Kolektif – Rönesans ve Osmanlı Dünyası

Dag Nikolaus Hasse’nin incelediği “Avrupalı” belli bir coğrafyanın, Akdeniz’in kültürel, siyasi ve ticari hareketliliğiyle biçimlenmiş insan, Venedikliyle Konstantinopolisli, Yahudiyle Hıristiyan, bağlar o kadar çeşitli ki çok büyük çalkantılar olmadıkça koparılması zor. İstanbul’un Fethi yeterince büyük bir çalkantı, bu yüzden II. Pius mektup yazarak II. Mehmed’i Hıristiyanlığa davet ediyor, Anna Akasoy’un “Yunan Felsefesinin Hamisi Olarak II. Mehmed: Latin ve Bizans Perspektifleri” nam makalesinin girişinde hoş bir özeti var mevzunun. Kâtib Çelebi Mîzânü’l-Hakk‘ta Aristoteles’in bahsettiği organon kavramını yanlış yorumluyor, genelleme şu ki İslam felsefe geleneğinin üretken aşaması İbn Rüşd’ün öldüğü 1198’de son buluyor, bilinen tarih yazımı, Arapçadan Latinceye çeviriler 13. yüzyılda durma noktasına geliyor, Batı orijinal metinleri keşfettikten sonra Rönesans filozofları Arap otoritelerini karanlık çağlara damga vuran skolastik geleneğin bir parçası olmakla dahi eleştiriyor. Hasse bu paradigmaya karşı çıkarak Petrarca’nın “Arabistan’dan iyi bir şey çıkacağına kani olmaması”nın haksızlığına değiniyor, 16. yüzyılın ortalarına kadar çıkmış zira, Rönesans’ı da doğrudan ve dolaylı yollarla etkilemiş ama gerçekten de unutuş başlıyor o sıra, Arap mirası üzerinde yükselen yeni dalga felsefeyle birlikte Doğu’nun  katkıları görmezden geliniyor zamanla. Nedir, askerî üstünlüktür, II. Pius yeni bir Haçlı birliği oluşturmaya çalışıp başarısız olacaktır ama Osmanlı tehlikesine karşılık Doğu’ya duyulan korkuyu, nefreti fiştekleyecektir. Şimdi o kadar baş döndürücü, o kadar muazzam bir derleme ki bu, her makaleyi ayrı ayrı incelemek isterdim ama tembel tenekenin tekiyim, oradan buradan alıntılarla potpuri çıkaracağım, mesela haritacılıkla ilgili makalede görüldüğü üzere padişah temsilleri, coğrafi konumların çizimleri farklılaşır, padişahların etrafında Hıristiyan teolojisinin müstesna iblisleri yer alır, aynı şekilde Papa’nın etrafında da bu şeytanlar vardır aynı resimde, İsa tepeden izlemektedir, Reformcular iki kötülüğü bir tutmuşlardır kısaca. İslamiyet Yahudiliğin bir nevi türevi olarak değerlendirilirken “umut vardır” belki, II. Mehmed’in din değiştirebileceğini gerçekten düşünen var mıdır bilmem ama işin esprisi, II. Pius şansını denemiştir aklı öne çıkararak. Hem, hani madem Truvalıların öcünü aldı Padişah, Büyük İskender gibi bir figüre dönüşmek istiyorsa Avrupa’ya bağlılığını göstersin, Avrupa da ona bağlılığını gösterecek, tamam bu iş. De, Avrupa’nın o güne dek İskitlerin soyundan geldiğini söyleyerek barbarlaştırdığı, yerin dibine soktuğu Osmanlıları bu kez İskitler gibi güçlü, iyi savaşan bir halk olarak değerlendirmek işe yarayacak mı, yeni bir perspektif işte, Padişah’ı İslam dünyasından ayırmak için iyi taktik, sonuçta İskitler hayvan gibi şey yapsalar da Avrupa’nın bir parçasıdır, kısacası kötü olan daha kötü olandan iyidir. Akasoy’un makalesine dönüyorum, Rönesans dönemindeki Müslüman-Hıristiyan ilişkileri 1453’le birlikte sekteye uğruyor, İtalya’daki Yunan göçmenler Osmanlı Türklerinin savaşçı imgelerini güçlendiriyorlar, Avrupa kültürünün entelektüel mirasında hiç payı olmayan, onu yıkan barbarlar olarak resmediyorlar. Elbet bu kadar keskin çizgiler yok tarihte, Topkapı’daki metinler hâlâ araştırmacıların ilgisini çekiyor. Babinger entelektüel uğraşın zayıflığından bahsetse de İnalcık’ın tespitine göre matematik, astronomi gibi alanlarda ilerleme mutlak, Akasoy savaş meydanlarındaki belirgin başarıları bu çalışmalara bağlıyor biraz, ardından üç önemli figür üzerinden Osmanlı’nın kültürel mirasına eğiliyor. Papa mektubu göndermemiş, daha çok Batılılar için yazmış ki “İslam’ın akla karşı hasmane bir tavrı olduğunu” yayabilsin. “Muhammed’in Kanunu” yayıldıktan sonra Doğu’nun bilgeliğinin kaybolduğunu, Arapların müthiş İskitleri büyüleyerek ittifak değil de kölelik düzeni yarattığını söylüyor, akla vurgu yapması manidar, Akasoy alt bölümlerden birinde Ortaçağ Hıristiyan-İslamiyet bütünlüğünü incelerken iki dinin de aklı yücelttiğini kanıtlayan eserlere, düşünürlere yer veriyor ki Papa’nın nereden yürüdüğü anlaşılsın. İkinci figür Georgios Amirutzes, Trebizond’un prenslerinden biri, 1461’de II. Mehmed’le tanışıyor, Padişah’ın biyografisini yazan Yunan Kritovulos’a göre antik dönem yazarlarının öğretileri, felsefi diyaloglar, doğa bilimleriyle ilgili meseleler hakkında konuşuyorlar, Georgios sarayda bilimsel çalışmalarını sürdürürken Sultan için Batlamyus’un coğrafyasına dayanan Arapça haritalar yapıyor. Üçüncü figür Trabzonlu Georgios biraz hayalci, Papa’nın yazdığı mektupların benzerlerini yazarak Padişah’ın huzuruna çıkmak için 1465’te İstanbul’a geliyor, amacına ulaşamasa da büyük düşünü yaşatıyor: hayranlık duyduğu II. Mehmed, Hıristiyanlarla Müslümanları haç altında birleştirerek görkemli bir geleceğe kapı aralayacak. Hıristiyan öğretisinin, evet, sorunlu yanları var ama İslami bakış açısı, biraz da Aristotelesçi fikirler sorunları çözebilir. Akıl yani. “Pius, Gennadios Scholarios ve Amirutzes, Müslümanları Hıristiyan inancına ikna etmeye yönelik felsefi argümanların kullanıldığı ortaçağa özgü söylemleri devam ettirmişti. Ortaçağda dinin ve dinler arası diyalogların felsefi yorumlarının gelişmesi son derece iç içe geçmişti; bu örneklerde, bu iki gelişmenin yolları ayrılmaya başlamış olsa bile, Rönesans döneminde de aralarında benzer bir ilişkinin devam ettiğini görürüz. Örneğin Pius, Mehmed’in etnik kimliği üzerinde ısrar ederek tipik bir hümanist yazar argümanı sergilemiştir.” (s. 287)

