Nihad Sîris – Sessizlik ve Gürültü

Fethi Abdulhakîm Şiyn’e ya kabir sessizliği ya da kendi deyişiyle iktidarın gürültüsü teklif edilir sonlara doğru, metnin adı bu tekliften geliyor. Kapakta da görüldüğü gibi anlatıda bir sürü hoparlör var, bu hoparlörler gün boyunca Lider’in propaganda metinlerini, şarkılarını, türkülerini, gürültülerini stereo yayınla halka duyurduğu için sessizlik aranan bir özellik haline gelmiştir, Şiyn sabaha karşı sokaklarda yürüdüğünde doğanın sesini bastıran bu gürültüye lanet eder ve müezzinin sesini duymaktan keyif aldığını düşünür, muhtemelen bir tek sabah ezanları duyulabilmektedir o distopyada. Yazar eskisinin başından geçenler aşağı yukarı 24 saatlik bir zaman dilimine yayılmıştır ama saatlerin varlığından söz edilemez, her saat Lider’in saatidir, zaman kavramı bireyin elinden alınmıştır. Gerçi tam olarak alınmamıştır, yamuk yapanlar emniyete belli bir saatte çağrılırlar. Şiyn’in yolu emniyete de düşecektir ama daha var, sabahla başlayalım. Gürültü yetmezmiş gibi sıcak da bastırır, çok sıcaktır, öyle böyle sıcak değildir, Şiyn ve sevgilisi Lema sıcaktan bunaldıkları için sevişemezler, Lema’nın getirdiği ıslak havlular kuruyana dek rahatlarlar ama hemen pıtır pıtır terlemeye başlarlar, hava öyle sıcaktır ki Lema sık sık duş alabilmek için bikiniyle gezinir evde, bazen çıplaktır, hava iktidarın işini tamamlayarak insanı çırılçıplak bırakır adeta. Şiyn uyandıktan sonra kendine kızar, annesinden aldığı paralarla vantilatör almak yerine yemek ve sigara almıştır ama vantilatör alsa da pek işe yaramazdı muhtemelen, Lema’nın evindeki aletin sadece sıcak hava üflediğini görüyoruz ileride. Sıcağa geçici çareler bulunabiliyor ama gürültüye yapacak bir şey yok, o gün yine bir yürüyüş düzenlenmiş, hemen her gün düzenlenen yürüyüşlerden biri. Memurlar, işçiler, kim varsa sokakları doldurmuş, herkesin elinde Lider’in pankartı, “Liderimiz çok yaşa, oy sen bol yaşa!” tarzı haykırışlarla yeri göğü inletiyorlar, Şiyn dışarının sesini kısıp aklının sesini açarak hikâyeler yazıyor, kendi kendine konuşuyor, gürültüyü böyle engellemeye çalışıyor. Babası gibi Lider’i eleştirmese yazması engellenmez, iktidarın kalemşorlarınca dışlanmazdı ama yapamadı, babasının mirasını sürdürmek istedi. Azıcık geçmişe gidiyoruz bir yerde, ülkenin Lider tarafından ele geçirilmediği zamanlarda babayla annenin komedi ikilisi olduğu zamanlarda hayat güzel, eleştiriler sert ve komik ama şiddete yol açmıyor, baba mecliste muhalefete ve iktidara giydiren bir liberal. Rütbesi çok sayıda yıldızdan oluşmayan bir subay o zamanlar Lider, darbeyle başa geçiyor ve ülke değişiyor işte, babayı alıp götürüyorlar, aylar sonra sessiz ve öfkeli bir adam olarak evine dönüyor. Gördüğü işkence yüzünden yaşam sevinci kaçmış, konuşmuyor artık. Bir süre sonra ölünce anne yalnız kalıyor, onun da neşesi yarım. Şiyn bir süre yazarlığı sürdürse de gördüğü muamele yüzünden bırakıyor kalemini, sessiz biri artık. Delirmek üzere. “Işık ve gürültüden kurtulmak için bir gün pencereyi, önüne kitaplığı çekerek kapatacağım bu gidişle.” (s. 8) Yürüyüşe katılmadığı için hain damgası yiyor, halkın tepkisini çekiyor ama yazarlar yürüyüşten muaf. Sesten değil, yürümese bile evindeki televizyonun sesini açıp yürüyüş gösteren kanalları açıp televizyonun sesini köklemeli, ses sokağa taşmalı, yoksa yine hain. Şiyn televizyonunu elden çıkardığı için böyle bir sorunu yok neyse ki, başka sorunları var. Saçmalıklar başlı başına sorun, örneğin anlamsız sloganlar. “Der der ey Lider!” diye bağırmanın anlamı yok ama insanlar sırf seciden ötürü bağırıyorlar, delirir insan. Şiyn sevgilisine gitmek için sokağa çıktığında sloganı duyuyor ve tespitlerini sıkıştırıyor araya: “Düzyazı akla ve bireye hitap ederken şiir kitlelere hitap eder ve onları yönlendirir. Dolayısıyla şiirin önce Batı’da gözden düşmeye başlaması şaşırtıcı değildir. Şiir hamaset yaratıp kişiliği yok ederken düzyazı akıl, bireysellik ve kişilik yaratır. Son olarak şunu hatırlatmak isterim ki, benim ülkem hâlâ kitleler çağını yaşıyor; bu nedenle vezinli sözler ve kafiyeli sloganlar hayatımızın olmazsa olmazlarıdır.” (s. 17) Hikâye çok tanıdık, can sıkıcı. Şiyn bireyliğini yitirmemek için elinden geleni yapar, sokakta dayak yiyen bir çocuğu kurtarınca tepkiyi üzerine çeker, kimliğini sivilin birine kaptırır ve belli bir saatte emniyete gelip alabileceğini öğrenir. Lema’ya varınca huzur bulur biraz, sevişirler, cinsellik dışında kendilerini özgür hissettiren pek bir şey kalmamıştır geriye. Birbirlerini deli gibi severler ama evlenmelerinin yolu yoktur, Lema’nın eşi boşanmaya bir türlü yanaşmadığı için birlikte yaşayamazlar. Bu ziyaretten sonra anneyi anmalı, Şiyn her gün olduğu gibi o gün de annesini ziyaret eder ve kadının iktidarın en önemli adamlarından biriyle evlenmek üzere olduğunu öğrenir. O adamın hikâyesi de garip, aslında düşük dereceli bir memurken Lider’in kameralar önünde düşmesine engel olur, Lider o ânı defalarca izledikten sonra adamın son derece güvenilir ve işlevsel bir köle olduğunu anlayıp harekete geçer, adama sınıf atlattırır adeta. Anne genç olduğunu, evlenmek istediğini söyler, Şiyn adamın kim olduğunu öğrenince şaşırır, onca yaşanan şeyden sonra annesi taraf mı değiştirmiştir?

