Ricardo Romero – Başkan’ın Odası

Ev büyük değil, sokaktaki diğer evlere göre küçük de sayılmaz. Büyükçe dense şehirdekilere göre küçüktür, kerteriz belirsiz. Ev iki katlı, tavan arası sayılırsa üç. Anlatan çocuk haricinde oraya giden yok, öyleyse evin en büyük odasıdır çünkü anlatıcının yalnızlık sahasıdır, Xavier de Maistre’nin sonsuza ıraksayan hücresi. Tavan arasında olduğunu düşünür anlatıcı, çatı katında olduğunu düşünmek imkânsızdır. Dil bir tercihtir, sınırları belirler. Buzlu camlar, sızan ışık, tavanın penceresi tavan arasınındır, pencerenin çatıya ait olduğunu düşünmez çocuk, çatı dışta kalır. Üst katta anneyle babanın, abinin odaları, bir de çocuğun kardeşiyle paylaştığı oda var, eskimiş. Leke olmayan lekeler silinince çıkmamalarından, fayansların sayısızlığı sayılamamasından, banyoların farkları tıpatıp birbirine benzese de sezgisel görüyle kalmalarından, üstelik duvarlar da aynı değil. zemin katla üst katın duvarları aynı uzunluğa ve genişliğe sahip gibi duruyor, zemin katın daha büyük görünmesinin açıklaması yok. Zemin katta mutfak, yemek odası, çalışma odası ve ön cephenin solunda, bahçeye bakan bir oda var, her zaman hazır, Başkan’ın odası.

Kısa parçalardan oluşan bir anlatı, evin uçsuzluğundan okulun bucaksızlığına, kentin apartmanlarından/apartmanlığından Başkan’ın odasına uzanıyor. Merdiven için bir bölüm, hangi katta? Merdiven zemin kata mı üst kata mı ait? Merdivenden bakıldığında üst katın imleri zemin kata iner mi veya alt üste varır mı? Orantısızlığın sırrının orada olup olmadığını merak ediyor çocuk, Başkan’ın odasının yepyeniliği banyoların eskiliğini, dedenin evi inşa ettiği dönemi anımsatıyor. Kentin dışındaki o ev etrafta hiçbir yapı yokken inşa edilmiş, Başkan’ın odasının etrafına. Banyolar için de aynı şeyi düşünüyor çocuk, havada duran banyonun etrafına inşa edilen evde iki ucun gösterdiği şey Başkan’ın lekelere kondurulmaması. Başkan  kahverengi ve gri takım elbiseleriyle pırıl pırıl, her gün televizyonda izliyorlar. Başkan bir gün gelecek, odasında dilediğince kalacak ve tekrar televizyonlara dönecek, her evde Başkan için bir oda var. Banyo odanın hemen üzerinde, sifon çekilse Başkan duyar, evin eskimesine rağmen kendisinin eskiyeceğini, yaşlanacağını düşünmeyiz çünkü Başkan sadece Başkan değildir, beklenen bir şeydir ve her beklenen şey gibi gerçeğin ötesindedir, henüz icat edilmemiş bir gerçekliktir, her anlamla, simgeyle doldurulabilir. Art alanı geniş bir anlam düzeyidir Başkan, belki de bu yüzden evlerin bodrumları tuğlalarla kapatılmıştır, boşluğu beklenene aktarabilmek için. Dedenin zamanından beri yasak, bodruma inilemez. Bu yüzden kimse o evlerde oturmak istemiyor, kapatılmış bir alanın üzerinde oturmak istemeyenler kentlere gidiyor. Toprak ve hava arasında dizilmiş kutularda yaşam. “Toprak ölüler için derler, hava ise canlılar için. Peki havaya gömülen, orayı mezar belleyen bu daireler kim için?” (s. 34) Çocuk kendi kendine düşünüyor, tavan arasına rahatlıkla çıkıp saatlerce düşünebiliyor, annesiyle babasının ilgisi diğer kardeşlerin üzerinde. Animizm mi bu, çocuk eve, duvarlara yaşam mı sunuyor bilmiyoruz ama Başkan’ın gerçek olduğunu biliyoruz, okulda üst sınıflardan bir çocuğun evindeki odada kalmış. Biraz ünlü bu yüzden o çocuk, arkadaşıyla kavgaya tutuşsa da hiçbir ceza almıyor, Başkan’ın ziyaret ettiği insanlar sınıf atlıyorlar sanki. Anlatıcı evin önündeki ağaca çıkıp Başkan’ın odasını gözetliyor bu yüzden, belki gelmiştir. Odanın varlığı unutuluyor sıklıkla, annenin günlük temizliğinden sonra oda hiç var olmuyor, akıllardan çıkıveriyor. Zihinde yoksa var olmayan bir mekân haline geliyor, Başkan gerçekten gelirse odasını yerinde bulabilsin diye odayı gözetliyor belki çocuk, evin ve bilincinin bir parçası silinmesin diye. Geceleri herkes uyurken evde geziniyor bu yüzden, duvarlara kulaklarını dayıyor, çıplak ayakla geziniyor ve Başkan’ın odasına girmiyor hiçbir zaman. “Evimizin nüfusu, geceleri, gündüzden daha fazla.” (s. 19) Uyuşukluk haliyle yaşarlar, uyudukları zaman ev canlanır, bir tek çocuk bunun farkındadır. Gündüzleri şahit olduğu olayları da anımsar, örneğin civardan gelen müzik sesini dinlemek için terasa çıkar, gerçek çalgılarla icra edilen müziğin nereden geldiği belirsizdir, uzaklardan gelir ve kısa süre sonra diner. Kardeşlerden biri hastalanır, anlatıcı o sırada hayatta olmamasına rağmen dedesinin yaşlılığındaki homurtularını, bağırışlarını duyar, adamı görür hatta, kardeşiyse dedesini tanımaz. Yaşayanlarla ölüler bir aradadır o evde, kardeşle dedenin ateşi çıkmıştır nihayetinde. Hastaların çıkardıkları sesler, evin kendi sesi bodrumda yankılanır çocuğa göre, bilinmeyene çarparak yankılanıyor, geri geliyor. Neyden yankıyor, çocuk bilinmeyeni ürkünç bir şey olarak görüyor bu kez, bodrumlardan iyi bir şey çıkmıyor. Korku bir şeylerin olma ihtimaline karşın olmamasında, Başkan’ın gelmeyip odasının boş kalmasında. Anlatıcı kendisi hastalanınca bayrağı kardeşinden devralıyor, düşüncelerinin tonu değişmiyor. “Acaba ateşim çıkınca mı üzücü şeyler düşünüyorum yoksa üzücü şeyler düşününce mi ateşim çıkıyor?” (s. 36) Çok tanıdık bir söz, High Fidelity akla geliyor, oradaki karakter de hüzünlü olduğu için mi pop müzik dinlediğini yoksa pop müzik dinlediği için mi hüzünlü olduğunu merak eder bir zaman. Neyse, evlerin birbirine değmemesi gerektiği bu hastalık dönemlerinden. Evler bir başlarına durmalı, mümkünse müstakil, bir evin duvarları yeterince değişken, tuhaf ve derinken birbirine yapışık duvarlarla baş etmek zor. Komşuların gürültüleri, yan evin sıcağı, duvarların fısıltıları yaşamı yeterince zorlaştırıyor ki anlatıcının yaşamı yeterince tekinsiz, daha fazlasına tahammülü yok. Mekân, aile, her şey bilinmeyenin ortasında bekliyor adeta. Tavan arası var bir, çocuk orada tek başına kalabildiği için gerçeğe en yakın mekân. “Tenim bir duvar ve bir yanında ne var, öbür yanında ne var, bilmiyorum.” (s. 38) Şehir merkezindeki apartmanlar nasıl, birinin zemini diğerinin tavanı mı oluyor orada? Dil olanaksızlıktır o yaştaki bir çocuk için, şemaları biçimleyemez, kavramlar o kadar akışkandır ki yaşam çağlayıp durur, akıştan başka bir şey yoktur.

