Ben Okri – Aç Yol

Olur, koşullar tutmaz da çok iyi metinler gözden kaçar. Bu öyle. Okri’nin üçlemesinin ilk cildi basılmış, sonra müstakil bir metni daha basılmış, bakmışlar ki okuyanı edeni yok, bırakmışlar peşini. Şimdi büyük yayınevlerinden biri bassa, üç beş etkinlik yapılsa uçar gider. Gitmez, Rushdie ne kadar gidiyorsa o kadar gider daha doğrusu. Zaten Rushdie’yle, Márquez’le falan anılıyor adı. Márquez iyi gidiyor gerçi. Bilemedim, Okri’nin bu romanının kurgusal akrabaları belli, yine de karşılaştığımız biçeme hazırlamıyor söylenenler, benzerliklerden bir öngörü çıkınca yüzey aydınlanıyor da derinliği görene kadar çakamıyoruz davayı. Ben çaktım, aklım gitti, o kadar etkilendim ki bıraktım kitabı falan, bilgisayarın başına oturup şak şuk öykü yazdım. Biçimi direkt çalıp kendimce genişlettim ama David Shields’ın önerisine kulak verip saygı duruşunda bulundum Okri’ye. İleriye doğru güldür çağıl akan bir zaman var anlatıda, karakterlerin geçmişe yönelik bir iki diyaloğundan başka dönüp bakmıyoruz, sanki tarihin hiçbir önemi yokmuş veya tarihin mihenk taşlarını, toplumsal hafızayı oluşturan değerde olaylar gerçekleşmiyormuş gibi. Öyle gerçi, yoksulların yaşadığı siteyi en fazla polisler veya alacaklılar basıyor, Çocuk açısından hep aynı şeylerin zuhur ettiği bir döngü ki Çocuk’un bakış açısından da hiç ayrılmadığımız için döngüyle hız yoruyor bir yerden sonra. Doğal, çocuk anlatıcılar dünyayı öyle algılar da tek bir dünya yok bu romanda, periler âlemiyle Nijerya’nın kalbi birbirine öyle yakın ki geçişlerin nerede başlayıp nerede bittiğini anlamak için çok dikkatli okumak gerekiyor. Okri yine insaflı davranmış, en başta Çocuk’un periler âlemindeki vaziyetini veriyor bir. Oradaki varlığını demeli belki, pastorallik bildiğimizden pek farklı değilse de varlıkların davranışlarıyla mekan bir anda cennetin parçasına dönüşüyor. Nehir sonsuz, her şeyden önce var olan, etrafında Çocuk’a benzer sayısız enerji dolanıyor. En mutlu oldukları anda doğumun pek uzakta olmadığını biliyorlar, tekrar bir bedende can bulma vakti yaklaşınca periler dünyasına geri döneceklerine and içiyorlar, öylelerine “abiku” yani “peri-çocuk” deniyor. Kimi doğmayı hiç istemiyor ama gitmek zorundalar, yeminini bozanı büyük cezalar bekliyor. Çocuk doğduktan sonra ait olduğu yere dönmeyi sadece bir kez düşünecek, o da sayısız felaketi atlattıktan sonra babasının fiziksel şiddetine uğradıktan sonra. Yemek yemeyi kesip uykuya dalmayı inatla reddettiği zaman ortaya çıkan periyle birlikte uzunca bir yol gidip kayıkçıyı bekledikleri nehrin kenarında son adımı atacakken babasının içten konuşmasını dinleyecek, nefes fırtınaya, gözyaşları tufana dönüşecek de peri dostlarının yanına varmasına ramak kala bedenine dönecek Çocuk, bir şans daha verecek. Öylesine yoksul bir aile ki babanın hamallık, annenin işportacılık yaparak elde ettikleri gelir açlıktan kurtulmalarına yetmiyor, bir de öte tarafın bitmek bilmeyen çağrıları Çocuk’un işini iyice zorlaştırıyor, bu yüzden gittiği her yerde periler ve canavarlarla kaçarsız karşılaşıyor. Annesinin pazardaki yerine gittiği zaman pazarları sırf insanların doldurmadığını görüyor, etrafında sayısız varlık biçimlenirken içlerinden en cesur olanlarının elinden kurtulmaya çalışıyor, babasının çalıştığı yeri görmek istediğindeyse adamın ne zor şartlarda para kazandığını anlıyor. Aşağılanıyor, ağır çuvalların altında iki büklüm oluyor adam, tekinsiz diyardan kurtulan Çocuk doğduğu dünyaya adım attığını babasının çamurlar içinde yuvarlanmasıyla anlıyor mesela, çileden başka hiçbir şey yok orada. Perilerle alıp veremediği yok, yaşadığı maceralardan şikayetçi olmadığını düşünebiliriz ama bu dünyadaki var olma çabasını sevgiye duyduğu açlıktan bilebiliriz, doğmadan önce insanların sevgisizliğinden haberdar olmasına rağmen zoru sevdiği kesin. Köydeki tek barı işleten Madam Koto’nun gaddarlıklarına gıkını çıkarmaması anlaşılabilir, aile korkunç durumlarla yüzleştiği sırada Koto ortaya çıkarak ya bir büyü