Sanıyorum ateşmizaç Ataç’ı en iyi Kocagöz anlatmıştır, şimdiye kadar başkasının anılarında rastlamadım bu kadar açığına, Ataç’ın kızı Meral Tolluoğlu Ataç’ın anıları dahil. Fakülte yıllarına dayanıyor tanışmaları, 1940’lara, o sıralar Kocagöz öğrenci, Ataç hoca. Köprülü’yle koridorlarda ayaküstü sohbet, Tanpınar’la birlikte hocaların odasına yürüyorlar, sonra Eminönü Halkevi konferansı. Kocagöz’ün Telli Kavak -“Tellikavak” diyor Kocagöz, öyledir- nam kitabı yeni çıkmış, Ataç’a Samim Kocagöz’ü tanıyıp tanımadığı soruluyor, Ataç, “Şu Tellikavak‘çı kocagöz mü?” diye soruyor, Kocagöz’e göre iltifat(!) ediyor. “Kısaca bir şeyler konuştuk. Birden herkesin içinde, üç dört Fransızca kitabın adını anarak, bunları okuyup okumadığımı sordu. Ataç’ın genç yazar ve şairleri, ilk görüşünde böyle bir sınava çektiğini(!) duymuştum. Hemen kendimi toparlayıp, ‘Ben Fransızca bilmem efendim!’ dedim, çıktım işin içinden. Böyle damdan düşercesine sorularla niçin gençleri zor duruma düşürdüğünü, düşürmek istediğini Ataç’ın, bir türlü anlayamamışımdır.” (s. 174) Bir zaman sonra İzmir’e gelir Ataç, kısa süre önce dergilerde bir hayli atıştığı Kocagöz’ün konuğu olur. Birtakım sözcük oyunları ile perişan(!) olmuştur Kocagöz, halkı, köylüyü neden edebiyata sokmamak gerektiğini hâlâ anlayamamıştır, yemekte sorar. Halkçıdırlar madem, Ataç yemekte halkçı olduğunun üzerinde defalarca durur, o halde neden kavga etmektedirler? Ataç sofrada da arıza çıkarmıştır çünkü, Kocagöz meseleyi anlamaya çalışır. Ataç’ın cevabı: “Ben bireyciyim, sen toplumcusun.”
Ertesi gün konferans, Ataç konuşmasını yarıda bırakıp Kocagöz’e yardırıyor: “‘Beyim.. beyim! Bir köy köy diye tutturmuşsunuz! Tutturmaya tutturun karışmam! Ama işin nereye varacağını size bir örnekle anlatayım: Amerika’da Upton Sinclair, petrol işçilerinin dertlerini, sıkıntılarını bir romanında anlatmış. Zamanın Amerikalı yöneticileri, hükümeti, bu dertleri, sıkıntıları halledivermiş. roman da yapı yutmuş! İyi mi?’” (s. 175) Keşke bütün romanlar hapı böyle yutsa. Kocagöz cevap verse verir, vermiyor, vermemesini anlıyorum zira kendisiyle ilgili değil pek o saldırılar. Kendimden de biliyorum, saldırıya kalkışan bir iki değerli yazar aslında kendileriyle kavgalıydılar, belki görülmediklerini düşünüyorlardı, beni ezebilirlerse bir şey olduklarına inanacaklardı. Arkadaşlığımız bitti, üzüldüm ama yapacak bir şey yoktu, ezilmedim çünkü bana tesir etmedi davarlıkları, Kocagöz’ün defalarca değindiği gibi her yazarın mücadelesi kendisiyledir, beni benden başka kimse ezemeyeceği için onlara hiçbir ânında iştirak etmediğim yarışlarında başarılar diledim, ortamdan ayrıldım. Neyse, tantana biter, Ataç söyleyeceğini söylemiştir, Kocagöz kalabalığın dağılmasını bekledikten sonra yanaşır, Ataç’ın “sevimli haliyle çıkışmasına”, “Ne bekliyorsunuz?” demesine, “Sizi… Eve gitmeyecek miyiz?” sözleriyle karşılık verir. Düşmanlık