Mike Davis – Gecekondu Gezegeni

“Şehrin En Kritik Dönemi”: Kentlerin nüfusu kırsalın nüfusunu geçti, üç ülkenin kent nüfusu Avrupa’yla Kuzey Amerika’nın toplam kent nüfusunu geçti, ülkeleri tahmin edebilirsiniz. Nüfusu 30 milyonu geçen kentler, inanılmaz. Aslında kentler öyle hızlı yayılmaktadır ki kırsalın etrafını bir anda çevirmekte, köyleri göle dönüştürmekte, hemen kurutup bünyesine katmaktadır: sprawling cities diye kavramlaştırılmış, Malezyalı balıkçılar kente ansızın “maruz kaldıkları” için hayatlarının altüst olduğundan bahsediyorlar. Ne kırsal ne kentsel bir alan çıkıyor ortaya, Adrian Aguliar ile Peter Ward’ın tespiti metropolün büyüme oranlarındaki düşüşten sonra kent merkeziyle şehrin ücra köşeleri arasındaki meta, insan ve sermaye dolaşım yoğunluğu artışından dolayı kent-kırsal farkının evrim geçirdiği yönünde, antropolog Magdalena Nock ekliyor: “‘Küreselleşme insan, mal, hizmet, bilgi, haber, ürün ve para hareketini artırarak kırsal bölgelerde kentsel özelliklerin, kent merkezlerinde de kırsal niteliklerin varlığının artmasına neden olmuştur.’” (s. 25) Marx’ın sanayi proletaryasının %80’i Çin, Batı Avrupa, ABD dışında bir yerlerde yaşıyor, Dickens’ın anlattığı yokluk dünyası bütün kıtalara yayılmış durumda, tek fark kentin ekonomik çapıyla nüfus büyüklüğü arasında şaşırtıcı derecede az ilişki olması. Reel ücretler düşük, fiyatlar yüksek, kentsel işsizlik patlak ama kentleşme süreci tam gaz ilerliyor 1980’lerde başlayan IMF politikaları yüzünden. “İşin sırrı kısmen, IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı tarımsal deregülasyon ve mali disiplin politikalarının, kentler iş üretemez hale gelmiş olsa bile buralardaki gecekondu mahallelerine bir kırsal işgücü artığı göçü yaratmaya devam etmesinde saklıdır.” (s. 30) Kırsalda durum o kadar kötü ki yoksulluğun yeniden üretim biçimleri yüzünden ardına bakmadan göçüyor insanlar, kentlerdeki iş arzından ötürü değil. Tarımın makineleşmesi, gıda ithalatı, iç savaş ve kuraklık, küçük holdinglerin birleşerek tekelleşmesi ve ekonomik buhran dünyanın çeşitli bölgelerindeki göç dalgalarının sebepleri. “Kentleşme” ve “favelalaşma” aynı anlama geliyor artık, Üçüncü Dünya ülkelerinde IMF yüzünden kamusal harcamalar kuşa döndürüldüğü için kentler zaten berbat haldeyken gecekondular resmen orman kanunlarının işlediği yerlere dönüşüyor. Polislere rüşvet, çetelere haraç, Kongo’da insanlar “bok bombası” denen bir bomba türü geliştirmişler mesela, kanalizasyon sistemi olmadığı için kuytuya sıçıp boku poşete koyarak yola sallıyorlarmış, küçük çocuklar ellerini boka bulayarak trafiğe takılan araçların şoförlerini boka bulamakla tehdit ederek yollarını bulmaları gibi yeni sektörlerin doğuşuna yol açmış bu. Bölüm bölüm gidecektim, ortaya karışık yapacağım az, yoksa Davis neoliberal ekonomi politikalarının mahvettiği kentleri on farklı açıdan inceliyor. Sırf IMF ve Dünya Bankası için ayrı bir bölüm var, bu kan emicilerin yol açtıkları felaketler akıl alır gibi değil. Graeber’ın değindiği sadece bir örnek: Madagaskar’da, neydi, sıtma mıydı, tedavisi kolay ve hızlı bir hastalık patlar, aslında halkı aşılamak o kadar da zor bir iş değildir ama IMF sağlık hizmetlerini de iyice kıstığı için aşı yapılamaz, binlerce insan ölür. Britanya sömürgelerinde çepere yerleşmeye zorlanan halka hiçbir hizmet götürülmez, insanlar bulaşıcı hastalıklar yüzünden ölürler. Yerlilerin kent üzerinde hiçbir hakkı yoktur, yaşam hakları bile yoktur, adım adım ölüme terk edilirler.

