Selma Sancı – Espas

Karakterlerin isimlerine baktım, belki alfabenin bütün harfleri kullanılmıştır da aralarındaki boşluk bir de bu açıdan imlenmiştir, darbe öncesinin korku ortamı bu biçimde simgelenmiştir, ilişkiler parmak ucu temasından öteye gidemiyorsa böyle de gösterilmiştir diye, yok. Espas boşluk düzenlemedir, okuduğumuz metinlerdeki paragraflar, harfler, ne varsa araları açıktır, böylece tekniğe de kapı aralanır. Sancı 12 Eylül öncesinin Cağaloğlu’nda yarattığı kaotik ortamı incelerken karakterlerini kaygılarla sınar, işçi sınıfının problemlerine değinirken sokağa taşan zapturaptı da başarılı bir şekilde işler. Polislerin varlıkları bile dehşet vericidir, kimi alıp götürecekleri belli olmadığı için karakterler korku içinde yaşarlar, tanık oldukları olaylar temkinli davranmalarına neden olur ki iletişim yollarının birer birer kapanması sevdikleri insanlardan uzun süre haber alamamalarına yol açar. Nebile’nin posta kutusuyla başlar anlatı, Nebile uzun süredir Tahir’den haber beklemektedir ama beklediği mektup o gün de gelmez, sevdiği adamın ortadan bir anda kaybolması endişelenmesine yol açmıştır, kendisi için de endişelidir, bu yüzden yanından geçen çantalı adama yol verdikten sonra adamı inceler. Uzun bir pardösü, baş sağa sola dönüyor sürekli. Temiz. Arkasından ayak sesleri gelince korkuyla dönüp bakar yine, kadının biri elinde zarfla geçip gider. Nebile’nin bir anlığına verdiği dikkati metne kısa detaylar olarak döner, kadının tasviri yapılır, ardından Nebile’nin yüzünün kızardığını görürüz, belki ne yaptığı anlaşılmıştır da kadın haber uçurmaya gidiyordur, kim bilir? Atmosfer oldukça başarılı bir şekilde yansıtılmış, baskı ortamının etkisi insanların en önemsiz(miş gibi görünen) davranışlarında bile ortaya çıkıyor. Olay ne, Nebile ve Nesrin yakın arkadaş, gittikleri dernekte Tahir’le tanışıyor Nebile, okuldaki farklı fraksiyonlarla ilgili tartışmaları dinliyor, sonrasında Tahir’le birlikte yapacakları vapur yolculuklarını dört gözle beklese de adam yok ortada. Okulu kapalı, derneğe gitmeye korkuyor Nebile, kimin köstebek olduğunu bilmediği için Nesrin haricinde konuşacağı kimse de yok, delirten bir dünya. Okul, dernek adı yok, karakterlerin gittikleri belli başlı yerler dışında mekânların adları da yok, bu da kurmaca biçimine yansımış. Metnin boğduğunu, rahat okunamadığını söylemişler bir yerlerde, aşırı yorumlamıyorsam yazarın kendi tercihi olduğunu söyleyeceğim, tıpkı Sütçü‘de olduğu gibi. Anlatıcı kadın İrlanda’nın en civcivli zamanlarında ergenliğini yaşarken nasıl bir kapana sıkıldığını yaşamından örneklerle anlatmaya çalışır, aslında kafesin kendisini anlatmaktadır çünkü yaşamın bütün renkleri demirin pasına, duygular korkunun karasına dönmüştür, haliyle boğar, metni okurken boğuluruz, aşkın bu boğuculuktan kurtulabileceğini düşünürüz ama evinin basılıp basılmayacağını, idam edilip edilmeyeceğini bilmeyen insanların diken üstülüğü aşkın duyguları da gemlemiştir, ihtiyaçlar hiyerarşisinin en alt basamağını garantiye almak, ilk bölümün son canavarını geçmek isteyen karakterler karakterlikten de çıkarlar neredeyse, bir iki istisna dışında hepsi korkunun tek tipleştirdiği figürlere dönerler, hem kurmaca hem de korku kurmuştur onları, yaşamları tekdüzedir, aslında koca ülke tekdüzedir, infaz edilenlerin ardından konuşulmaz ve sıranın yakınlara gelmemesi için dualar edilir. Yaşamların muhasebesi budur, hep aynı sonuçtur, bu yüzden yaşamanın kolay olmadığı bir dünyanın kurgusu da aynı ölçüde zor bir okuma deneyimi yaşatır. Eh, Sancı’nın metninde de benzer bir durumun ortaya çıkması makul. Anlatının kronolojik çizgisi belli belirsizdir, geçmişe gelip gitmelerle sağlanan anlam alanında yine bir şeyler müphemdir, atölyelerde çalan Orhan Gencebay kasetleri, o dönemki matbaa teknolojisiyle ilgili karakterlerin işleri üzerinden verilen detaylar zamanı kestirebilmemizi sağlar, üniversitelerin özerkliği henüz alaşağı edilmediği için öğrenci alımları bahsi gibi hoş detaylar da dönemi pek hoş kurgular ama anlatının geneline sirayet eden belirsizlik tuhaf bir gerilime yol açar, karakterlerin ruh durumları açık hava hapishanesini inşa etmiş gibidir. İktidarın gücü doğrudan anlatılmaz, ortadan kaybolanlardan sokak ortasında ansızın götürülenlere pek çok insanın yokluğuyla, genel bir tedirginlik havasıyla aktarılır. Panoptikon işini pek iyi görür kısaca.