yok, kavgalardan ötürü kırılan kırılır ama Kocagöz’ün yüreği, aklı engin, çözüvermiş Ataç’ı, yoksa hırgür bitmezdi. “Öfkeli, kavgacı adamdı… Ama İzmir’de bir süre birlikte olduğumuzda onu iyice tanımıştım: Ataç’ın öfkesi, saman alevine benzerdi. Konuşur, güler gibi öfkelenirdi. Öfkesi, kavgacılığı, kişiye karşı değil, kişinin kimi fikirlerine karşıydı… Kavga ettiği, öfkelendiği kişiye karşı sevgisini ayrı tutmasını bilirdi.” (s. 177) TDK’ye Ataç’ın imzasıyla alındığı bahsinden sonra söylüyor bunları Kocagöz, sırf buna yaslandığı da söylenemez ama Ataç’ın sevgisini bu yolla gösterdiğini başka olaylardan da biliyor muhtemelen, bize son bir anı bırakmış, sevginin emarelerini çıkarabilelim diye belki. Önce Kocagöz’e “ağzıyla kuş tutsa hikâyeleri için yazı yazmayacağını” söylüyor Ataç, birlikte vapurdalar, sonra Kordonboyu’nda otobüs yolculuğu yapacaklar, Ataç bayılacak o kayıkvari gidişe, çocuklaşacak. Kocagöz çerçeveyi çizmiş, Ataç’a neden düzyazımızı sevmediğini anlatırken lafını kesiyor Ataç, Kocagöz’ün söylediklerini kendi yazdığı bir yazıdan alıp almadığını soruyor, Kocagöz öyle bir yazısının olmadığını söylüyor Ataç’a, bütün yazılarını okuduğunu tahmin ediyorum. Ataç kıyıya bakıyor, konuyu değiştiriyor, eve dönerken Kocagöz’ün oğluna çikolata almayı hatırlatmasını istiyor Kocagöz’den. Muhteşem bir Ataç portresi bu, huysuzluğundan inceliğine tam bir huzursuz ruh.
Kocagöz’ün önemi, yeri teslim edilmemiştir, hakkında bu kadarını bilmek yeter, geri kalanı anılarında. 12 Mart döneminde Yaşar Kemal’le hapishane arkadaşlığı, dönemin aydınlarıyla birlikte insanlıktan çıkmama çabaları parmaklıklar ardında, askerin görece insancıllığı, polisin insafsızlığı ayrı bir bölümdür, 1980’lerde yazmıştır bunları Kocagöz. “Getir götürcü” polisler sadece işlerini yaptıklarını söylerler, eziyet de etmezler gerçekten ama eli yüzü düzgün, takım elbiseli abilerin gaddarlığı fenadır, onlardan gelecek kötülüğe karşı dik durur Kocagöz, bir de edepsizlik, densizlik edenlere pabuç bırakmaz, lafı gediğine koyunca gözlerdeki şaşkınlıktan keyiflenir. Ne beterdir aptallarla uğraşmak, hele devleti örümcek ağıyla sarmışlarıyla, yine kendimden bildiğimce söylüyorum. Evet, Kocagöz’ün çocukluğu, burjuvalığı, halkçılığı, Menderes’le İnönü’ye aynı muamelede bulunup 1960’lara kadar siyasete karışmaması, sonra TİP’te yardırmaya başlaması, belki politikaya atıldığından ötürü ikinci planda görülen yazarlığı, hepsinin hikâyesi okunası, muhteşem hikâyeler ama edebiyatçılarla anıları, burada selam dur, on numara beş yıldız. Balıkçı’yla uzun süren kalem arkadaşlığı var bir yandan, diğer yandan siyasi dostluğu: Fakir Baykurt sendika toplantısı için İzmir’e geldiğinde Kocagöz hemen gider toplantıya, bir de bakar ki Balıkçı da orada, sarılırlar. TÖS’ün sesini sağlam duyurduğu yıllar, dayanışma had safhada. Burayı Melih Cevdet’in TDK olaylarına bağlayabilirim sanıyorum.
