Julia Cagé – Medyayı Kurtarmak

Thomas Pikkety’nin önsözü: medyayı, demokrasiyi yeni zeminlerde temellendirmek mümkün ama dijital devrim doğrudan bir olanak sunmuyor, yeni mecralar da hemen sermayeye dahil edildiği için işlevsizleşiyor. Cagé yeni bir model geliştirmenin mümkün olduğunu gösteriyor, vakıf yapısıyla anonim şirket niteliğinin tokuşmasından bir şey çıkabilir. Günümüzde basılı yayın satışları ve reklam gelirleri düşüyor, medya kuruluşları milyarderlerin pençesinde, tabii kalitede kayıplar, işçi kıyımı, sermaye arttırımı gerçekleşiyorsa göz ardı edilebilir. Gazeteleri “kurtarmak” için “elini taşın altına koyan” sermayedarlar diğer ellerinde tırpanlarla giriyorlar ortama, gazeteciler hakkında alenen aşağılayıcı beyanlarda bulunabiliyorlar çünkü maaşları ödüyorlar, insanların da sahipleridirler malum. Yeni sistemde vakıf-şirket yapısı var, “kâr amacı gütmeyen medya ortaklığı”, gelirler yatırımlara dönüşecek. Sermaye katkısı dondurulabilecek, büyük hissedarlar için oy hakkında katı bir üst sınır olacak, misal %10’dan yüksek katkıların yalnızca üçte birlik kısmı ilave oy hakkına yol açacak. Daha da gidiyor böyle, göreceğiz de iki sorun var burada, sermayedarların demokratik düzeni kollayan şövalyelere dönüşmeleri gerçeklikten biraz uzak geldi bana, toplumsal olumlamayla teşvik edilmelerinin bir karşılığı olmaz gibi geliyor, oy hakkına sahip olarak tatmin olmaları, meh, vergi indirimlerinden yararlanmaları, eh, belki bir bu cezbediyor da devletin neden vergi indirimi sağlayacağını anlamadım, sermayeyle işbirliğine gidip yandaş medyayı çıkarına kullanması dururken. Bir de şöyle bir durum var, Cagé Avrupa’yla ABD’den örnekler veriyor, mevcut uygulamaların ayrıntılarını göstererek yeni sistemin yaşayabileceğine dair argümanlar sunuyor, evet, açıkladığı çoğu şeyin Türkiye gibi ülkelerde hayata geçirilmesi çok zor ama. Vahşi kapitalizm hüküm sürüyor buralarda, hak hukuk balyoz gibi iniyor kafaya, yani metni Batı ütopyası olarak okumak lazım. “10 000 avro koyan kişinin 1000 avro koyandan ve 100 000 avro koyanın da 10 000 koyandan daha fazla güce sahip olması gerçekten de normaldir. Kaçınılması gereken şey, onlarca ya da yüzlerce milyon avro koyan kişilerin tüm güce sahip olmasıdır.” (s. 9) Enformasyonun toplumsal yarar boyutunu gözeterek yapılacak düzenlemelerle bu tür bir sermaye biçimi ideal toplumlarda mümkün görünüyor. İdeal toplumlarda. İdeal toplum nedir, “mümkün”dür. Bizim toplumumuz mümkün değildir. Örnek, önerilen bir model olarak iyi görünüyor tabii de o kadar büyük bir yapının sırf kamu yararına, sermayenin doğrudan katılımıyla üstelik, bilemiyorum ya. Kurumda söz sahibi olmanın önemli olduğu, kârın önemli olmadığı bir sistem, bağımsız gazeteciliği önemseyen kişi veya kurumların sırf bu sebeple demokratik yatırıma yönelmeleri, ne diyeyim, umarım olur. Başlangıcın, yönlendirmenin, asıl sürecin nasıl ilerleyeceğine dair veri yok da ideal yapının bileşenleri var bir, pek tatmin edici değil. Yine de çıkış yoludur şu sermaye basınından, çağrıdır, dikkate değerdir. Metin 2015’te kaleme alınmış bu arada, olumlu ve olumsuz düzenlemelerin, hukuki adımların haberlerini veriyor Cagé de ne oldu, ne bitti, söz gelişi İngiltere’de devletin yayın organlarına sağladığı sübvansiyon öngörüldüğü gibi kesildi mi, tembellikten araştırmadım, meraklısının elinden öper.

