Fatih Altınöz – Birine Bir Şey Yapmaktan Korkuyorum

Eh, adamın biri, “Şşü lan!” diye ünleyince öfkemi boşaltmak istemedim değil. Çenesine bir yumruk, iki döner tepik. İki seksen. ATM sayısı kadar kuyruk olmazmış, mevzu bu. Kendimi tuttum da karakolluk olmadım, içimi soğutmak için aklımda dövdüm adamı. Altınöz başka bir şey anlatıyor gerçi, birine bir şey yapmaktan korkan adam akıl hastası. Ben çok normalmişim gibi. Geçende bir araştırma sonucunu gördüm, Türkiye Avrupa’daki en öfkeli güruha sahipmiş. Açık hava tımarhanesi. Çok ağır vakalar hariç sokaktaki adamı anlatıyor Altınöz, saatli bomba gibi gezenleri. Yetkili bir abi, 1964 doğumlu, psikiyatr ve yazar. Kült dergi Şizofrengi‘nin kurucusu, romanları ve denemeleri var, örneğin Okumadan Kitap Eleştirileri‘ni okuyorum şimdi, arka kapak yazıları ve ön kapak resimleriyle tatlı tatlı matrak geçiyor, hoş. Bu metninde “psiko-politik hikâyeler” var, Altınöz mesleğe başladığı günlerden, hatta daha ilk günü de ele alarak deneyimlerini öyküleştirmiş, iyi bir metin çıkarmış. Murat Menteş’in dokunuşları da hissediliyor, Altınöz özel olarak teşekkür etmiş Menteş’e. Riverside ve The Pineapple Thief’le sınırlı kalmasıysa üzücü, metni yazarken bu iki grubu dinlemiş bol bol, Porcupine Tree’yi de görmek istedi şu deli gönül. Her neyse, bir evladın nasıl sevileceğine dair öyküyle açılış. Palandöken, bozkır, on dört yaşındaki Erkan’ın sağa sola koşturması ve babası Kemal Bey’in peşinden seğirtmesi mecburi hizmetin boğucu ortamında Altınöz’e belki de en önemli derslerden birini veriyor, bir babanın evladına duyduğu sevginin en saf hali ortada. Altınöz 1986’da Erzurum’a geldiğinde yanında babası da var, bir anlamda babaların hikâyesi bu. Altınöz gelmemesi için ısrar etmişse de babası dinlememiş, atlamışlar otobüse. İndiklerinde ayaz, eşyaları hemen bir taksiye yükleyip Uzunahmet’e doğru yola koyulmuşlar. Tabelası silikmiş, sapağı kaçırmışlar, geri dönüp doğru yola girdiklerinde her şey küçülmeye başlamış, bozkır büyümüş. Uzaklarda birkaç ev görününce Altınöz şoföre sormuş. Hayır, orası değil, şurası. Eve benzeyen tek bir yapı var, gerisi “yığma toprak damlı bir miktar barınak”. Altınöz’ün rengi atmış olsa gerek, emin değil, babası çaktırmamaya çalışsa da yüzü solmuş. Üstelik adımını atar atmaz Erkan’la, ilk hastasıyla tanışmış. Alışma evresi, şu bu derken ortama ısınmış Altınöz, karda kışta Erkan’la Kemal Bey’in koşturmalarını ve babanın evladına duyduğu sevgiyi aklına kazımış. “Hiçbir engele takılmadan bu kadar mı güzel, bu kadar mı sevgi dolu bakar bir baba evladına her şeye rağmen? Görmüşsünüzdür, bilirsiniz.” (s. 14) Altınöz’ün kendi babasında gördüğü neydi, onu merak ettim ama birine bir şey yapmaktan korkanlarla ilgili bir metin bu, devam. İlk öykünün güzelliğinden sonra ikincisine hazırlıksız yakalanıyoruz, dehşet verici bir hikâye. Askerdeyken kısa süreliğine psikiyatr olarak çalışıyor Altınöz, “nüshalardan biri”ni getiriyorlar. 12 Eylül’ün kıyımında hesabına 13 yıl düşmüş, hapisten çıkar çıkmaz askere. Erattan ağır küfürler işitiyor, psikolojisi bozuluyor, kötü bir şey yapacağı belli. Onca işkenceye, yaşamının elinden alınmasına dayansa da hapisteyken yaşadığı bir olay aklının incecik ipliklerini koparmış nihayet. Açlık grevinin 35. gününde kapıya havalandırmasız, ışıksız, zırhlı araçlar dayanmış, mahkumları döve döve araçlara bindirmişler, nakil için yola çıkmışlar. Molalarda askerler karpuz tarlalarına dalıp ganimetlerini şapır şupur yemişler, sigaralarını yakıp muhabbete dalmışlar. Sesleri duyuluyor, kör karanlığın içinde aç ve susuz kalan, sıcaktan bunalan insanlar dinliyorlar, ne kadar bekledikleri belirsiz.

Bu kadar günah taşıyan bir ülke iflah olmazdı.