İmza tamam, Ataç onayladıktan sonra TDK’nin yönetim kuruluna giriyor Kocagöz, 1960 Kurultayı’nda Kurum’a üye olmak isteyenlerin oylamasına katılıyor. “Şair Melih Cevdet Anday arkadaşımızın üyeliği söz konusu. Oya konuyor, gizli verilen oylar sayılıyor, onsekiz oy ret, onbeş oy kabul. Bir kıyamettir koptu. Uzun uzun tartışıldı. Yeniden oylamaya karar verildi. Sonuç değişmedi. Birden öfkelenivermişim; ‘Melih gibi bir şair, düzyazı ustası, eğer bu Kurumda olmayacaksa, ben de bu Kurum’da yokum!’ dedim. Yürüdüm, çektim kapıyı çıktım. Merdivenlerden inerken yetiştiler; ‘Gel, konu yeniden görüşülecek…’ dediler. Elim ayağım titremiş, döndüm, yerime oturdum. Baktım, Naim Tirali, ayağa kalkmış konuşuyor: ‘Samim, haklı… Eğer Melih Cevdet üyeliğe kabul edilmezse, biz de yokuz. Yarın Vatan gazetesine bakın; ‘Melih Cevdet Anday, Türk Dil Kurumu üyeliğine kabul edilmedi!’ diyerekten manşet atacağım!’” (s. 179) Üyelerden biri Anday’ın solcu olduğunu, üyeliğe kabul edilemeyeceğini söyleyince Kocagöz, “Ben de solcuyum!” diye kükremiş resmen, Kurum’da sağ görüşün güçlü olması yüzünden ortaya çıkan arızalara da değiniyor ara sıra. Baykurt’a ödül verilmiş mesela, te ne zaman açıklanmış, Kocagöz’e 1960’ların sonunda ödül vermişler, Orhan Kemal 1969’a kadar ödül alamamış. Şimdi bu ödül olayları da çok su götürür ama Kocagöz’ün değindiği mesele malum. Aynı gün çıkan başka bir kavgayla bitireyim, borazancılıktan bir türlü emekli olamayanların başında gelen Behçet Kemal Çağlar’ın yediği nane çok matrak: buna 1957’de Nutuk‘un Türkçeleştirilmesi görevini vermişler, aradan üç yıl geçmiş, sordukları zaman Çağlar “Nutuk‘la Başbaşa” nam o enfes şiirini okumaya başlıyor! Çeviri meviri yok, Çağlar şovunu yapıyor, sonra muhtemelen paparayı yiyor, hemen orada kurulan bir komisyon devralıyor işi.
Bitiremedim zira Kemal Tahir’in zirzopluğu var, anlatmalı. Yaşar Kemal az gömmez Tahir’i Erdal Öz’e yazdığı bir mektupta, aslında Tahir hak ettiğinden çok çok daha az gömülmüştür, daha çok gömülmelidir zira kötü romancıdır, estetik kustetik pek sallamaz, bam bam gider. Kocagöz’e ne yapmıştır, densizlik, birkaç kez iletişim kurmuşlar çeşitli yollarla da Kocagöz’e nasıl yazması gerektiğinden başka çok az şey söylemiş. “Şöyle yap”, “böyle yaz”, “tam 160 tane hata buldum romanında”. Kocagöz cins bir maddeyle karşılaştığını bildiği için yine umursamamıştır, eğlenceli bir anı olarak anlatır bunu.
Çok şey kaldı, X’te paylaşırım artık. Kocagöz’ün yaşamına bakmalı, yakın dönemin edebiyat dünyasını bir de buradan görmeli.
Cevap yaz