Cagé durum değerlendirmesi yapıyor önce, dijital gazeteciliğin pörtlemesiyle birlikte enformasyon üretenlerin sayısında patlama yaşandı, Fransa’da 4 binden fazla gazete adı, 100’den fazla radyo, yüzlerce televizyon kanalı, binlerce blog, Twitter hesabı, ABD’de mevzu daha büyük ama içerik üretimlerini kopyalamaktan başka bir şey yapmayan mecralar bir yana, bu kadar büyük bir medya beklenenin aksine çok güçsüz. Görüntüleme sayılarına, ziyaret yoğunluğuna, tıklamalara göre ödemeler yapılıyor, çok düşük. Aklıma geldi, bu site sayesinde iki çiğ köfte dürüm yiyebildim bugüne kadar, çok teşekkür ederim. Sizlik bir durum da yok, reklam gelirleri bu kadar. YouTube’da abone sayısı, takipçi sayısı, izlenme sayısı fişeklenmedikçe çok ciddi gelirlere ulaşılamıyor, bağış sistemi var. Spotify’da milyon milyon dinlenmedikçe sanatçılar para kazanamıyorlar, en son Richard Bona isyan etmişti röportajında, üreten kendisi ama parayı başkaları cukcukluyor. Bir de üretmekten vazgeçenleri anladığını söylüyor, yirmi yıl önce New York’ta metro 1 papelken şimdi çok daha fazla, üstelik sanatçılar yirmi yıl öncekinden çok daha az kazanıyorlar. Tutunmanın imkânı yok şu işleyişte, bu yüzden her işi kendisinin yaptığını söylüyor Bona, aracılardan olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyor. Bedeli nedir, muhteşem bir müzik yapıyor ama yirmi yıl önceki kadar bilinmiyor ne yazık ki, gerçi isteğince hayatını idame ettirebilecek kadar seyircisi, dinleyicisi olsa yeter, öyle büyük kazançlar beklemiyor. Neyse, gazeteler reklam peşine düştüğünden beri her alanda kaybetmişler, nitelikleri, dağıtımları, dijital ortamdan elde etmeyi umdukları gelir, her şey dipte. Basına nasıl bakıldığını görelim bir: “Fransa’da Kurtuluş (Libération) dönemi basın sektöründeki girişimlere özel bir statüyü yerleştirme irtadesinin doğuşuna tanıklık etmişti. Bu yöndeki söylemler ve iyi niyet gösterileri art arda geliyordu ama amansız sonuç ortada. Basın girişimciliğinin statüsü, çoğunlukla kâr, sermaye ve hissedarlığın kadir-i mutlak yasasına tabi ticari şirket formunda kurulan özel girişimcilik statüsü olagelmiştir. Gerçekten de, kitle iletişim araçları satın alınabilir, satılabilir, ucuza elden çıkarılabilir.” (s. 5) Çalışanlar da çıkarılabilir, borsaya açılan gazeteler kâr payı dağıtırlar, değerlerinin arşa erdiği de görülür ama sermaye tarafından satın alınıp bilmem ne basın grubuna sokalandıkları için değil, işten çıkarmalarla birlikte enformasyon niteliğinin düşmesinin ardından değeri tartışılır haberlerle dolduruldukları için. Gazeteci sayısıyla haberin niteliği arasında doğru orantı olduğu tespit edilmiş araştırmalarla, ne kadar çok gazeteci çalışıyorsa kurum o kadar iyi, tarafsız bilgi sağlayıp sunuyor. Gazetelerin borsada yer almaması gerektiğini üzerine basa basa söylüyor Cagé, demokratik değerlerin korunabilmesi için haber organlarının ticari yapılardan -finansman kısmı hariç tabii- olabildiğince uzak durması lazım. Bu arada, alıntıda da görüldüğü gibi iyi niyet gösterileri falan, iş uygulamaya gelince çark etmeler başlıyordur muhtemelen. Enformasyon piyasasına baktığımızda akademiyi, basını ve yayıncılığı görüyoruz, üniversiteler kâr amacı gütmedikleri için -hah- borsada yer almaz, Cagé’in önerdiğine en yakın konuma sahiptir, de, öyle midir, bilimsel üretimin itilip çekildiği ortada, paraların aktığı araştırma alanları belli, sosyal bilimler gözden düşüyor giderek, yani burası da ele geçirilmiş çoktan. Eh, zaten üniversitelerin kuruluş amaçlarına baktığımızda dahi görülebilecek bir sermaye bağlantısı varken, yani. Yayıncılık malum. Haber organları kalıyor geride, dijital kültür çağında herkesin gazeteci, kültür neferi olduğunu biliyoruz, herkes her şeyi muntazaman öğreniyor, biliyor ve paylaşıyor da bu bilgi birikimini açık, dürüst, tarafsız bir forma bürütmenin, Cagé’in bağlamında gazeteciliğin bir meslek, etik değerlere sahip bir iş olduğunu biliyoruz. Basın kartları giderek azalıyor dünyamızda, gazetecilik bitiriliyor, her yerden haber yağıyor çünkü, gazetelerde artık daha az gazeteci çalışıyor. Nitelikli enformasyon için çok daha fazlası lazım, nitelikli okur, nitelikli denetleme mekanizması, nitelik. Haber atlatma diye bir şey kalmadı, kalmayabilir ama hızlı ve doğru şekilde habere ulaşmak da kalmadı, asıl yiten budur. Reklamların durumundan bahsettik, reklamlar medya kuruluşlarını ayakta tutamıyor artık, vergi haddi konulmuş olsa da günün sonunda zorunlu ödentiler zarar ettiriyor, patronlar huzursuz, şımarık bir zengin çıksa da gazeteyi kurtarsa diye bekliyorlar kovulacaklarını bilmeden.

Ne yapılacak, bir nevi kooperatif. Aslında sermayenin canavarlığı bırakıp demokratik hassasiyetle işe para yatırması. Mümkünse.

Pek umut vermiyor dediğim gibi, yine de alternatifleri belirliyor. Okumalı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!