Michael Krüger – Kuledeki Adam

Resim yapması için tahsis edilmiş mekanına kavuşan ressam önce eşyaların durumunu belirleyerek nesneyi, şeyleri alımlama biçimini gösteriyor, hikâyelerinde kullanacağı dil, olayları değerlendirme yöntemi belirgindir artık. Ressam gözüne dünyanın tarihi düşüyor, oluşumdan göze varışa dek. Mesafeyi koruyor ressam, öznelliği eğip bükmüyor da ötesini berisini genişletiyor gördüklerinin, mesela çalışma alanındaki malzemelerini gözden geçirip anlattıktan sonra boya damlaların sıçradığı gazetedeki haberi inceliyor, Karol’un Papa’ya dönüşme sürecini düşünüyor. “Geriye kalan ne varsa hepsini önemsiz kılan hakikat anlayışı değil, sonsuz olanakların arasından yapılmış bilinçli bir seçim değil, dünyanın keşmekeşinde yok olma korkusu da değil, yaşamındaki küçük, sıradan ve önemsiz bir dönüm noktası onu Papa yapmıştı. Papa olmasaydı otobüs şoförü ya da Polonya televizyonunda yayın yönetmeni olurdu.” (s. 9) Olguyu üfürmeyle genişletme tekniğini yer yer kullanacak ressam, sanatla ilgili düşüncelerinin ortaya çıkmasında sosyalleşme tercihleri de etken olarak belirecek ama genellikle yalnız kalmaya çalıştığını söyleyebiliriz, kulede işi var adamın. Güney Fransa’da küçük bir yerleşim yerinin yakınlarında dört mevsimin resmini yapacak, uzunca bir zaman kulede çalışacak demektir. Papa konusu bir yere bağlanacak, ressamın düşündükleri gündelik yaşamına bir yerden ince çizgilerle bağlanır, resim çizmeye nasıl başladığını veya inancının mertebesini katacaktır anlatıya, bir şeyleri başarmış olmanın her zaman aynı sebatla çalışmasının eseri olmadığını söyleyecektir, türlü yol açılabildiğine göre gevşek tutulmuş bir anlatıyı izleyeceğiz demektir ki ressam gevezeliği pek sevmediği için pek dağılmayacaktır. Polisiyeye dair ögeler anlatıya girdikçe esas çizgi belirecektir zaten, ressam uzun zamandır hiçbir şey çizememesinin eksikliğini yaşamıyla kapamaya başlar başlamaz tıkanıklığı conk conk açıp kulenin sahibine borçlu olduğu dört suluboya resimle birlikte esas çalışmasının parçalarını da ortaya çıkaracaktır. Pahası baş ağrıtacaktır bu işin, ressam kendini cinayetli, gizemli olayların içinde bulacaktır. Dante’ye yaslanacaktır bu süreçte, baştan sona İlahi Komedya‘dan dizelerle ördüğü o zaman aralığını şiir ve azıcık üstten baktığı sıradan insanlar doldurdukça anlatılanın sınırları ortaya çıkar, kaç başı mamur bu anlatının köşeleri çoktur da bir bütündür hikâye, başlangıcın öncesi ve sonun sonrası okurca doldurul(a)masa da tamlık arayanı tatmin eder. Dante’nin sunduğu o soyutluk, tam biçimlenmemiş dünya ve ressamın savaş sonrası Almanya’sında aldığı soyut resim eğitimi bir biçimde birleşmiştir, ressam bu çakışmayla iç dengesini koruduğunu söylese de neden resmi seçtiğine dair kesinliği bulamaz, okurun doldurması gereken noktalardan biri.

