Adam Smith’in yemeğini annesi pişirmiştir. Oğlunun peşinden hiç ayrılmayan anne her gün yemek pişirmiştir, hangi şehirde, hangi koşullarda yaşarlarsa yaşasınlar onun emeği vardır. Adam Smith meşhur eserlerini yazarken önüne gelen yemeğin muhasebesini yapmıştır ama yemeği gerçekten önüne koyan annesinden neden bahsetmemiştir, çünkü yemek önüne gelene kadar incelenecek onlarca aşamadan geçer, iktisat kuktisat bir dünya teorinin parçası olur ama anne olmaz. Marçal kadın emeğinin hatta kadınların iktisattan –nihayetinde insanlıktan, iktisadi insan gereğince- dışlandığını gösteriyor bu metinde, Smith’in annesini neden anmadığını. Biracıyı, ekmekçiyi anmıştır, onlar getirirler yemeği çünkü ticaret amacıyla kişisel çıkar elde ederler, sevgiyle işleri yoktur. Kişisel çıkar önemlidir, dünya kişisel çıkarla dönmekte, piyasaları satranç taşı gibi yöneten “el” de bu sistemin akarını kokarını düzeltmektedir. Rasyonel bir toplum böyle kurulur, rasyonalite iyidir zira insan sürprizlerden korkar, dayanıksızlıktan korkar. Sandalyeye güvenebiliriz zira kolay kırılmayacaktır. Kalplere güvenemeyiz, kalp kırılacaktır ve çıkarımızı gözetmeyecektir artık. Sevgi kıttır, ortadan kaybolabilir, oysa piyasa son derece katı, somuttur. En azından iktisadın hikâyesi böyle kurulmuştur. “İktisat parayla ilgili bir şey değil, başından beri, insanı nasıl gördüğümüzle ilgili. Belli bir durumda, kazanmak için nasıl davrandığımızın hikâyesi. Her durumda. Ve bunu izleyen varsayımların hikâyesi.” (s. 13) Varsayımlar gerçekliklere dönüşür, nihayet bütün yolları belirgin bir dünyaya kavuşuruz zira iktisadi insan kelek değildir, nasıl davranacağı, ne yapacağı belli insandır. İnsanlığını yitirmek pahasına. Tepeden de bir el inip toparlar yamulan bir şey varsa. Son derece rasyonel. Newton evrenin yasalarını ortaya koymuştur, Smith iktisadi insanın yasalarını ortaya koymaya çalışır, Darwin evrimin yasalarını aynı mantıkla üretir, ardından psikolojiye, bilmem hangi disipline sıçrar bu paradigma, ortada görünmüyorsa şeyleri yeterince parçalamadığımız içindir, bilinmeyeni bulmak için parçalara ayırıp inceleriz ve işte oradadır: insanın doğası, evrenin doğası. “İnsan yapısı gereği böyledir” derler, o yapıyı yine insan üfürmüştür, o insanı yine insan makineleştirmiştir duygularından soyutlayarak. Annenin yemek hazırlamasını çıkar gütmesine indirgeyemeyiz, ne de kilometrelerce odun taşıyan bir kızın ülke ekonomisine katkısını göz ardı edebiliriz. Kadın emeği “ikinci cins”in emeği olarak görülemez ki ev işleri için de ücret ödenmesi son yıllarda sıklıkla dile getiriliyor, getirilmeli. Erkeğin yaptığı işi yapabilmesi için bağımlı olduğu şey değersiz değildir. Robinson Crusoe başkalarının ürettiği alet edevatı kullanır, başlangıçta batık gemiye defalarca gitmeseydi hayatta kalması zordu, yine de iktisadi insan modeli olarak iş gördü. Marçal yanılgının ortada olduğunu söylüyor, akıllı iktisatçılar anında uyanmışlar ama hikâye kurulmuş bir kez: ceteris paribus, “diğer tüm koşullar sabitken” tek bir değişkeni yalıtıp inceleyince ideal modele ulaşılır. İdeal model irrasyonel değildir, mantığıyla hareket eder, deterministik bir canlıdır. Bireydir, toplumu oluşturan parçalardan biri değildir. Toplum nedir? Thatcher’a göre olmayan şeydir, toplum diye bir şey yoktur, yani dayanışma yoktur, empati yoktur, bireyler çıkarları doğrultusunda bir araya gelirler gelirlerse. Genelde gelirler, böylece savaşların önü alınır, suç işlenmez, ütopik bir dünya yaratılır böylece. Erkeklikle desteklenir, bu dengede kadının yeri yoktur, ona diğerlerine bakma görevi verilmiştir. “Çocuklara bakmak, temizlik yapmak, kirli çamaşırları yıkamak ya da ütü yapmak, taşınabilir, değiştirilebilir yahut satılabilir ürünler yaratmıyordu. Dolayısıyla, 1800’lerin iktisatçıları, refah da yaratmaz, diye düşünüyordu. Refah taşınabilir şeyler demekti, sınırlı mal ve hizmetlerdi ve doğrudan ya da dolaylı olarak zevk veren ya da acıyı engelleyen şeylerdi.” (s. 28) Neoliberalizmin teorisyenlerini pöskürten Chicago Okulu’ndan Gary Becker kadın emeğini denkleme