Oded Galor – İnsanlığın Serüveni: Zenginliğin ve Eşitsizliğin Tarihi

10.000 yıl öncesinin bilgisiyle 1800’lerde dahi rahat rahat yaşardık, sonrasında becerilerimiz işe yaramazdı çünkü dünya çok acayip bir hale geldi 200 yılda. Eskiden köyler cıvıl cıvıl, üretimin kolektif biçimlerinin görüldüğü yerlerdi, 1798’de Malthus’un “yoksulluk tuzağı” olarak formülize ettiği naneye göre değirmenin suyu kesilene kadar öyle kalacaktı ama hop, tuzak aşılıverdi, sanayi neredeyse oraya yığıldık çünkü ekonomik büyüme sürekli adam çağırıyordu, gittik. Galor neden bazı toplumların diğerlerinden daha “ileri” olduğunu ele alırken “durgunluk devrinden kurtuluşun dünya genelinde farklı zamanlarda gerçekleşmesi” fikrini öne çıkararak ilk falsoyu veriyor. Sanki gelişen toplumların kaynama noktalarına ulaşıp ileri toplumların seviyesine varmaları doğal bir süreçmiş, ileri toplumların bu olgu üzerinde hiçbir etkisi yokmuş gibi bir hava yaratıyor Galor, hunharca eleştirilen Doğamızın İyilik Melekleri ayarındaki metnini Malthus’un kıskaçlarından kurtulmakla gelişen refah eksenine oturtuyor. Başta bir uyarı var, Galor insanın serüvenine dair ahlaki içgörüler elde etme iddiasında değil, ütopyaya veya distopyaya doğru gidişe dair kesin yargılara da varmadığını söylüyor ama sözgelişi insan sermayesinin oluşumunun engellenmesinde Batı’yla Afrika’yı kıyaslarken köle ticaretinin olumsuz etkilerinden bahsetmiyor da Batı için bu mevzunun olumlu etkilerini ilerlemenin temellerinden biri olarak sunuyor. E oluyor mu, olmuyor çünkü bilgi eksik, hani ahlaki çıkarım yok da Küresel Güney’in neden “geri kaldığını” incelerken kıtlıklara, verimsizliğe, insan yetersizliğine değinilerde şu olayı araya sıkıştırmak lazımdı. Cort yerlere geleceğim, önce metodolojiye bakalım: doğurganlık oranlarındaki kalıcı düşüş, insan sermayesi oluşumu ve teknolojik yeniliklerdeki hızlanma üç sacayağı, bunlar varsa toplumlar uçuyor. “Büyümenin Gizemi” olgusunu tey ilk insanlardan söz ederek açıklamaya başlıyor Galor, mevzuyu göçlere kadar getirince adaptasyonun önemini görüyoruz, insani ve teknolojik gelişmenin kıvılcımı bu süreçte. Bereketli Hilal civarlarında tarım süper, gıdanın yanında bilgi de üretilir olunca yazı doğdu, üstelik işbirliği arttı, yazara göre “çapraz tozlaşma”. Laktoz intoleransı, sıtmaya karşı kalıtsal bağışıklık derken teknolojik değişimle adaptasyonun karşılıklı pekiştirme döngüsü toplumları bir yere kadar getirdi, süper. Malthus bu noktada teknolojik gelişmelerin ve yüksek toprak verimliliğinin daha büyük olan ama daha zengin olmayan nüfuslara yol açacağını söylüyor, Bereketli Hilal’de nüfus artışı yaşam standartlarını asgari geçim düzeyine indirmiş mesela. Sanayi Devrimi öncesinde durum bu. Salgın hastalıklar gibi etkenlerle ortaya çıkan nüfus dalgalanmaları yaşam standardını düşürüp yükseltiyor, Yeni Dünya’dan gelen mahsuller keza, Galor denklemlere yeni eklenen ögelerin yarattığı etkilere bakarak “farklardaki farklar” üzerinden toplumların evrimlerini kıyaslayarak bir çıkarıma varıyor, mısırı benimseyen üç Çin eyaletindeki nüfus yoğunluğu ve ekonomik refah uzun vadeli olarak nasıl değişiyor, mısırı çok daha sonra benimseyen eyaletlerde değişim nasıl, bunları karşılaştırarak harici etkileri temizliyor. Nedir, insanın ortalama yaşam süresi geçtiğimiz yüzyıla kadar pek değişmemiş, otuzla kırk yıl arasında kalmıştır, geçinmek için gereken tahıldır, paradır, bu da pek değişmemiş. Sonrası ekonomik Big Bang, çaydanlıktaki su kaynıyor ve buhar çıkıyor ortaya, “hal değişimi”. Malthus’un durgunluk devriyle modern ekonomik büyüme dönemi iki farklı ve kopuk fenomen değil, birleşik bir bütün. Verimlilik kazanımlarının aşamalı bir şekilde artması Sanayi Devrimi zamanında nüfusun artmasıyla dengelendi, ortalama gelirler çok az yükseldi ama patlamayla birlikte muazzam büyüme ortaya çıktı. Galor “değişimin çarkları” adını verdiği maddelerin ilkini nüfus büyüklüğüne ayırıyor, elde yeterince insan varsa alete, mala ve uygulamaya yönelik talep artıyor, üstelik icat kabiliyeti olan istisnai bireylerin ortaya çıkmaları kolaylaşıyor. Nüfus bileşimi kültürün yayılmasını kolaylaştırdığı için hareketliliği artırıyor, inovasyon peşinde koşan kararlı bir güruh nicelikten ziyade niteliğe önem verecek, patent şirketlerini canından bezdirecektir. Çok nüfus başlangıçta önemli, sonrasında “az ama sağlam çocuklar” mantığı ağır basmaya başlıyor. “O halde insanın mevcudiyetinin bütün akışı süresince yüzeyin altında pır pır etmiş olan değişim çarkları bunlardı: Teknolojik inovasyonlar daha büyük nüfusları ayakta tuttu ve insan nüfusunun ekolojik ve teknolojik çevrelerine olan adaptasyonunu tetikledi, daha büyük ve daha çok adapte olmuş nüfuslar da insanlığın yeni teknolojileri tasarlama ve çevrelerinin kontrolünü daha çok ele alma kabiliyetini geliştirdi.” (s. 62)

