, büyüklerin davranışlarına akıl sır erdirememiştir falan, bölümlerin başlıkları olarak gördüğümüz her parçada Franz’ı biraz daha yakından tanırken anlamlandıramadığı dünyanın karmaşasına da şahit oluruz. Her parçadan sonra bir alıntıya yer verilir, genellikle şiir bunlar, Knausgaard’un Son‘da genişçe bir yer verdiği Celan’ın bir şiiri, havaya mezar kazmakla ilgili sözlerine yer verilir, son dizeleri sonraki alıntıların bitişlerinde görürüz. Anlatı da çok parçalı ve göndermeli, girintiler ve uçlar. Savaş henüz ortada yok, Franz’ın babası Clemens Dunkeltal’ın güzel sesiyle söylediği şarkıların sıcaklığını seven Franz’ın ailesine dair izlenimleri anlatıldıktan sonra ansızın göç başlar, üç kişilik aile güneye doğru oldukça zorlu koşullarda başlayan yolculuklarını zar zor tamamlar. Tanınmamak için isimlerini değiştirirler, arandıkları için gizlenerek seyahat ederler. Clemens Meksika’ya gittikten sonra eşiyle evlatlık oğlunu yanına almaya söz verir ama başarılı olamaz, intihar ettiği söylenir. Thea hastalanır, ölüm döşeğindeyken İngiltere’de papazlık yapan kardeşi Lothar’ı çağırarak oğlunu emin ellere bırakır. Franz için başlarda ağır, sonrasında pek iz bırakmayan bir acı bu. Babasının yaptığı işi, Avrupa’daki dehşeti öğrenmesinin sarsıntısı ve acısı daha şiddetli olacak.

Toplama kamplarında çalışan Clemens çoğu Yahudi’nin öldürülmesine bizzat iştirak etmiş, gaz odalarında çalışmıştır, Thea’nın iki kardeşi Rusya’nın bataklıklarında can vermiştir, aralarından bir tek Lothar kendini kurtarmıştır, zorla o da. 1930’larda Almanya’nın değişimini kaygıyla izleyen Lothar önemli din adamlarının birer birer hapsedilip öldürüldüğünü gördüğü zaman kapağı İngiltere’ye atıp kendini kurtarmış, gitmeden önce evlendiği Yahudi eşiyle ailesi arasında çıkan huzursuzluk aslında dünyanın seyrini değiştirecek gelişmelerin habercisi gibi görülebilir. Yırtarlar sonuçta, Almanya yenilir, aile dağılır. Franz “Keller” İngiltere’ye gittikten sonra adını değiştirerek “Adam” koyar, üçüncü isim. Hannelore Yenge, Lothar’ın eşi çocuğa sevgi göstermez, bunun yanında iyi yetişmesi için elinden geleni yapar. Adam aile bulmacasını çözmeye çalışırken İngilizceyi söker, İspanyolcayı da iyice öğrenir, okula başlar, on dört yaşındadır artık. Hannelore ve Lothar’ın iki kızının arkadaşı Peggy’yle öpüşmesini yıllar geçse de unutamayacaktır, yıllar sonra bir araya gelmelerini yok olmaya dirençli bir anıya borçlu olmaları hoş. Yıllar var daha, Franz okulunu bitirmeli önce ve şu nasıl bir cümle: “(…) yeğeninin dinen, ahlaken ve okulda iyi bir eğitim almasına önem veren bir vasi olarak davranıyor.” (s. 57) Sorunlu bir iki cümle daha var, onun dışında iyi bir çeviri olduğunu araya sıkıştırayım, devam, üniversite eğitimi sırasında Juan Rulfo’nun bir romanını okur Adam, babasını arayan karakterin parçaları bir araya getirmesine dair bu metin Adam’da bir şeyleri uyandırır, Hamburg’a düşen bombalar bir anda bilinçte patlar ve geçmişin karanlıklarını biraz daha dağıtır. Sığınakta saldırının bitmesini bekleyen çocuk Franz geçmişinin nasıl silindiğini hatırlar böylece, daha fazla cevap için babasını bulmak ister ve Meksika’ya gider, hastalanıp sayıklamaya başladığında yanında Terrence ve May’i bulur. Kuzenler, kâğıt üzerinde evlilik, Terry gay, sevgilisi Scott’la birlikte iyi bir dörtlü olacaklar ve Adam’ın sayıkladığı dili çözmeye çalışsalar da başarısız olacaklar. Bir yere varmayan İzlanda bağlantısı bu, bir mekânda otururlarken yan masada konuşulan dili Adam’ın sayıkladığı dile benzeten May doğru tahmin edecek, Franz/Adam/Magnus muhtemelen İzlanda doğumlu, o kısımlar da kayıp ve her kaybın ortaya çıkmayacağını bilmek acı olduğu kadar da tesellidir, neleri neleri bilmemeliyiz ki yaşam katlanılabilirliğini yitirmesin. Neyse, May ve Magnus sevgilidir, May ölür, Scott sevgilisini terk eder, Magnus babasının izini bulamayıp İngiltere’ye geri döner ve Peggy’yle karşılaşır. Avusturya’daki öğretmenlik işi için Almanca öğrenmek isteyen Peggy’ye ders veren Magnus ölümlerin taktığı kilitleri zar zor açar, Peggy’nin eşi de kısa süre önce hayatını kaybetmiştir ve kadın hissizliğe sıkı sıkı tutunmuştur, ne ki Magnus’ün sürekli yakınlığıyla açılır ve Avusturya’da mutlu olurlar, saçma bir olaya kadar.

Parçalı veya bütün, atlamalı veya kronolojik, fark etmez, anlatının bir ritmi, düzgünlüğü var diyelim, pürüzsüz veya uyumlu pürüzlerle dolu bir yüzey. Peggy’nin ölümünün olduğu bölüm bu yüzeyi bozucu bir etkiye sahip, tempoyu bozuyor çünkü. Nedir, ikisi bir gün müzik dinlemek üzere hoş bir mekâna giderler, Magnus şarkı söyleyen adamı zar zor da olsa tanır, babası yıllardan sonra karşısındadır. Bir not yazar ve mekândan çıkıp dikizlemeye başlar, Clemens’i iyi tanıdığını yazmıştır ve kim olduğunu söylememiştir, adamın korkması için elinden gelen her şeyi yapmıştır yani, dolayısıyla adam kendini savunmaya karar verir. Clemens’in öz oğlu Peggy’yi hatırlar ve ortadan kaldırılması gereken kişinin Peggy olduğunu düşünüp babasıyla birlikte saldırıya geçer. Magnus hızla gelen arabanın altında kalmaktan Peggy sayesinde kurtulur, kalçasına aldığı darbeyle yol kenarına uçtuktan kısa bir süre sonra asıl darbeyi yiyen Peggy’nin birkaç metre havalanıp yere çakıldığını görür. Anlatıyı güzel genişleten bir bölüm olacakken hızlandığı için çapaktır bu bölüm, yine de okuru koparmaz. Sonrasında Magnus kuş uçmaz bir yerden ev alır, bir keşişin yardımıyla acılarından kurtulmaya çalışır, devamını da okur neylerse güzel eyler.

Bol ödüllü, taktik teknik ne varsa kullanılan, anlatı dedektifliğini seven okur için hazine gibi bir metin. İlgilisi denk gelince ateş etsin.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!