Başkan gelir, görünüşü televizyondaki gibidir ama etrafında maiyeti yoktur, bir başınadır. Çocuk ağaca çıkıp Başkan’ı dikizler, adamın orta yerde dikilmesini izler, hareketlerden anlam çıkarmaya çalışır ama başarılı olamaz. Sanki bir başka kendiliği var etmektedir Başkan, aslında başka biri olduğunu gösterir. Hiçbir şey değişmez, evdekiler Başkan’ın geldiğini anlamazlar, çocuk da bahsetmez bu ziyaretten. İkinci, üçüncü kez de gelir başkan, ıslıkla çaldığı melodiyi okulda taklit eder çocuk, Başkan’ın ziyaret ettiği diğer çocuğa dönüşmek istemezse de o çocuğun da başka bir melodiyi çaldığını duyunca değişimin çoktan gerçekleştiğini anlar, dile getiremeyeceği sırrı tek başına taşımak zorunda olduğunu acıyla fark eder. Başkan’ın geldiğini komşulardan gören yoktur, odanın temizlenme biçiminden ailenin de görmediği malum. Işığı kimin söndürdüğü cevaplanamayan onlarca sorudan biri, Başkan giderken ışığı açık bıraktı ama yanmadığını görüyor çocuk, neden sormuyor evdekilere? Neden insanlar cansız mankenden öteye var olmuyor, çocuğun yalnızlığı mı bütünlüyor evi, insanları? “Yoksa bende bir terslik mi var?” (s. 86) Odadaki bütün eşyaları listeler, yeri değişen eşyaların fark edilip edilmeyeceğini merak eder, annesinin her gün odayı temizlemesine rağmen hiçbir şey fark etmemesi yalnızlığını perçinler. Dünyayla sakınımlı bir bağdır kurduğu, mesafeleri hiçbir edimi aşamaz.

Lemis’ten nefis bir novella, tavsiye ederim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!