Nebile matbaada çalışır, üniversite için para biriktirir, Tahir’den haber almayı bekler. Sendikaya girdiği için işten çıkarılan arkadaşıyla vakit geçirir, işyerindeki gammazlara karşı dikkatli olmalarını söyleyen arkadaşına çıkışır, aslında Nesrin için endişelenir ama kaymaklı bisküviyle karnını doyururken beklediği arkadaşı gelmez, Nesrin’in patronla takışıp işi bıraktığını öğrenir. Üzüntüsünü annesiyle paylaşmayı düşünse de vazgeçer, annesine göre Nebile’yi derneklere, örgütlere götüren Nesrin’dir, bu yüzden Sinema Tek’e gitmelerine izin vermemiştir kadın. Aile cephesinden de ayrı bir baskı var, dört koldan kuşatılmış karakterler. Bazılarını kendi serüvenleri sürdüğünce görürüz, temas ettikleri noktada başka bir karakterin gözünden görmeye başlarız olayları, kısa bir süreliğine yaşamlarına konuk oluruz ve ortadan kaybolurlar, haber alamayız onlardan bir daha. Tahir böyle bir karakter, saklandığı eve gelen arkadaşının paniğinden ötürü tutuşur, afişleri ve diğer kâğıtları yok etmeye eli varmaz. Evin her an basılabileceğini söyleyen arkadaş ortadan kaybolunca Tahir de gitme planları yapar, Ankara’daki ablasını düşünür, o sırada duyduğu en ufak bir sesten ürker ve pencereden dışarı bakar sık sık. Sokak köpekleri, ortalığı pek aydınlatmayan gece ışıkları, her şey tehlikeyi çağrıştırır. Dış dünyayla tek bağlantısı olan Nebile’ye mektup yazmayı düşünse de zamanı yoktur, sabaha karşı giyinip çıkar, otobüs durağına doğru ilerler, yanından geçen her insanı korkuyla izler. Gelen ilk otobüse binmeye karar vermişken kısa süre önce durağa gelen iyi giyimli, siyah paltolu adamın otobüslerle ilgilenmediğini fark eder, gelen otobüse doğru hareketlendiği sırada omzuna bir el dokunur. Tahir’in adını bilen adam biraz gelmesini söyler, o “biraz gelmek” anlatının dışına çıkmasını sağlar Tahir’in, ne olup bittiğini öğrenemesek de malumdur. Tahir’in kaderini paylaşmak istemeyen Nesrin’in Almanya’ya gittikten sonra yazdığı mektup anlatır durumu, Tahir ve uyarmaya gelen arkadaşı içeri alınmışlar, mahkemeleri bir türlü başlamıyor. Cendereden kurtuluş yok, kaçmadan önce durum öyle bir hal almış ki Nesrin tutuklanacağı ânı beklemekten yılmış, en sonunda gitmeye karar vermiş ama başka bir ülkenin verdiği huzur imrenilesi değilmiş pek, beklemektense dönmeyi düşünüyormuş Nesrin, böylece korkusunu yeneceği gibi arkadaşlarının yanında da olabilirmiş. İçerisi veya dışarısı fark etmez, karakterler arasındaki mesafe giderek büyüse de birbirlerinden kopamadıkları için anlatı sürüyor bir anlamda, sahnenin dışına çıkanların eylemlerinin yankıları herhangi bir bölümde karşımıza çıkabiliyor, hapishane daraldıkça herkes herkesten haberdar oluyor sanki. Hapishaneye yollanan bir mektup yoluyla da görebiliyoruz bu durumu, mektup bir başkasına yazılmıştır ama yazım hatası sonucu mektubun teslim edildiği adam yazarı tanır, içerideki dostlardan selamları sıralar, dışarıdakilerin hallerini sorar, mahkumiyet süreciyle ilgili bilgiler verir. Adamın mektubundaki yazım hataları korunmuştur, başka bölümlerdeki diğer pusulalarla kıyaslandığında faşizme karşı mücadelede sınıfların bir arada mücadele edebildiğini gösterir bu. Üniversite öğrencilerinin işçi sınıfıyla omuz omuza mücadelesinin örnekleri anlatıda mevcut, bunun yanında hapishanede de benzer bir durum var, korkup geri çekilenlerin yanında bedel ödeyenlerin sesi daha gür.

Mücadelenin ruhu karakterlere tirat attırmıyorsa da bir iki uç var, küçük, didaktik bir iki cümle hemen kesiliyor, rahatsız etmiyor. Dağınıklığı, bağlanmayan noktaları tekniğe dahil edilir, sırıtmaz. Beğeniyle okunur yani, iyi bir roman. Öyküler halinde.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!