Anna Contadini’yle Claire Norton’ın makalelerinde sınırların bulanık olmasının tarihsel konumlamayla ilgisi yer alıyor, örneğin kimi tarihçilerin öne sürdüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu’yla Rönesans arasındaki ilişkinin karşıt etkenlikten doğması oryantalist bir bakışın sonucu, aşağılayıcı ayrıştırmanın. Aslında Avrupa’nın bir parçası olarak Osmanlı gerek kültürel gerek ticari açıdan o tarihin öznelerinden biri, bir bütün olarak düşünülen Hıristiyan Avrupa’nın apaçık heterojen yapısı düşünülünce ötekileştirmek mümkün değil. Diğer makalelerde var, II. Mehmed’in Batı’dan getirdiği sanatçıların, düşünürlerin yanında buradan oraya giden çok sayıda insan var aynı yetilere sahip olan, sırf Fetih sebebiyle değil üstelik, sanatlarını orada sürdürürlerken kültürel köprü vazifesi görüyorlar. Sanat eserlerine bakalım, ciltleme tekniğini Akkoyunlulardan gelen zanaatkârlarla geliştiren Osmanlılar Batı’yı doğrudan etkilemiş bu yönden, Rönesans dönemi resimlerinde ve kodamanların evlerindeki kitaplarda doğrudan görülebiliyor. Memlük sanatı da aynı şekilde ithal edilmiş, Venedikli tüccarlar denk geldikleri eserleri toplayıp götürerek yeni desenleri tanıtmışlar sanatçılara. Sadece kitap değil, halılar gidiyor, soyluların resimlerinde statü göstergesi olarak yer alıyor. Kumaş gidiyor mesela, orada öyle bir üretim başlıyor ki bir süre sonra Osmanlı kumaş almaya başlıyor, ithalat yasağına yol açacak kadar. Topkapı Sarayı’ndaki kaftanların pek azı Osmanlı kadifesinden yapılmış, büyük çoğunluğu İtalyan kumaşlarından dikilmiş. Usturlaplar, metal kâseler, mesela bu kâseleri yapan Mahmûd el-Kürdî’nin adı oralarda duyulmuş, kendisi zaten oralar için üretiyormuş zira Arap harfleriyle nakşının yanında Latin harflerini de kullanmış. “Avrupa’da Ortadoğu süslemelerine yönelik ilgi, özellikle Rönesans döneminde yoğun olarak hissedilmeye başlanmıştır, Leonardo ve Dürer’in Ortadoğu’ya özgü düğümlü ve yıldızlı motifler kullandığı gözlenir.” (s. 77) Haritalarla ilgili şu da var, Giacomo Gastaldi’nin Anadolu haritalarını çizerken faydalandığı kaynakları inceleyen Sonja Brentjes, Gastaldi’nin sadece Batı’dan değil, Doğu’dan örnekleri de değerlendirdiğini kanıtlıyor. Türkçe yer isimlerinin Batı’daki dönüşümleri, transliterasyon uğraşı, 1548’deki haritanın 1564’teki haritadan farkları derken, dedektiflik gibi iş, Gastaldi’nin kartografi çalışmalarında Ebü’l-Fidâ’nın coğrafya kitabından faydalanmış olamayacağını söylüyor Brentjes, haritadaki bazı isimlerin kitapta yer almadığından bahsediyor, diğer olasılıkları değerlendiriyor, mantıklı olanlardan biri Venedik’i ziyaret edenlere başvuran Gastaldi’nin haritalarını sözlü bilgilerle oluşturması.

Müzikle ilgili makale, Owen Wright’ın, Osmanlı’yla Batı arasında etkileşimin belki en aza indiği alana dair şahane bilgiler veriyor. İki tarafın da konuya kayıtsız kaldığını söyleyip bitireyim, ilgilisine önereyim bu kitabı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!