dahil eden ilk iktisatçıydı, mesele ciddi bir şekilde onun sayesinde ele alınmaya başlandı. Sonuç zenginlerden alınan vergileri indirmeyi tavsiye eden, deregülasyon çığlıkları atan iktisatçılardan bekleneceği gibi oldu, kadının düşük ücretlere çalışmalarının nedeni daha az üretken olmalarına bağlandı çünkü erkekler kadar veremiyorlardı işlerine kendilerini, evde yapılacak işler yüzünden enerjileri azdı. Ama sorun değildi Becker’a göre, hiçbir şey yapmayarak bir şey yapmış olacaktı insanlar, piyasa bu mevzuyu da çözecekti. Piyasa mantıklıydı, işlerin yürümesi için bir tarafın ezilmesine müsaade etmezdi, elbet kadınlar da eşitlikten paylarını alacaklardı. Gelinen nokta: “Sigmund Freud, doğası icabı kadının daha iyi temizlik yaptığını iddia etti. Psikolojinin babası bunu vajinanın yapısal kirliliğine bağlıyordu. Kadınlar bedenlerindeki bu duygudan arınmak için fırçalıyor, silip süpürüyorlardı. Laf aramızda kalsın ama, Freud vajina konusunda biraz cahildi.” (s. 33) Bedene indirgendi mevzu, kadın beden oldu, erkek ruh, oysa çamaşır makinesinin düğmesine basmak on yıllık bir tecrübe gerektirmiyordu Marçal’a göre, Chicago tayfası azıcık modern düşünebilselerdi buraya varırlardı. Oysa erkeğin olmadığı her şeyin kadınla ilişkilendirildiği bariz: duygu, beden, bağımlılık, fedakârlık, tahmin edilemezlik ve daha pek çok özellik sadece kadınlarda vardır.
Keynes 1930’larda her şeyin çok güzel olacağını söyledi ama Çin’den habersizdi, iktisatçıların ellerindeki sihirli değneği sallamayı bırakıp kılıçlarını çekeceklerinden de habersizdi, üstelik iktisatçıların falcılarla aşık atmaya başlayacağını nereden bilecekti? Maddeden kurtulup sanata varamadık, madde sanatı nasıl görmemiz gerektiğinin mantığı haline geldi. Kimyasal atıklar ne haline geldi, Mombasa halkının işe ihtiyacı varsa işte kimyasal atık tesisleri, diğer yanda Frankfurt için işte temiz hava, hani “biraz da biz ölelim” demez Mombasalılar ama açlıktan ölmektense, yani ölümü ötelemek için kanser olmaya razı gelirler, açlığı yine Kuzey’in ürettiğini bilseler de hiçbir şeyi değiştiremiyorlarsa. Rasyonel sonuçta, taraflar razıysa başka hiçbir şey önemli değil. Kadınlara aynı bağlamda yol gösterildi, iktisadi insan olmaları gerektiğini anladılar, erkek rollerine büründüler, hatta meşhur bir patroniçe, “Bu ofisteki herkesin daşahondan daha büyük bir daşahom var!” diye bağırırmış, Marçal diyor. “Daha çok yap! Daha iyi yap! Diğerleriyle yarış! İktisadi birey, kadının ulaşmaya mecbur edildiği ideal oldu. Batı’da tanımlanan kadının kurtuluşu hareketi, yerine getirilmesi gereken bir dizi göreve dönüştü. Oysa her tür özgürlüğün artışı anlamına gelmeliydi.” (s. 56)
Para icat olundu, Protestanlar Weber’e ilham veren işlerini yaptılar, Hıristiyanlık sermayeyi bağrına bastı böylece, ardından bir dünya enstrüman pörtledi: “Bowie senetleri” mesela. David Bowie’ye para gerekti, o da gelecekteki albümlerinin haklarını önceden sattı. Sonuçta dünya çapında bir sanatçıydı, şarkıları elbette para edecekti. 1990’larda böyle görünüyordu mevzu, Bowie MP3 çağıyla birlikte korsanın patlayacağını öngöremedi, tabii yatırımcıları da öngöremedi ve görkemli bir şekilde battılar. Wall Street tam gaz geleni gördü ama engellemedi diyebiliriz, bankalar borçların geri ödemelerinden yıllar içinde gelecek paranın önemli bir kısmını şak diye aldı borçları satarak, gelen parayla tekrar borç vermeye yöneldi, deli gibi kredi dağıttı, kime dağıttığına pek dikkat etmemesi talihsizlikti. Sistem cort diye patlayınca fatura vergi mükelleflerine çıktı tabii, bankalar kurtarıldı. Sistemin o kadar da mantıklı olmadığı görülüyor, öngörülemeyen onca etken düşünülüyor, yine de iktisadi insana duyulan güven varlığını sürdürüyor. Kadınların emeğinin değer görmemesi de. “İlişkilerimizin rekabete indirgenmesi gerekmiyor. Doğanın düşman karşı taraf olarak konumlanması gerekmiyor. Bütünün, parçaların toplamından daha büyük olduğunu kabul edebiliriz. Dünyanın makine yahut mekanik bir performans olmadığını. O zaman şu iktisadi bireyi üzerimizden atabiliriz.” (s. 154)
Cevap yaz