Gerçi bu kitaptaki öykülerin arasındaki bağ yoktur Onur’un öykülerinde, atmosferi paylaşır bir, hatta daha yoğun bir tuhaflıktır, yayılmıştır. Bahri Vardarlılar’ın ilk kitabındaki öykülerle yan yana konabilir Onur Selamet’in öyküleri, bu kitaptaki rüya sekanslarıyla uyuşur anca, Onur hikâyelerinin gerçekliğine rüyanın olanaklılığını sığdırmayı başarmıştır. Firdevs Ev’in öyküleri keza, başarmıştır. Vardarlılar başarmıştı, alanı değiştirerek tekrar deniyor da başaracak bir şey yok artık, mücadele çıkmıyor ortaya, başka bir anlatı, başka bir hikâyeleme doğuyor. Konfor alanında Vardarlılar, daha geniş bağlantılar kuruyor sadece. Tünel’in duvarına yerleştirilen haritaların açtığı alanlardan doğuyor hikâyeler, karakterlerin yerleştiği bölgelerde ejderhaların görüldüğü de kesindir, durmadan yürüyenlerin dümdüz kıldığı dünya da mevcuttur, yani Kulüp nam oluşum Beyoğlu’nda sınırları belirsiz bir dünyayı teşkil ederken etkiyi zaman içinde yayacaktır, öyle ki polisiye metinleri seven padişahtan Sarıyer’in ejderhalı apartmanlarına bir seyir izlenecektir harita üzerinde. Bir karakter birçok öyküde belirecek, bir Kulüp nelere yol açacaktır, sanki gizli bir kültün parçalarıdır hepsi. Öyledir, harita temsil ettiği alanla aynı boyuttaysa insanları da gösterecek hatta insanların devinimleriyle oluşacaktır. Belki tam tersi. Öyküsü var. Şöyle denebilir, Vardarlılar öyküleri bağlayacak bir dünya kurmuştur, iyi de kurmuştur, olağanüstülük hikâyenin gerçekliğinin pek uzağına düşmez. İkna edicidir yani, Vardarlılar’ın anlatım yetisinden kaynaklıdır zira iyi bir anlatıcı tipi kurar Vardarlılar, tempoyu gerektiği gibi ayarlayan, gerekeni bilen, zekâsı yüksek bir anlatıcı. Fazlalığa vardığı olur, örneğin ejderhalı öyküyü diğer öykülere ilikleyecek çıkıntıların dışında karakterin günlük yaşamının görece lüzumsuz ayrıntılarla şişirir, anlatma histerisine kapılır karakter de yaşamını doldurmaya çalışır. Doldur boşalt, asıl meseleye kadar. “Burada ejderhalar var” sonuçta öyküdeki ejderha değil mi, ortaya çıktığı zaman yarattığı etki biraz da bu şişkinlikten mi diye düşünmüyor değilim, değil gerçi, daha tasarruflu olmak mümkün. Mutasarrıf.
Göbekten bağlı öyküler, diğerinin ucuna ilişen öyküler, öyküler. “Kuğular ve Müsteşarlar” haritaya bir ucundan giriş öyküsü mü, anlatıcının çocukluğundan yetişkinliğine getirdiği yelkenliyi düşününce, İzmir’den Paris’e doğru, bir balerinin uyandırdığı sihirle. “Chere Mademoiselle” diyor mektubunda anlatıcı, 4 Kasım 1937’de Kuğu Gölü Balesi‘ni seyretmek için Andé Breton da salona gelmiş, onların kültürel farfarası tam gaz devam ederken çiçeği burnunda Cumhuriyet’in inşası sürüyor. Mesela çoksesli müziği benimsemekte bazı sorunların yaşandığını söylüyor, arkadaşı balerinlerden dansöz diye bahsedebilirmiş, Batı’nın sanatını pek alımlayamamışız. Yelkenliyle gösteri arasında, müzik arasında daha doğrusu, müziğin görüntüye oturması arasında bir ilişki var, çocuk gözleriyle yetişkin kulakları bütünlük oluşturarak yaşamda birbiriyle ilgisiz gibi görünen ögelerin nasıl bir araya gelebileceğini gösteriyor. Geniş açıdan bakınca Doğu-Batı bütünlüğü bu zira Beyoğlu’nda izlediği bir filmden bahsedecek anlatıcı, Türklerin temsil ediliş biçimini, oryantalizmi eleştirecek: “Doğulunun ilkelliği, harem sahnelerinden çok önce, hıncahınç salonda selam sadece kendisine verilmiş gibi kafasını öne eğip kaldırmasıyla gösteriliyordu. O çirkin selam; Müziği, Dansı ve Güzelliği yaratan Batı’nın muhayyilesindeki Doğu’nun imzasıydı, bize layık gördükleri imza. Ve belki biz ne yaparsak yapalım bunu değiştiremeyecektik. Sultan’ın karanlık, fesli, çirkin yüzüne her baktığımızda Batı’nın kafasındaki kendi ebedi resmimize bakmış olacaktık.” (s. 17) Alkışlamak yerine başını öne eğip kaldırıyor, biçilen rolü oynamaktan rahatsız, neyi yanlış anladığını kavramak için muhatabını tekrar görmeli. Bir bahis de o meşhur sofra, anlatıcının adının Samet olduğunu Paşa’nın sorduğu sorudan öğreniyoruz, sağlığı giderek bozuluyor Paşa’nın ama dünyayı hâlâ merak ediyor.
