Ignazio Silone – Fontamara

Fontamara, hiç bir coğrafya haritasında bulunmayan bir köy, birdenbire bir çok münakaşaların mevzuu, İtalyanın büyük bir kısmının, bilhassa Güney İtalyanın bir sembolü oluverdi.” (s. 11) Yirmi yılını geçirmiş orada Silone, oralı, önceden ABD’ye, Arjantin’e, Brezilya’ya göçen köylülerinden başarılı olanları dönüp civardaki köylere yerleşir, toprak alırlarmış, tutunamayanlarsa ırgatlığa devam, uzaklardaki hayatlarını cennetten bir rüya gibi hatırlayarak. Faşizmin yükseldiği dönemde İsviçre’de yaşıyor Silone, bir gün kapısında üç köylünün yattığını görüyor, Fontamaralılar. Bütün bir gece anlatıyorlar, önce ihtiyar, sonra ihtiyarın eşi, yine ihtiyar, ihtiyarın eşi, ihtiyar, ihtiyarın oğlu ve en son yine ihtiyar, romanın anlatıcıları da aynı sırayla anlatıyorlar, Silone sırayı değiştirmediğini söylüyor. Prens Torlonia kurgusal değil, tarihî bir karakter, soyluluğu paraya dayanan bir fırsatçı. Fucino Gölü’nün kenarında hayvan gibi arazisi var, binlerce ton ürün alıyor her yıl, muhafızları bu muazzam çiftliği korumak için cinayet işlerse kanunlar tarafından korunuyor, kodamanların gücü sınırsız. Fucino’dan faydalanan Fontamaralılar bu göle dökülen incecik bir derenin yatağının değiştirileceğini öğrendiklerinde ilk kez tepki gösteriyorlar, kasabaya gidip belediye başkanıyla görüşmeye çalışıyorlar ama yeni bir yönetim var artık, Mussolini merkezden atadığı adamlarıyla milletin iflahını kesiyor, Kara Gömlekliler sağda solda terör estiriyor, Novecento‘daki davar Attila’yı bildiysek köylülerin kimlerle uğraştığını da biliriz. Kasabada belediye başkanının evini taşlayıp soylu misafirleri acayip korkuttuktan sonra köylerini basmaya gelenlere karşı hiçbir şey yapamazlar, erkekler tarlada çalışırlarken gelen askerî kamyonları gören kadınlar önce çanı çalmayı düşünürler ama ölüm de olabilir ucunda, ne halt edeceklerse edip gitmelerini beklerler. Kamyonlar dolusu asker köyün sokaklarına dağılırlar, evleri basarlar, küçük dev Berardo Viola’nın âşık olduğu, uğruna davadan bile vazgeçeceği Elvira’ya tecavüz ederler, ardından köye gelen erkekleri ablukaya alırlar. Sorgulama, fişleme sahnesi: teker teker sorarlar, “Kim yaşasın?” diye, kimine göre Meryem, kimine göre herkes, kimine göre devrik kraliçe yaşasındır, vergiler kahrolsundur, hemen kalemler oynamaya başlar da köylüler bir anda kimliğe kavuşurlar adeta: anarşist, komünist, sosyalist, liberal, serkeş. Viola sevdiğinin başına gelenleri anladığı an yaşlı bir kadın Meryem’e yakarır, kilisenin kulesinde bir kadının siluetini görürler, çanlar çalmaya başlar. Meryem gelmiştir nihayet, köylüleri kurtaracaktır, korkan askerler hemen araçlara doluşup uzarlar da yola konan kütüğü görmez en öndeki, zincirleme kaza, yaralanırlar. Belli başlı kırılma noktalarından biridir bu, tezahür elbet etkileyicidir ama hiçbiri bütün umudunu dinî figürlere bağlamaz, başlarına gelene yavaş yavaş aymaya başlarlar. Şehirlilerle köylüler arasındaki farkı zaten bilir köylüler, kanunların şehirlerde yazıldığını, hâkimlerin şehirlerde hüküm verdiklerini, askerlerin şehirlerden geldiklerini anlamışlardır dağda yaşasalar bile, devlet oralara dek uzanmıştır, İç Savaş sırasında Piemonteliler oraları ele geçirdiğinde, ulusal birlik sağlandığında bürokrasi, hukuk, ne varsa tepeden inerek kafalarına basmıştır. Pratikte hiçbir karşılığı yoktur bunların köylülerde, haklarını nasıl savunacaklarını bilmezler, piyasaya çıkan avukatlar, temsilciler için kolay av. Fontamaralıların avukatı boş kâğıtlara imza attırıp dere yatağının değiştirilmesi için rızalarının olduğunu dalavereyle gösterir önce, taşlamanın akabinde belediye başkanı biraz korkar, kesirli bir sayı verip kafaları karıştırır, derenin kullanım hakkının tamamını almadığı yönünde inandırır köylüleri, en sonda da kullanım hakkının kaç yıl süreceğini yine katakulliyle belirleyip zaten üç kuruş parayla geçinmeye çalışan insanlara son darbeyi vurur. Mücadele etmekten başka hiçbir şansları kalmamıştır, Viola en başından beri ortalığı yakıp yıkmaktan başka çarelerinin olmadığını söylemektedir, nihayet akılları başlarına gelir ama bu kez de Viola’nın aklı başından gitmiştir çünkü Elvira’yla evlenmek için toprak lazımdır ona, şehre gidip çalışarak para kazanmayı düşünürken mücadeleden vazgeçer. Kimin için mücadele, bütün köylülerin az çok toprağı var da kendisinin bir avuç olsun yok, para olmadan olacak gibi değil, bu yüzden insanları yarı yolda bırakır. Zurnanın zort dediği yerde. Köy basılmasaydı muhtemelen isyan ateşini o yakacaktı, Elvira bile o isyankâr haline âşık olduğunu söyleyip eleştirecektir sevgilisini. Viola dinlemez, anlatıcının oğlunu da yanına alıp şehre gider iş bulmak için. Bürokratik cehenneme. Faşistler ülkenin her kurumunu ele geçirmişlerdir, köylüler yine köpekten aşağı görülürler. İktidar değişir, hatta rejim bile değişir ama kadrolar değişmez, sömürü devam eder. Prens’in gücünün anlatıldığı bölümde dehşet verici bir benzetme vardı: En tepede Prens vardır, Prens’in altında uşaklar, onların altında köpekler, onların altında hiçbir şey yoktur, hiçbir şeyin altında da hiçbir şey yoktur, hiçbir şeyin altında yine hiçbir şey yoktur, sonra köylüler gelir. Şehre gidip şeytanın bacağını kırmaya çalışanlar olmuştur, açlıktan ve biraz da saflıktan hemen polislerin eline düşüp provokatör olarak kullanılırlar. Muhalefetin direncini kırıcı baskınlar, sloganlar, şiddet eylemleri, hikâyesini dinlediğimiz adam iyi miktarda para biriktirmeyi başarmıştır, üstelik gazetelerde boy boy fotoğrafları çıkmış, “kahraman” olarak anılmıştır bir dönem. Köylülere hikâyeyi anlatan adamın üstü başı yırtık dökük, açlıktan bir deri bir kemik kalmış, meğer anlattığı kahraman ta kendisi! Karnını doyurmak istiyor sadece, şehre gitmesinin sebebi bu. Viola da aynı amaçla gidiyor ama başka bir son bekliyor onu, hüzünlü. Toprak dağıtımını da anlatayım oraya geçmeden, bir gün köylüleri toplayıp şehre götürüyorlar, nihayet toprak paylaşımıyla ilgili görüşmeler başlayacak. Vali geçiyor, belediye başkanı geçiyor, bilmem kim geçiyor, bizimkiler güneşin alnında kalkıp her geçeni alkışlıyorlar, öğreniyorlar ki görüşmeler çoktan bitmiş, topraklar köylülere verilemeyecek kadar değerli olduğundan ortakçılığın bitirilmesi kararı çıkmış. Darbe üzerine darbe yiyor köylüler, Viola’nın sonu esas kıvılcım olacak direnmeye başlamaları için.

