Marie Phillips – Kaldırım Tanrıları

Tanrıların tavşanlardan farksız olduklarını söylüyor Artemis, ahlak anlayışları yok, dürtüseller, bunun yanında Londra’nın orta yerine düşmüşler çünkü emlak piyasasını takip edip aklını kullanarak ucuza gayrimenkul düşürecek tanrı var, geleceği görme yetisi tamamen kaybolmamış tanrı da var, neden düşmesinler. Arka bahçede organik tarımla uğraşan Demeter, erotik hatlarda erkekleri boşaltıp kredi kartlarını cukcuklayan Afrodit, yaptığı şaraplarla dünyaya katlanmayı kolaylaştıran Dionysos, mahallenin köpeklerini gezdirip üç beş bir şey kazanan Artemis ve TV’de medyumluk yapan rock yıldızı Apollo, son ikisi hikâyenin merkezinden çıkmayacak, Hermes de ara sıra piyasaya çıkıp yeraltına gidip gelme işlerini yürütecek. Hera’yla Zeus da var tabii, kadro aşağı yukarı bu. Tanrı kadrosu, işin insan cephesinde Neil’la Alice tek başlarına denge unsuru. Ölümlüler berbat etmiyorlar işleri, tanrıların bok yemesi yüzünden güneş sönüyor, Zeus kapandığı tavan arasından çıkıp yıldırımlarını düşürüyor Alice’in kafasına, bir dünya tantana. Ortaya karışık aslında, Amerikan Tanrıları elbet, yeraltına gidip gelme sürecinde Harry Potter, tabii Sandman var çünkü karakterlerin ilişkileri olsun, güç dengeleri olsun, Gaiman havası. Bir iki saçmalık var, onca tanrı güçlerinin azalmasının sebebini inananlarının sayısının azalmasına nasıl bağlayamamışlar, anlaşılır gibi değil. Binlerce yıl geçmiş, İsa çıkmış ortaya da Eros’u bile kiliseye bağlamış, üstelik Athena’nın durumu açıklama çabaları olmuş ama kafa mı basmamış artık bilemiyorum, bok götüren evlerine kapanıp güçlerini tekrar kazanmayı bekleyen tanrılar pek de akıllı görünmüyorlar. Neil’la Alice medyumların çıktığı TV programının çekimlerine gidiyorlar, Eros annesi Afrodit’in isteğine uyarak okunu Apollo’ya sallıyor, Alice’e sallamıyor çünkü insanların yaşamlarını yönlendirmek İsa’ya mahsus? Aslında bütün suç Eros’un, Eros vasıtasıyla Afrodit’in, her gün seviştiği Apollo’dan kurtulmak mı istiyor nedir, oğluna ok attırıyor bu tanrıça, Alice’in yaşamını mahvediyor. Diğer yanda Apollo’nun yediği haltlar var, bir gün gezdirdiği köpeklerle semtte dolanan Artemis tuhaf görünüşlü bir ağaca yaklaşıyor, tuhaflığın sebebi bambaşka bir iklimin ağacı olması kadının. Apollo’yla sevişmek istememiş, yoluna giderken Apollo öfkelenmiş, ağaca çevirivermiş kadını. Mitolojiden aparma sayısız hikâyenin modern zamanlara uyarlanmış halleriyle sık sık karşılaşacağız hikâye gereği. Artemis kızıp eve gidiyor, diğerleriyle birlikte Apollo’yu köşeye sıkıştırıyor, başka kimseye zarar vermemesi için Styx üzerine yemin ettiriyor. Tanrılar yeminlerini bozamıyorlar, Morpheus oğluna yaptıkları yüzünden ölüme mahkum edilince annesiyle babasını dahi görmüştü de yardım bulamayınca kaderine boyun eğmişti, bu güç dengeleri Phillips’in metninde de aynı, Antik Yunan’ın kaderciliği sürüyor. Apollo tutuldu, aklı başından gitti, sonra biraz şans(?) eseri temizlikçi olarak evinde buldu Alice’i! Televizyonda mı ne görmüşler patronları, Alice işinden kovulunca Neil’ın yardımıyla temizlik elemanı olarak çalışmaya başlıyor, kapı kapı dolanırken Artemis çıkıyor karşısına. Bunların seks dışında bedensel zevkleri yok, yemek sipariş edip bir köşeye atıyorlar, türlü çöp birikiyor evde, Artemis pislikten bıktığı için Alice’i işe alıyor. Otuz maddelik bir kural listesi: üst kata çıkmak yasak, dekolte yok, bir dünya şey. Apollo’nun canına minnet, kızı etkilemeye çalışıyor, o sıra Neil işkilleniyor da Alice’in çalıştığı eve gelip durumu görmek istiyor. İyi adam bu, mühendis, biraz nerd, hiç sevişmemiş ve hayatında ilk kez âşık olmuş, Alice’in Apollo’yla sorun yaşamadığından emin olmak istiyor bu yüzden. Mekâna geldiğinde Ares giriyor devreye, Apollo’ya arka çıkmak için ortamda bulunması yeterli, Neil’la Alice’in tartışmaları alevlenirken aralarındaki aşk da açığa çıkar gibi olunca Ares biraz daha yoğunlaşıyor, tartışmayı tekrar alevlendiriyor, sonra Neil çıkıp gidince o da uzuyor. Gerilim, heyecan arşa çıkıyor o sıra, Phillips çoksatarların klasik üslubuyla yazıyor da böyle anları şahane kotarıyor. Gerçi çoksatarların olayı böyle anların şahane kotarılması olabilir, uzun zamandır okumadım çoksatar, bilemiyorum. Neyse, Apollo dizini Alice’in dizine değdiriyor, arzuyu havada kapıp Alice’in dudaklarına yapışıyor, ardından yatağa yatırıp göğüslerine dil attığı sırada Alice’in aklına Neil geliyor da toparlanıyor hemen, Apollo tecavüz edeceğini söylediğinde -tanrılar kontrolü pek yitirmiyorlar, su içeceğini söyler gibi söylüyor Apollo bunu- sakinliğini koruyup Neil’ın imgesini güçlendiriyor zihninde, evi bir daha geri dönmemek üzere terk etmeyi başarıyor. İşlerin tepetaklak olduğu nokta burası, dünyayı kaos bekliyor artık.