“Pera’daki O Kulüp” kitaptaki en iyi öykü, on numara beş yıldız. Konseptten ayrı, müstakil bir öykü de olur, aslında bütün öyküler olur ama bu daha bir olur. Uzun öykü de diyebiliriz, bölümlere ayrılmıştır, bölümler uzatılsa romanın sınırlarını zorlar, novellanın alanına girer yekten. Süleyman Sadi nam muharriri dinliyoruz, kendisi Yeni Tasvir-i Efkâr‘dan. Vakit İttihatçıların vakti olduğuna göre bir eleştiriyi buraya kondurabilirim: bazı sözcükler “eskitilebilir” duruyor, mesela “musıkî”, mesela “değiştiremiyecektik”, “küçümsemek” yerine “istihza”. Gibi. Sadi’nin Kulüp sekreteri Elspet’ten aldığı kitabın, cemiyetle kitap arasındaki ilişkinin hikâyesidir bu, tabii dönemin önemli olaylarını da içerir, Enver’le Kolağası Fuat Bey’in mektepten dostluğuna ve Kulüp etrafındaki ilişkilerine odaklanır. Savaşlardan birinde topal kalan Fuat’ın Kulüp’le bağı derindir, diğer yandan Enver’le de derindir ama Kulüp’ün darmaduman edilme aşamasında dostlar karşı karşıya gelirler, Sadi sıklıkla ziyaret edip röportaj yaptığı Fuat’ın tarafından bakar olaylara. Leitmotif arkada tıkır tıkır işlemektedir, edebiyat hakkında pek bir fikri olmadığını söylese de Doğu’yla Batı arasında hayaliyyûn ve hakîkiyyûn ikiliğinin varlığından bahseder Fuat, sonrasında Sadi’yle birlikte meşhur Kulüp’e giderler Avukat Adnan Bey’in davetlisi olarak. Mensuplar oradadır, Elspet’le tanışırız, girişteki yazı ilerleyen bölümlerde ayağımızın yerden kesileceğini söyler: “Biz yürüdükçe dünya düzleşir.” Mimari tuhaflık, aynaların gösterdiği mekânın sahip olduğundan daha farklıdır, seyyahlar topluluğu için bilinmeyenin yankısı. Berlin’deki müze geldi aklıma, Yahudilerin göçtükleri yerleri simgeleyen bir alan vardı, daha doğrusu göçmenliği, mülteciliği: zemin eğimlidir, dikili taşların uzunlukları bir değildir, taşlar da bir değildir zira daralırlar, genişlerler, aralarından geçmek için her boşlukta dikkatli olmak gerekir toslamamak için. Evet, öykünün sürprizlerini kaçırmak istemediğim için özetleyeyim, gagasında dişi olan tuhaf kuş aslında Archaeopteryx nam etçil bir dinozordur, uçan dinozorlara dinozor deniyordu sanıyorum, ayrıca onca ilginç kitaptan etkilenen Fuat’ın aklı da kulüpte kalmıştır, ziyaretler sürecektir. Adnan Bey’in yazmaya çalıştığı roman sadece vatanın kurtuluşuyla bağlantılı değildir, birkaç karakterin alternatif kaderlerinden bahis vasıtasıdır, aralarında İngiltere’ye göçüp müthiş romanlar yazanlar, Sadi’nin çevirip Sultan’a sunduğu kitapların müellifler de yer alacaktır. Kısacası zamanın çembere dönüştüğü, karakterlerin tarihî insanlarla bağ kurduğu bir öyküdür, dört dörtlüktür. “Archie İçin Multivitamin” tam bir Vardarlılar öyküsüdür, imza öyküdür, kuşumuzla ilgilidir. Anlatıcı antibiyotik almak için eczaneye gider, yıl 2019, eczacının müşterilerden birine boşuna beklediğini, ilacının Türkiye’ye gelmediğini söylediğini duyar. Hemen eleştiri, ekonominin berbatlığı ve diğer sebepler yüzünden ilaçlar ülkeye gelmemekte, bu rezaletten de hiçbir televizyon, gazete bahsetmemektedir, ne biçim ülkedir burası. Valla bana iş veren devlete dava açıp annemin ilaç parasını zar zor geri alabildik, alabiliyoruz, o biçim ülkedir burası. Neyse, “o kız” gelir eczaneye, ejderha ateşi istediğini söyler, multivitamin olan. Yucatan’ın oralardan gelen “papağanı” için lazım, ilginç bir hayvan, diş izleri kızın kolunda. Papağan? Kızın birkaç kuşak önceki bir akrabası Beyoğlu’nda bir kulübün sekreterliğini yapmış, 1910’lu yılların başında, böylece önceki öykünün geçtiği yılları bildik, daha da pek çok şey bildik ama bağlantı noktalarını vermek gizeme ihanet etmek olduğu için, hayatımda da hemen hiç kimseye ihanet etmediğim için, bir sürü için için bu kadar, kuşun(?) kulüp mottosunu söylediğini belirtmek yeterli. Anlatıcı aşk yaşayabilir eczacıyla, öykülerdeki yan hikâyeciklerden biridir, Vardarlılar böyle küçük çatallarla kurmayı seviyor öykülerini zannediyorum. Haritanın piyasaya çıktığı öyküler sonra, ejderhanın piyasaya çıktığı öykü de sonra, özellikle 1:1 haritanın gösterdiği karakterlerin devinimlerinin yer aldığı öyküyü okuduktan sonra kafada yanan ışık hemen hemen bütün bağlantıları gösteriyor, pek aydınlatıcı.
Vardarlılar iyi öykücü, mutlaka okunmalı. Yarın Hermanos Gutiérrez konseri. “Venganza”yı dinleyeceğim, yeter, diğer şarkılarıyla telli kaymaklı ekmek kadayıfı.
Cevap yaz