Çalışma vergisi ödüyorlar, bilmem ne parası ödüyorlar, işlerini gören avukata, iş bulma kurumundakilere, herkese para dağıtıyorlar. Anlatıcıyla Viola sağa sola koşturup işe girmeye çalışırlarken aç kalıyorlar en sonunda, yanlarına gelip yardımcı olmaya çalışan kızıl saçlı adam daha önce köylülere yardım etmişti, Viola hatırlıyor, baskın sonucu birlikte kodese atıldıkları zaman adamla uzun uzun tartışıyor kurtuluş yolunu belirlemek için. Hayaller yıkılmış zaten, candan başka verecek bir şey kalmamış, o sıralar İtalya’da namı iyice yayılan gizemli adamın kendisi olduğunu söylüyor Viola, hedef şaşırtıyor. Bildiri dağıtan, insanları örgütlemeye çalışan, umut ışığını yakan gizemli adam eylemlerini sürdürebilecek böylece, bedeli Viola’nın ölümü. Koğuşta kendini astığını söylüyorlar, anlatıcı olayı doğrulayıp serbest kalıyor, köyüne gittiği zaman kızıl saçlının oraya çoktan geldiğini görüyor. Baskı makinesi getirmiş, civar köylere de dağıtılacak gazetelerin basımını Fontamaralılar üstlenmiş, dağıtımını bizim aile. Bir akşam köye dönerlerken çatışma seslerini duyuyorlar, hikâye boyunca izlediğimiz insanların öldüğünü öğreniyoruz, kalanlar ıssıza kaçıyorlar. Direniş orada sürecek, artık köy yok, ezilmek de yok, faşizme karşı omuz omuza.

Elvira’nın ölümü anidir, Viola’nın değişimi tutarsızdır biraz, hızlıdır, köylünün cahilliği abartılmıştır ama dönemin toplumsal olaylarını, siyasi ortamını iyi yansıtır bu roman. Sabahattin Ali çevirisi, zamanında Tonguç’un başı belaya girmiş bu roman yüzünden, ilgili kitabın yazısında anlatacağım. Gazetenin gelmesiyle birlikte insanların bilinçlenmeye başladıklarını da görürüz, Ahmet Emin Yalman’ın Osmanlı’nın basın tarihinin bir bölümünü anlattığı metninde karşılığı vardır, onu da orada anlatacağım. Önemli bir metin bu, okunmalı. Sabahattin Ali çevirisi.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!