Velhasıl geleceğin kentleri, ilk kuşaktan şehir planlamacılarının tasavvur ettiği gibi cam ve çelikten değil, büyük oranda kaba tuğla, saman, geridönüştürülmüş plastik, briket ve hurda tahtalardan inşa edilecektir.” (s. 34) Daha da kötüsü Kahire’deki Ölüler Şehri’nde, 18. yüzyılın hükümdar mezarları otoyollarla, surlarla çevrili artık, insanlar buralara yerleşip mezar taşlarını çalışma masası olarak kullanmaya başlamışlar, Muğla’daki kral mezarlarına yerleşip yaşamaya çalışanları hayal edebiliriz. Edilmiş ya hatta, öyle bir mezarda yaşayan ailenin hikâyesi hangi öyküdeydi, bir yazarımız düşünmüştü de şahane anlatmıştı. Neyse, sokakta yaşayanlardan haraç alan polisleri de katalım denkleme, kaldırım parası uçlanmak gerekiyor sokakta yaşamak için bile. Haliyle ev nedir, merkez nedir, çevre nedir, her şey birbirine karışıyor böyle yerlerde, “teneke mahalleler” kent merkezinden çok daha büyük hale geliyor, asıl ekonomik yük buralara biniyor, bir avuç insan güvenlikli evlerinde yaşarken etrafları yoksullarla çevrili, korkuyorlar elbet, silahlı adamlar tutuyorlar. Gecekondular çok büyük yatırımlar bu arada, bazı devletler bu yapılara özellikle dokunmuyorlar, oy devşirmenin çok daha ötesinde buralarda yaşayanlara dağıtılan tapular bir süre sonra kodamanların eline geçince çok büyük bir servet aktarımı gerçekleşiyor. Berci Kristin’in Çöp Masalları‘ndan bahsediyor Davis, sürpriz! Her gece yıkılıp yeniden yapılan gecekondular polisle vatandaş arasında oynanan kedi fare oyunu gibi, kolluğa para yedirenler gemisini yürütüyor ama bazen bu da işe yaramıyor, kâr çok büyükse daha büyükler el atıyor işe. İstanbul’daki durum farklı açılardan inceleniyor, bizde gecekondulaşmayla ilgili hiçbir önlemin alınmadığı, hatta sürecin teşvik edildiği söyleniyor.

“Devletin İhaneti”: Köylülerin kentli olmasını engelleyen başlıca unsurlardan biri Avrupa sömürgeciliği. Afrikalıların kentleşmesi dayanışma hareketlerini artıracağı için şehre giriş izinleri konuyor, kayıtdışı emek serserilik yasalarıyla cezalandırılıyor, hele kentten ev almak falan mümkün değil. Ha, bağımsızlık hareketlerinden sonra sömürgecilerin yerini dolduran yerli kodamanlar pek bir şey değiştirmiyorlar, sistem olduğu gibi duruyor, para akışına bir aracı yerleşmiş oluyor sadece. Yine Graeber’ın değindiği bir konu, Peter Fleming de bahseder metinlerinde, bu Batı’nın tatlış yardımları, işte, Live 8 olsun, türlü yardım kampanyası, şu bu, krediler, borçlar, bilmem neler, bunların önemli bir kısmı yerli kodamanlara “bile bile” veriliyor, hani doğru adrese ulaştıracaklar sanki. İç ediliyor yardımlar, çok az bir kısmı kentler için harcanıyor. Şimdi bütün bunların bizde de benzerlerini görmek şaşırtır mı, şaşırtmaz çünkü Üçüncü Dünya ülkelerinde üç aşağı beş yukarı aynı biçimde yürüyor işler, mesela yoksulların barınması için uygun şartlarda sunulacak konutlar yapılıyor bir güzel, aa, bir bakıyoruz ki milletvekilleri, kodamanlar, bürokratlar falan çökmüşler o konutlara, devlet sözünü tutmamış. Sözünü tutmayan devlete ne derler, peki sözünü tutmayan STK’lere ne derler? Hızla devletleştirilir bu kuruluşlar zira devlet cukkalıyorsa bunlara güvenmeyecek de kime güvenecek pek yardımsever Batı, Kuzey daha doğrusu. Eh, Üçüncü Dünya ülkelerinde her şey hızla yozlaşır, paranın büyüklüğü gözleri kamaştırır, bu sebeple öfkenin dindirilmesinde, dayanışmanın çözülmesinde, yardımların dağıtılmamasında önemli görevleri üstlenen STK’ler vasıtasıyla para geldiği yere döner önünde sonunda, hiç gelmemiş gibi olur. Devlet başka ne yapar, mesela uluslararası organizasyonları mülksüzleştirme işlemleri için kullanır, olimpiyatlar için inşa edilecek yapılar binlerce insanın yerinden edilmesi için bahane olur, Amerikan başkanı gelecekse güzergâh üzerindeki çarpıklıklar halının altına süpürülür, yollar insanlardan temizlenir, evler yıkılır. Göç dalgalarının büyük olaylara yol açtığı sıklıkla görülmüştür, örneğin 1970’lerin başında yüzbinlerce topraksız işçinin ve zanaatkârın Tahran’a göçtüğünü, işsizlik yüzünden biriken öfkenin İran İslam Devrimi’nin hammaddesini oluşturduğunu söyler Farhad Kazemi, Afrika’daki çoğu ayaklanmanın sebebi de benzerdir ki milyonlarca insanın ölümünde devletlerin rolü büyüktür. Topraklar birkaç ailenin hükmü altındadır bazı ülkelerde, yaşam alanları ele geçirildikçe yeniden iskân politikaları sonucu insanlar daha uzağa, yine çekilecekleri merkezin ötesine gitmek zorunda bırakılırlar, isyan ettiklerinde kriminalleştirilirler. Doğal felaketlerde en büyük zararı bunlar görürler, zaten kriminal oldukları için hak ettikleri söylenir falan da asıl bomba başkanlardan gelir, 2001’de yaşanan sel felaketinden sonra Cezayir’in Başkanı Abdelaziz Bouteflika sıklıkla duyduğumuz şeyi söylemiştir: “Bu felaket Tanrı’nın bir inayeti. Bu konuda hiçbir şey yapılamazdı.”

Muhteşem ya, dört dörtlük araştırma. Şiddetle tavsiye ediyorum, okunsun.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!