Emniyetten kimliğini geri almak için yola çıkan Şiyn yürüyüşün orta yerinde kalır, üzerine basılan kadını gördüğünde hemen yardım elini uzatır ve kadını yerden kaldırmaya çalışır ama kalabalığı alt edemez. Sık sık yaşanan küçük çatışmaları çözmek için tüfeklerini ateşleyen kolluk kuvvetleri ve aşırı sıcak yüzünden insanlar ezilmektedir, her yürüyüşte en az yüz kişinin ölmesi işten değildir. Korkunç bir dünya. Yürüyüşlerin düzenlenmesinin sebebi de Lider’in yürüyen insanları izlemekten keyif alması. Adam keyfinden yürütüyor, öldürüyor insanları. Gideceğini söylediği yerlere gitmiyor çoğunlukla, bambaşka bir yerde ortaya çıkıp insanların tepkilerini ölçüyor, yerine başkalarını yolluyor, diktatör olunca yapılacak küçük şımarıklıklara müthiş örnekler sunuyor kısacası. Neyse, Şiyn kadını hastaneye götürmek için uğraşırken yardımsever bir adam daha çıkıyor ortaya, onun yardımıyla hastaneye varıyor ama takılıp düştüğü zaman kadın kafasını yere çarpmasın diye elini siper ediyor, parmağını kırıyor. Hastanede öğreniyoruz ki kadın aşağı yukarı yarım saat önce vefat etmiş, bir ölüyü taşımış Şiyn. Hiçlik gündeliğin bir parçası haline gelmiş artık, Şiyn hiç umursamadan yola çıkıyor yine. Konuştuğu doktorun adı Richard bu arada, garipsemeli ve üzerinde durmalı mı? Muhalif olmasına şaşırmamalı açıkçası, Şiyn’e sessizce söylüyor bunu ve söylemeden önce odasının kapısını hızla açıp etrafa bakıyor, Şiyn’in ünü gideceği yere önceden vardığı için dinleyen birileri olabilir, en azından bir süre aynı mekânda oldukları kesin rapor edilmiştir. Ne zaman anlatılacağı belli olmayan hikâyeler var bir de, Şiyn’in hastanede karşılaştığı adam uzun süredir Şiyn’i arıyormuş çünkü onun yazmasını çok istediği bir olay geçmiş başından. Kendisi fotokopiyle ilgili önemli bir iş yaparken tepeden emir geliyor, hemen Lider’in binlerce resmini basmalı. Mürekkep lekesi bırakan makineyi bir kez tamir ettirse de onca baskı tekrar arıza çıkmasına neden oluyor ve bütün resimlerde Lider’in gözü korsan bandıyla kapatılmış gibi lekeli çıkıyor. Hemen altı ay işkence.

Sonlara geleyim ama çok da bilgi vermeyeyim, Şiyn’in karanlık tarafa geçip geçmediğini düşüneceğim. Düşünüyorum: Şiyn’den iktidarı öven metinler yazması istenir sonda, annesi de bir kitap yazması karşılığında 2 bin papel vermeyi teklif etmiştir. Annenin karanlık tarafa geçtiğini düşünürsek, Şiyn’in de daha anlatının ortalarında bir metni yazmaya başladığını söylediğini göz önüne alırsak, eh, bu okuduğumuz metin aslında taraf değiştirdiğinin kanıtı olabilir. İktidarı onca gömmesi, komik duruma düşürmesi nedir? Black Mirror‘ın bir bölümünde vardı, sistemden çıkmaya çalışan bir adam boğazına cam parçası dayayarak kendini öldüreceğini söylüyor, serbest bırakılmayı istiyordu. Ne oldu sonra, adama reddedemeyeceği bir teklif sundular ve adam camı yine dayadı, sistemi yine gömdü, bu kez iktidarın televizyonunda. Satın alındı basbayağı, potansiyel isyancıların gazını almak için kullanıldı. The Sopranos‘taki bir diyaloğu hatırlıyorum, devrimin çoktan satıldığını söylüyordu adamın biri. Buldum. Devrim televizyonlarda gösterilmeyecek, reklam kuşağı bütün akışı çoktan doldurdu.

Okumaya değer.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!