yapıyor ya da Çocuk’un eline para sıkıştırarak sorunları çözüyor, karşılığında Çocuk’un canını çıkarıyor adeta. Bara gelen adamların hepsi insan değil, sorun çıkarsalar da Çocuk bir şekilde çözüyor ama insanlarla dalaşması bitecek gibi değil, insanlar perilerden çok daha korkunç. Çocuk’u dövüyorlar, itip kaktıkları var, babası olmasa daha fenası da yaşanabilir. Birkaç kilit olay var, onlardan bahsedip bitireceğim çünkü 570 sayfalık bu canavarla başka türlü başa çıkamam. Dünya işlerinden örnekler var, seçim yapılacak mesela, demokrasinin ne kadar tırt bir şey olduğunu anladıkları için seçmenler sadece ne alabileceklerine bakıyorlar ki normal, o yoksullukta en fazla kim veriyorsa o kazanıyor. Zenginlerin Partisi kıyak bir seçim arabası yolluyor ortama, adamlar bedava süt dağıtıyorlar ve halktan oy istiyorlar ki üç beş bir şey atsın parti, bok içinde yaşamasın insanlar. Bu kadar da açık bir sözcü var araçta, diğer partinin adamı da en az bu kadar açık sözlü. İşte, sütler bozuk çıkıp içen herkes zehirlenince çıldırıyor millet, ikinci kez gelen arabayı taşlamaya başlıyor, yakıyor üstüne, partililer ormana uzuyorlar. Bir sonraki aşamada polis var, siteyi bastıkları zaman kimse ses çıkaramıyor, Çocuk’un babası öfkesini kontrol edemediği için çıkışacak gibi oluyor ama sopayı yediğiyle kalıyor. Bu adama dikkat etmeliyiz, hikâyenin yarısından çoğu onun zıpırlıklarıyla dolu. Adam güçlü kuvvetli olduğu ve fakirlikten kurtulmak istediği için boks antrenmanına başlıyor. Saçmalık. Okri’nin belli belirsiz mizahı buralarda gizli, absürtlükler hoş. Adamın kuvvetli rakipleri var, önce oranın eski efsanesiyle karşılaşıp zar zor yeniyor adamı, sonra daha da eski bir efsaneyle dövüşüp ölesiye dayak yiyor, tekerlekli sandalyeye mahkum moruğun efsunlu sözcükleri babasının dikkatini dağıtınca Çocuk olaya el atıyor ve arkadaşıyla birlikte adamı uzaklaştırıyor oradan, döndüğünde babasının o şampiyonu da yendiğini görüyor ama şampiyon ölü, periler diyarından gelmiş, sağlam dövdüğü baba iyileşebilmek için ortadan kaybolup öte tarafa geçiyor, uzunca bir süre ortalıkta görünmüyor. Evde belirdiği zaman bir hafta kadar uyuyor, uyandığında periler âleminde bedenine dönmek için ne mücadelelere girdiğini anlatıyor. O âlemden haberdarlar, Çocuk’un oraya ait olduğunu da biliyorlar ama gitmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar, yeri gelince Koto’nun barına bile yollamıyorlar çocuğu ki oradan gelecek üç beş kuruşa muhtaçlar. Koto zaman geçtikçe siyasilerle yakınlaşıyor, barını toplanma alanına çevirince halkın tepkisini çekiyor çünkü ne demek, bozuk süt dağıtan takım elbiseli abileri ağırlamak, yemeklerini içkilerine önlerine koymak affedilmez bir suç, dolayısıyla Koto yalnız kalıyor. Cepleri iyi doluyor, artık yoksullukla boğuşmak zorunda değil, üstelik zenginden alıp fakire verebilir. Onda birini verse yine iyi ama hasis, verdiği kadar. Çocuk’a bir iyi bir kötü davranması tamamen çıkarlarıyla ilgili, yeri gelince sarkıntılıklara bile sesini çıkarmıyor, oysa onuruna oldukça düşkün. Baba kurtarıyor mekanın şerefini, üç beş kişiyle birden dövüşüp herkesi hacamat ediyor. Oğlunu kaç kavgadan çekip çıkardığı bilinmez, iyi bir adama benzese de eşini dövmekten geri kalmıyor, boksa sardığında onların yemeğini de indiriyor mideye, çocuğu dövdüğü oldu zaten. O şartlarda elinden geleni yapıyor, Çocuk’u perilere kaptırmayıp iyi bir yaşam için umudunu koruması önemli. İyi insanlar, kötü hayatlar, haliyle yarı iyi insanlar ama yaşama kabiliyetleri müthiş gelişkin. Annenin şefkati, babanın sabrı, Çocuk’un saflığı aileyi bir arada tutuyor, evlerini su basmasına ve ev sahibinin durmadan arıza çıkarmasına rağmen dağılmıyorlar, bir aradalar. Çocuk gitmemek için elinden geleni yapacak, periler ne kadar sıkıştırsa da.

Kısa cümleler, hızlı gelişen olaylar, sınırların belirsizliği. Müthiş biçem. Mutlaka okunmalı diyeceğim bu roman için, malum sitede yedi tane var. Fiyatı fişek.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!