Birkaç arızaya göz gezdirebiliriz. Sanayi Devrimi çocukların sömürülmesine yol açtığında eleştirilmemişti çünkü çocuklar küçük yetişkinler olarak görülüyorlardı o zaman, zar zor geçinen aileler çocuklarını işe yollamak zorundaydı. Ne zaman bu yeni dünyanın eğitilmiş işçiye ihtiyacı ortaya çıktı, çocukların okuyabilecek kadar varlıklı olanları gidip eğitim almaya başladılar, çalışmak zorunda olanlar için hiçbir şey değişmedi. Yani eğitimin zorunlu hale getirilmesi, çocuklara pedagojinin ışığında yaklaşılması toplumun her kesimini aynı şekilde etkilemedi. Günümüzde de böyle, çocuk işçiliği devlet eliyle destekleniyor üstelik, ortaöğretim düzeyindeki öğrenciler mesleki eğitim adı altında bir güzel sömürülüyorlar. “İnsan sermayesi” denen şeyin biriktirilmesi için eğitim gibi pek çok alandaki yatırımların optimize edilmesiyle ortaya çıkan her türlü kurumu şeytanın avukatı olarak görmek belki aşırı yorum olur ama bunların kapitalizme bir noktada hizmet ettiğini düşünebiliriz sanıyorum. Britanya’daki insan sermayesinden bahsediyor Galor, teknoloji patlamasının katalizörü olarak insanı görüyor haliyle, toplumun refah seviyesinin yükseldiğini yeri gelince GSMH ile de açıklıyor ama değinmediği şey fırsat eşitsizliğinden mustarip olanlara bu kişi başına düşen paranın hiç uğramaması. Bir yanda zenginlik artıyor, belli bir yere kadar piramidi şenlendiriyordu ama en alttakilerin hali fenaydı, Uçurum İnsanları‘nda pek güzel anlatır Jack London. Bunu geçtim, bombalara geldim: tekstil endüstrisi birkaç mucidin makineleriyle otomatize hale gelince imalat süreci kısalıyor, mesai saati de kısalıyor ama otomasyonun işinden ettiği işçiler göbek atmamışlardır herhalde. “Böylece mamul giysilerin fiyatı düştü ve Avrupa ile Avrupa’nın kolonilerindeki yoksul insanlar daha kaliteli giysileri satın alabilir hâle geldiler.” (s. 65) Hangi yoksul insanlar acaba, düşük düzeyli memurlar mı? Ayrıca o fiyatın düşmesinin bedeli Hindistan’da dokuma tezgâhları parçalanan, ticaret hacimleri ve kazançları korkunç ölçüde düşürülen işçilerin/üreticilerin yoksul bırakılmasıydı. Bunlar yok metinde, sırf ilerlemeye odaklı bir anlayışta bunların yeri de yok tabii. Marx’a atılan taş da ilginç, hani “kaçınılmaz sınıf mücadelesi”nin ve komünist devrimin çoğu toplumda önlenmesi tarihin sonuymuş gibi ele alınıyor da biten bir şey var mı acaba, yani ben başka bir sınıfa mı mensubum, fazilet devrinde mi yaşıyorum anlamadım. Galor “hızla değişen teknolojik ve kurumsal ortamlar”dan bahsediyor, geniş ve esnek bir eğitim sayesinde insanların beceri grupları arasında geçiş yapabildiğini söylüyor, tam “tırışkadan iş” olayı. İşsizlik çok büyük dert, alım gücünün düşmesi ve yetersiz maaş yine dert ama bazı işlerin dandikliği ne ola, David Graeber’in malum metni çarkın dönmesi için üfürülen işlerin insanı nasıl tükettiğini, ekonomiyi de iyisinden mahvettiğini ibret verici şekilde anlatıyor. Mesela eğitime erişemedik mi, okuyacağız ama burs mu bulamadık, Sosyal Darwinizm. Şöyle de bir şeye rastladım, fikir verebilir. Cinsiyetler arasındaki ücret farkının görece kapanması gibi pek çok kazanım bu ilerlemenin sonucuymuş gibi sunuluyor, en hafif tabirle komik, insanca yaşama haklarının kazanımı için şimdiye kadar kaç kişi hayatını kaybetmiştir kim bilir. “Tırışkadan ömür” diyebileceğim bir mevzuyla bitirmek istiyorum, ömrün uzamasını faydalı bir şey olarak görmüyorum ben. Paranın dolaşımı için yaşatılıyoruz sanki. Ya da uzun, daha uzun, en uzun yaşamanın bende bir karşılığı yok, bilemedim, ilaç şirketlerinde mutlak bir karşılığı var ama.

Gider böyle. Hani bir parçası olduğumuz dizgenin kodlarını görmek için iyi bir metin, diğer taraftan sağlam da bir eleştirilmeli.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!