Apollo halt yediğini anlar anlamaz Hera’yı aşıp Zeus’un uzun zamandır yaşadığı tavan arasına çıkıyor. Diyaloglar dört dörtlük, eğlenceli. Zeus eve bir ölümlünün girdiğini, tanrıların tanrı olduğunu anladığını öğreniyor, küflü battaniyesini bırakıp bulutlara karışıyor, psikolojik anlamda çökük Alice’i Neil’la dolanıp günah çıkartırken bulunca kamikaze gibi dalıyor tepeden, yıldırımlarını sallıyor. Neil’ın yukarı bakınca gördüğü surat korkunç, sonrası daha da korkunç, adam kendine geldiği zaman az ötesinde yatan Alice’in öldüğünü idrak edemiyor bir süre. Kimsenin hiçbir şeyden haberi yok, Artemis olaydan çok geç haberdar oluyor, temizlikçisinin neden gelmediğini merak ediyor bir süre falan. Hermes hemen Alice’i yeraltına, Hades’le Persephone’un dünyasına yolculuyor, gizli bir perondan kalkan gizli bir tren var, bileti hemen vermemek gerekiyor çünkü kondüktör aşağı atıveriyor o durumda yolcuları, sonra asırlarca uğraş dur doğru tüneli bulacağım diye. Aşağısının işleyişi bildiğimiz gibi, herkes zamanını bekliyor, yaşarken ne iş yapıyorsa yine onu yapıyor ama bu kez idarecilerin keyfine. Persephone iki muhafız dikmiş sarayının önüne, savaşlarda öldükleri zaman zırhları en az görmüş askerlerden ikisi gayet şık, jilet gibi dikiliyorlar. Evet, Apollo yaptıklarından pişman olunca Neil’ın evine gidiyor, tanrı olduğuna inandıramıyor adamı, kanıtlamak için pencereye gidiyor ve güneşe bakıyor. Maksadı bir anlığına söndürmekti ama gücü çok az, söndürdükten sonra şak diye bayılıyor, komaya giriyor adeta. Güneş? Yok! Yollar buz kesmeye başlıyor, gelgitleri bir müddet daha tutabilirler çünkü Poseidon o kadar düşmemiş çaptan da hayat bitecek, Apollo’nun kendine gelmesi lazım. Güçlerini tekrar toplamaları gerekiyor bunun için, tabii Alice’i yeraltından geri getirmek de lazım, küçük bir detay. Daha önce başarılır gibi oldu, Neil son anda arkasına dönüp bakmazsa sorun olmayacak, öncesinde kapıdan geçmek gerekiyor. Altın Dal yok, Neil’ın sesi Hades’i etkileyecek kadar güzel değil ki şarkı söyleyip istediğini alabilsin, iyi niyet de işe yaramaz çünkü etkileyiciliğini kaybetmiş. Bakacaklar artık, koz ne çıkarsa. Artemis eski günlerdeki kadar güçlü olduğunu düşünüyor, Cerberus’u hacamat edebilir, o sıra Neil saraya girip Alice’i kurtarmak için ne sunabileceğine bakacak. Eh, pek bir şey de sunamıyor aşkından başka, bir de Cerberus’u geri vermeyi teklif ediyor Artemis, amcasını zorlamaya çalışıyor ama o kadar da zorlamamalı, Hades’in ne yapacağı belli olmaz. Anlaşmayı anlatmayayım da yeryüzüne döndükleri zamandan devam, Neil’ın arkasına bakmamayı başarmasından sonra -hem Alice’in sesi geliyor hem gölgesi düşüyor öne, Orpheus biraz şapşal mıydı neydi- Londralıları meydana topluyorlar, Nelson’ın heykelinin altında donmayanlar hikâyeyi dinliyorlar Neil’dan, tanrılara duydukları inanç artınca Zeus’undan Artemis’ine kim varsa büyük bir güçle doluyor, Apollo gözlerini açar açmaz güneş de dönüyor yerine. Mutlu son. Karakterlerin hafifliği bir yana, antikitenin günümüze taşınmasındaki başarıyı görmek için okunur bu roman, denk gelen kaçırmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!