Sian’ın kabuslarını, Mack’le gerilimli ilişkisini, mesleki tatminini ve eksik bacağını döndüre döndüre hikâyeyi ilerletip şişede bulunan elyazmasıyla tokuşturunca bir örüntü çıkıyor ortaya, novella hacmi yeterli. Azize Hilda’nın manastırının yıkıntıları arasında bulmaya çalıştığı huzuru bin yıl öncesinden kazıp çıkarmak için Mack’in yardımı faydalı olabilirdi ama adam tam bir mantık insanı, analitik zekâsını pörtleten bir doktor, Sian’ın uğraşını desteklemediği gibi karşı çıktığı da oluyor ki yaralarını taşımakta zorlanan kadın için daha beter bir duruma yol açıyor bu. Sian özsaygısını yitirmiş olsa da hormonlar çalışıyor, Mack’le birbirlerine çekiliyorlar. İyi sonuçlanmayacak bir yakınlık. Sonuçlanmayacak demeli belki, beklentileri düşününce “iyi”si fazla. Mack’in beklentisi nedir, yüzeyde sonsuza ıraksayan bir adam aslında Mack, babasının bıraktığı mirası değerlendirmek için Whitby’e gelmiş, yazdığı tezi bitirir bitirmez Londra’ya dönecek, bir müddet oralarda takılıyor sadece. Sian’la çatıştıkları yüz beş konuya rağmen kadın bıçak altına yattığı zaman kazı alanına her gün gelerek soruşturuyor, bildiğince yakınlaşmaya çalışıyor ama pek az biliyor görüleceği gibi, Sian’ı anlayacak bilişsel yapıya sahip değil, aslında ilişkileri anlaması bile pek mümkün görünmüyor, sanki duyguların ne olduğunu sonradan öğrenmiş de sosyalliğe uyum sağlamaya çalışan bir insan(sı) Mack. Sian’a kıyasla. Çok başarılı bir ıska, kusursuz, sonu başından bu kadar berraklıkla görünen ilişkilenme. Mack’in köpeği Hadrian’ın oyunculluğu, öncesinde Mack’in asıl adı “Magnus”, “muhteşem”, dışarıdan bakıldığı zaman tabii, ayrıca kabuslardaki adamla Mack’in benzerliği: “Sian adamın ellerinin boyutunun farkına vardı: alışılmadık derecede büyüktü. Batıl inançtan kaynaklanan bir ürperti, küçücük bir su damlası gibi omurgasını gıdıkladı. Adamın aksanındaki, genzinin derinlerinden gelen sesi fark ederek dikkatini başka yöne çevirdi.” (s. 15) Hikâyenin başında Sian’ı rüyasında katledilmek üzereyken buluruz, yanağını okşayan el nazik ama rahatsız edici şekilde büyüktür, neredeyse adamın kafası kadar vardır, ipi Sian’ın ağzını kapamak için kullanır veya bıçakla gırtlağını kesmek için, hangi el hangi işi yapıyor bilmiyorum, o sıra adam direnmemesini söylüyor Sian’a, olacak olan olacak. Rüyasından röhleyerek kurtulan Sian kuşların çığlıklarını işitiyor, Bosna’da yaşadıklarını hatırlıyor. Sevgilisi Patrick’in yanında o sıra, Sırplar Müslümanları katlediyorlar, sarhoş bir sürücü Sian’ı ölümün eşiğine getiriyor. Yirmi metre mi, aracın altında sürüklenen kadının bir bacağı kesiliyor, yaraları iyileşene dek Patrick ayrılmayı kuruyor kafada, bir bacağı eksik olamaz sevgilisinin. Terk ettikten birkaç gün sonra Sırp bir keskin nişancının kurşunuyla öldürülüyor, yarayı çoktan açmış, derinleştirmiştir, ruhunu da eksiltmiştir Sian’ın. Şişlik giderek katlanılmaz hale geliyor, belli ki kalçasında bir arıza var ama doktora göstermeyecek, işine yoğunlaşıp bir gün her şeyin biteceğini hayal edecek Sian. İntihar veya başka bir yol, gücünü manastırın sessizliğinden, kalıntıların anlattıklarından, Ortaçağ yaşantısının tevazusundan ve huzurlu Stoacılıktan alacak. Manastırdaki kilise mezarlığına varan yüz doksan dokuz basamak, ardından kazı ekibiyle işe koyulup unutmak ağrıyı, mezar taşlarının arasındaki dinginliğe kavuşmak. Bosna’da kazadan sonra geçirdiği günlerdeki gibi yatağa mahkum olmayacak bir daha, gerekirse yüz doksan dokuz basamaktan yuvarlanıp bütün kemiklerini kıracak.