Karşılaşma ansızın, ressam gitmeyi alışkanlık haline getirdiği barda içkisini içerken normalliği aradığını, dünyanın ressamlarla dolu olduğu için onca eserin içinde nitelikli olanın öne çıkmadığını, zenginlerin yatırım adına her resme saldırıp ahmaklık yaptığını düşünür de yan masadan gelen Almanca konuşmaları neden sonra fark eder. Araya sıkıştırayım, Almanlık ara ara bir gerginlik vesilesi olarak karşımıza çıkar zira savaştan sağ dönmeyi başarmış olanlar vardır çevrede, şüpheci bakışlar ressamın üzerinden ayrılmaz. Kulağına kendi dilinin sözcükleri gelince başını çevirir, kavganın sonunu yakalar. Adamın adı Peter, kadınınki belirsiz, ressamın sigaralarından biri eksik çünkü kadını orada bırakıp gitmeden önce sigarayı alıyor Peter, teşekkür edip çıkıyor oradan. “Şişko” Peter uzunca bir süre sorun çıkarmayacak, aslında ressam o adamı televizyonda görüp işlediği cinayetten haberdar olmasa, evine gelen mektuptaki direktifleri yerine getirmese hiç çıkarmayacak ama ilhama, yaşama ihtiyacı var ressamın, denk geldiği ölü serçede bulduğu devinimsizlik kendi devinimiyle çatıştığı için serçenin resmini çizebiliyor mesela, düzenli yaşamının dengesini bozacak çatışmalara ihtiyacı var. Alkol probleminin kaynağı için çok uzağa bakmamalı, Peter gittikten sonra masadaki kadına yanaşması, kendiyle ilgili söylediği yalanların yol açtığı alternatif gerçekliğe sığınması yaratıcılığını artırsa da kadının ortadan kaybolmasıyla tekrar normalliğe dönme tehlikesiyle yüz yüze geliyor. Neyse ki kadın da arazi oluyor, üstelik ressamın arabasını yürüterek. Bağlantı çok çabuk kurulur o andan sonra, barın sahibi Pierre ressamın bir sonraki ziyaretinde sorar, televizyonda gördüğü o adam, polis katili o şişko birkaç gün önce ressamla konuşmamış mıydı? Kadın da vardı yanında, nereye gitmiş olabilir? Ressam hiçbir şey bilmediğini söyler, eve döndüğünde kendisini bekleyen polislerle karşılaşır. Kadınla birlikte iki gece kaldığı otelden aldıkları bilgiyle gelen polisler çok sıkmazlar ressamı, uzaktan izleyecekleri için ürkütmeden giderler. Kadının geride bıraktığı mektup vardır ressamın elinde, telefonun çalmasını günler boyunca bekler ama hiç ses çıkmaz kadından, günler resim yapmak için bütün sıkıcılığıyla beklemektedir. Bir iki beklenmedik olay yeni resimlerin ortaya çıkmasını sağladığı gibi başka gerginliklere de yol açar, ressamın yaşadığı pansiyonun sahibi Jopin’in kızı gelir bir gün, ressam kızın resmini çizer ve insanla karşılaştığı her andan sonra olduğu gibi sanata, estetiğe dair düşüncelerini derler: “Güzellik, tüm enerjinin dizginlenmesiyle oluşur, dağılmasıyla değil; merkezde toplanmayla oluşur, dış çevrenin içeriye doğru çekilmesiyle değil, rastlantının ortadan kaldırılmasıyla oluşur, yeniden ele alınışıyla, dolaysız duyumlamayı elemekle değil.” (s. 69) Yaşam pratiği parlar burada, ressamın rastgele yaşantıları bir amaç uğrunadır, her ne kadar dizginleri bıraktığını düşündürecek denli dağınık görünse de en az çizgileri kadar belirgindir niyeti, o kadını bulacaktır. Bulmak zorundadır, kulesindeki dağınıklık, pislik bile o kadını bulmak, resimlerini yapmak içindir, ressam yaşamının çapını olabildiğince geniş tutmasına rağmen şeylere aynı mesafeden bakmak için çabalar, kaosun meydan okumasına cevap verir adeta. Bu pislik olayı anlatıda pek az yer kaplıyor gibi görünse de ressamın yaratma sancısının, yaşama bakışının mikro ölçekteki yansımasıdır, önemlidir. Necati Tosuner’in son metnindeki parçalardan birinde rastladığım şey, pislik ve dağınıklık. “Bu evin, işte, tozu püsürü de sanata dahil,” demişti, eliyle göstermişti Tosuner, gösterdiği şeyde bir öykü vardı. Birçok. İşte, ayarı kaçmıştır da insan içine çıkınca bozulan sinirlerini toparlamaya çalışmaz artık ressam, Bernhard’ın sesini ödünç alır ve insanlığın ortadan kalkması gerektiğini söyler. Kadın ortada yoktur, durmadan alışveriş yapan insanlar yaşamı kendilerince kutsarlar, ressam gördüklerine dayanamadığı için öfkesini uyandırır. “60’lı yılların sinirliliği, tatlı bir uyumlulaştırmaya bırakmıştı yerini, düşünmenin karşıtçılığı, dağınık, belirsiz bir kargaşanın içinde erimişti. Şimdi her türlü bağlayıcı taslaktan korkuyla kaçınan, çağın beğenisine tümüyle uyum sağlamış olan dayanıksız düşünme egemendi.” (s. 97) Son nokta aşılmıştır artık, kadın mektubunda Dante’yi Floransa’da bulacağını söylediği ressama ipucu vermiştir aslında, hikâyenin geri kalanı Floransa’da geçecektir. Şişko Peter’la karşılaşır ressam, adamın davetine icabet ederek kadınla Peter arasındaki ilişkinin detaylarını öğrenir, kadının izini sürmeye başlar. Yolculuğu uzar, izler silikleşir, nihayet Jopin’e telefon etmek gelir aklına. Jopin paniklemiştir, polis ortalıkta cirit atarak ressamı aramaktadır çünkü kule yanmıştır bir güzel, Jopin’in kızı ressamla ilişkisinin doğurduğu gerilimle adamın geçmişini yok etmek istemiştir. İyidir de nedir bu hikâyenin sonu, hiçtir, ressam toparlamayı başaramadığı anlatısı için yarımlığı sabitleyen birkaç cümle bırakır geride: “Herkesin, bir başı bir sonu olan bir öyküye hakkı vardır, her insan kendisini kimin sahiplendiğini bilmeli.” (s. 123)

Okunası bir roman, kadının hikâyeye yük olduğu ara ara hissedilse de sanatçının tıkanık bir adam olarak portresi ilgi çekici.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!