Olmadı da!” (s. 19)

Rahmi’nin hikâyesine benzer bir şeyi okudum veya dinledim, hatırlamıyorum. Alkolik bir öğretmen hakkında şikayetler ayyuka çıkınca müfettiş geliyor, adamla konuşuyor ve adamı cezalandırmak için süreci başlatmak yerine alkolizm tedavisi için yüreklendiriyor, sonuçta öğretmen tedavi görüyor ve mesleğini sürdürüyor. Daha ağır vakalarda ne oluyor, malulen emeklilik. Rahmi Batı Karadeniz’in kasabalarından birinden gelmiş, sessiz bir adam, dünyada doldurduğu yerden utanıyor adeta. Ablasının torpiliyle bulduğu iş devlet dairesinde makbuzların bir nüshasını defterlere işlemek. Başta her şey yolunda gidiyor ama yavaş biri Rahmi, yetişememeye başlıyor, önündeki makbuz dağı büyüdükçe büyüyor. Soba var, yak gitsin o zaman. Devletin malına zarar vermekten gözaltı, tutuksuz yargılama ve akli denge raporu için tımarhaneye sevk. Şizofreninin bir türünden mustarip Rahmi, suç esnasında akli olarak rahatsız olduğu için suçun bilincinde değil, cezalandırılamaz. “Rahmi kasabasına dönüyor. Oysa şu anda hapiste olabilirdi. Hem de uzun yıllar yatabilirdi kâğıt yakmaktan. Artık evde oturacak. Hiçbir yere çıkmayacak. Rahmi’nin ablası onun şizofrenisine dua edecek. Malülen emekliliğine de şükredecek.” (s. 25) Bir gün gözün önündeki sisler dağılınca yılların geçip gittiğini anlamak, tanıdıkların ortadan kaybolduklarını görmek sağalmanın ardından gelen travmayı katlanılmaz hale getiriyor olsa gerek, Rahmi gibi insanlar dünyanın üzerlerine yıkılmasından korkmayı bıraktıklarında bununla da baş etmek zorunda kalacaklar. Bazılarının durumu bambaşka, kronik manik Döndü Hanım’ın durumu Altınöz’ün aklında kalanlar arasında. “Tımarhaneler insan müzeleridir” bölümünde muhtemelen Bakırköy’deki bir vaka ele alınıyor ama öncesinde tımarhanelere genel bir bakış. Başka bölümlerde de tımarhanelere dair bilgiler var, karıştırayım hepsini. Altınöz genç bir doktorken tımarhanede reform yapmaya niyetleniyor, yıllardır yatan hastaların durumlarını inceleyerek aslında çıkışlarının yapılabileceğini görüyor ve aileleri aramaya başlıyor. Çoğu aile umursamıyor, herkes durumdan memnun, insanların hastanelerde unutulması bazı yaşamları kolaylaştırmış gibi görünüyor. Babasını almak istemeyen adam mesela, muhtemelen Altınöz’ü şikayet edenlerden biri de o. Neyse, reform başarısız olunca tımarhanenin aciline gönüllü sürgün olarak giden Altınöz yoğunluktan bahsediyor, kapının kalabalığından yılıp camdan girenler bile varmış. O yoğunlukta tedavi görenlerin ne yaptıkları da takip edilemiyor tabii. “Acil servisin yanındaki telefon santralinin camına pike yapmış birini hatırlarım. Hastane bahçesinde gezinirken cama doğru uçmuş birden. Büyük bir gürültünün ardından kırık camlarla üzerine düşen deli nedeniyle dehşete kapılmış bir halde dışarı koşan santral memuruna acil kapısında ilk müdahaleyi ben yapmıştım.” (s. 27) Döndü Hanım diyorduk gerçi, gezmeye gelir gibi hastaneye gelir, Altınöz’ün odasına kurulur bir müddet, gelen hastalara sinkaflı sözler eder. Hastalar şaşırırlar, o kim ki doktorun yanında öyle konuşuyor? Sohbeti sarıyor ama, sürekli maniden enerji patlaması yaşadığı için çağrışımlar zengin, sözler sonsuz. Anlatılan insanların kendilerine has deliliklerinin yanında hastanede çalışmaktan delileşen meslektaşlarını da ele alıyor Altınöz, yasak aşk hikâyesi ilginç. Arıza çıkmasın diye isimleri değiştirmiş Altınöz, Orhan aslında Orhan değil ama Orhan, telefon ediyor, Altınöz nöbette o gece. Ayşe’ye bulması lazımmış, Orhan da yoldaymış, geliyormuş. Ayşe bir başka doktor, hastanede bir yerde. Arayıp bahçede buluyor kadını Altınöz, yanında iki gölge. Biri Orhan, diğeri müstahdem, gecenin üçü. Ayşe bir poşet hap bulmuş, sarıları yutmuş ki en tehlikelileri sarılar. On beş tane yutmuş Ayşe, hemen reanimasyona gönderilip tedavi altına alınması lazım ama Orhan’la Ayşe’nin başı yanacak o zaman, öbür türlü de kadına bir şey olduğunda Altınöz top altına gidecek. Kadınla adamın aileleri var, mahvolacaklar. En sonunda kusturuyorlar kadını, serum takıp sabaha kadar başında bekliyorlar. “Nöbet olaysız geçmiştir”. Bu olaysız geçen nöbetlere dair resmi belgeye not düşen ellerin nasıl titrediğini gördüm, olaysızlığın altında ne gibi faciaların ucu ucuna atlatıldığını bir yaşayan bilir. Ertesi gün miting var, hep beraber gidiyorlar, Orhan az ileride eşi ve küçük oğullarıyla el ele yürüyor, Ayşe biraz daha geride. Sırrı taşıyan için ne yük!

Pek çok hikâye, “Deli Ozanlar Derneği” vakası ve Şizofrengi‘ye dair detaylar. Tavsiye ederim Altınöz’ün metnini, detaylardan kurgularımda da faydalanacağım sanırım. Jargona dair de hoş bilgiler var, meraklısı okusun.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!