Mack’le ne yaşıyorlar, bir kere Dracula’nın mezarının orada olup olmaması üzerinden popüler kültür tartışması. Dracula orada olsa bile Sian’ın ilgisini pek çekmez, çıkarılan 66 iskeletin çağrışımları çok daha önemli. Hafif tempoyla koşan biri önce, uzaktan da Yunan tanrılarına benziyor, dostlukları yeni başlamış Hadrian’la birlikte sabahları koşuya çıkan Mack piyasaya ilk çıktığında Sian’ın ilgisini çekiyor. “İstiyorum, istiyorum, istiyorum” italik, tekrarlanacak son görüşmelerine dek. Terslikler de ilk görüşmede ortaya çıkıyor aslında, Mack’in kendiyle ilgili söylediklerinde tutarsızlıklar sezilebiliyor, mantığını aradan çıkarmıyor yani Sian. Teatral biri, Whitby Manastırı’nı görüp ölmenin güzelliğinden bahsediyor girdiği role iyice kaptırarak, Sian’ın tüylerinin diken diken olduğunu elbet görmüyor. Manastır’ın turistlerin yorumlarına göre tekrar inşa edildiğini söyleyerek bilmediği konuda akıl yürütünce Sian tetikleniyor, ertesi gün yapıyla ilgili ne kadar broşür, kitap varsa Mack’in posta deliğinden içeri sokalayıveriyor. Şöyle: “Birinin; daha doğrusu özellikle yanındaki bu adamın, buranın ilkel ihtişamına ve trajik harap olmuşluğuna kayıtsız kalabilmesi, ona haklı bir ders vermek konusunda kışkırttı Sian’ı.” (s. 21) Kolaylıkla kışkırabiliyor Sian, sonraları Mack’in kırdığı her pot için kapıldığı öfke olmasa aralarında çok daha derin, anlaşıldığına göre çok daha yanlış bir bağ kurulabilirdi. Mack’in araştırma konusunu sormadığını hatırlıyor bir ara Sian, adamın çalışmalarına önem vermiyor da birlikte görünmelerinden ötürü iyi hissediyor. Sakat birinin yanında yakışıklı bir adam. Salak mı denir, ne denir, bir ara merdivenlerden çıkma yarışı yapmak isteyince Sian’ın yüzünün şekilden şekle girdiğini görmüyor, sesinin burulduğunu da duymuyor, o âna kadar kadının bacağının takma olduğunu fark etmemiş! Orada olmayan insanlardan Mack, dinler, sohbet eder ama dikkatini vermez, unutur, yüzeyde kalır. Babasının bir zamanlar civardaki kalıntılarda bulduğu, neredeyse 300 yıllık şişeden çıkan kâğıt tomarının hikâyesiyle ilgili yorumları son damla olur zaten, Sian karşısında ebleh ebleh konuşan adamla daha fazla vakit kaybetmek istemez artık, duygusal zekâ düşüklüğü bütün erotizmi alıp götürür. Aslında iyi mücadele etmiştir Mack, hakkını vermek gerek, mektuptaki hikâyeyle ilgili peşin hükümlü olmasa ve ölümle ilgili aşırı öznel deneyimi dinlemek yerine beyinde olan bitenleri anlatmaya kalkmasa ilişkileri bir ihtimal sürerdi. Her yol ayrımında yanlış yola sapmayı başardığı için tebriği hak ediyor Mack.
Thomas Peirson’ın itirafnamesi o tomar, kızının ve kendisinin mezarı yakınlarda olduğuna göre anlattıklarının doğru olma payı yüksek. Başta kızını nasıl boğduğunu anlatıyor Thomas, boğazının üzerinde yanlış anlaşılmayacak izler bırakmak istediğini söylüyor, inananların yanında istirahate yatmasını sağlayacak kadar. Günden güne okuyabildiği kadar okuyor Sian, kâğıtların parçalanmasını engellemeye çalışıyor, Mack’e okuduğu bölümlerden biri uçurumu iyice derinleştiriyor: Mack’e göre cinayet hikâyesini gazetecilere satmalılar, Sian’a göre kafayı yememeliler, satmak da nesi, hikâyenin tamamını okumadan hem. Doktor tıbbi verilere ulaştığını düşünerek yorumluyor cinayeti, arkeologsa hikâyelerin rahat bırakılması gerektiğini düşünüyor, özellikle kazı sürerken. Ve, hayır, Azize Hilda deliler ve canilerle bir tutulamaz, pratikleri yüce bir varlığa ulaşmak içindi, yine hayır, doğal arzulara nefret duyulması şart değildi, nefret duyulduğu için toprağın altında değil Manastır’dan kalanlar, “gelişen toplum” her zaman iyi yöne doğru gelişmiyor. Son bölümde öğreniyoruz ki William Agar nam onursuzun teki kızı kaçırmış veya kandırmış bir şekilde, kaç zaman sonra nehirde bulunan bedenin kıza ait olduğu anlaşılınca Thomas bedeni taşımış, görmüş ki kızının dudaklarında zehir kalıntıları var, cinayet süsü vermeye çalışmış zira intihar edenler kilise toprağına gömülmüyorlar. Bunun üzerinden bir kavga daha, kız kendini gerçekten öldürmediyse cennete gidebilir ama öldürdüyse Thomas’ın umudu Tanrı’nın şefkatinin her şeyden üstün olması, Mack’in anlayamayacağı bir umut. Daha da gömülmek istemiyor Sian karanlığa, gidip kalçasındaki parçayı aldırıyor, Mack’in oradaki işi bitince Hadrian’ı götürmeyeceğini bildiği için köpeği satın almak istiyor, hediye olarak alıyor en sonunda, Mack o kadar da hödük çıkmıyor. Sürpriz.
Orta karar bir novella, sağalmayla ilgili. Denk gelen kaçırmasın.










Cevap yaz