Kılcallarıyla kocaman yer, mesela yakınlarında Newark var ki The Sopranos‘un maço tayfasının bulunduğu yeri gösteren harita bile yapmışlar, New York biraz bu. Ellis’in sapığının dilenciye bıçak sapladığı yeri haritada göstermek zalimlik olurdu, Manhattan’ın bir yeri. Uzaylılar şehri havaya uçurmadan önce kaçıkların karşılama merasimi düzenledikleri binalar burada, 1930’ların janti gangsterlerinin takıldıkları yerler yine burada, Queens ve Brooklyn tuhaf insan ihtiyacını da karşıladı mı eksiği yok demektir. Kuruluşu dahil günümüze dek çok halini görmüşüzdür, en güncelini Eric Andre gösteriyor bence. Janowitz asıl New York’un 1980’lerde, Andy Warhol öldüğü zaman yıkıldığını söylüyor ama yeni doğandan bahsetmiyor hiç, Andre’ye bakıp son yirmi yılın sosyal bombalarını görebiliriz. Şu tipleri görünce şaşıran insanlara şaşırmak gerekecek yakında, öyle bir karmaşada tuhaflık hızla sıradanlaşıyor. Şehrin değinilmeyen neresi var diye düşünüyorum, Janowitz öyle bir toplam çıkarmış ki eksiği bulmak zor. Metroyla ilgili bölümlerde Patrick Swayze’nin kutu kolaya tekme atmaya çalıştığı sahneler de geliyor akla, Kramer’ın yer kapmaya çalıştığı sahneler de, hatta dövüşen birileri olsaydı Neo’nun hoş bir katakulliyle Smith’i hacamat ettiğini hatırlayacaktım ama olmadı, ben de o sahneyi açıp izledim yine. Huayt! Kiaayt! Lazım, nasıl bir manyakla karşı karşıya geleceğimiz belli değil. Zararsızlar var, evlerinin önünde oturup seksen kediyle birlikte gelene geçene bakabilirler, sonra bir gün cinayete kurban gittiklerini öğreniriz gazetelerden. Biri çıkar, manyak değildir ama söylediği şey manyakçadır, ZZ Top’ın çekeceği klipte mutlaka oynamamızı ister. Gideriz, koca koca sakalların arasında bir yer kapmaya çalışırız, sonra bütün çekimin MTV için birkaç saniyelik jeneriğe kırpılacağını öğreniriz. Tosuner anlatmıştı, Almanya’dayken takıldığı yere biri gelmiş ve Herzog’un çekeceği son filmde figüran olmak için başvurması gerektiğini söylemiş. Belirtilen saat ve yer uygunmuş, Tosuner biraz rol kesip kapmış figüranlığı, filmin bir sahnesindeki kahve muhabbetinde yer almış. Sonrası heyecanlı bir bekleyiş, film nihayet çıktığı zaman Tosuner bakmış ki kendisinin yer aldığı sahneler kesik, yok. Tecrübedir, ancak öylesi şenlikli bir yerde yaşanabilirdi. “Alan”: Kültürel bağlamda tokuşmaların yaşandığı bölgelerden müthiş yenilikler çıkar ki New York tam da bu tokuşmalar için icat edilmiş gibidir, Janowitz’in sanat sepet tayfasını anlattığı bölümlerde bu kavramın somut karşılıklarının müstesna örnekleri var. Görsel sanatlar mesela, 1980’lerden itibaren uçuşa geçen sokak sanatçılarının eserleri galerilerce yağmalanmış, Basquiat gibi birkaç sanatçı bir müddet tutulmuşsa da çoğu ortadan kaybolmuştur, tutulmalarını sağlayan da neyin moda olacağına karar veren zenginlerdir. Artistlere baktığımızda benzer durumlarla karşılaşıyoruz, herkes birileriyle denk gelmek için bir yerlere gidip yakaladığını ele geçiriyor resmen, Janowitz de durmadan kendisini öven az ünlü bir oyuncudan yakınıyor sık sık. Hamilerin sanatçılar üzerindeki tahakkümü, sanatçıların sanat eksperliğini kimseye kaptırmamaları, bir dünya manzara var metinde, şahane. Warhol en az bir bölümü hak edecek kadar yer almış Janowitz’in hayatında, yıllar boyunca pek çok restorana gidip yemek yemişler ve ortama önce yakın arkadaşları, sonra tanıdıkları ve en son hiç tanımadıkları insanları çağırıp rastgele muhabbete dalmışlar, arada yedikleri yemeğin haddi hesabı olmamış zira Janowitz’in gurme arkadaşı sayesinde para vermemişler hiç, haftanın bir günü canavar gibi yiyip içmişler. “O yalnızca yeni açılan yerlere özellikle de genç oğlanlara meraklıydı. Bir seferinde Tanrım, demiştim kendi kendime, hiç evinde oturmaz mı bu adam? Sanırım, insanın her gittiği yerde bu kadar ilgi görmesi bir tür bağımlılık yaratıyordu. Sürekli yanına gidip gelen birileri olurdu.” (s. 286) Janowitz’in İthaki’den çıkan metnini, New York Köleleri‘ni henüz okumadım ama neyle karşılaşacağımı bu metinden ötürü aşağı yukarı biliyorum sanırım, metnin film haklarını Warhol’un beş bin papele satın aldığını da biliyorum, film pek başarılı değil ne yazık ki.
“Hepsi de sokaklara tükürür, arkalarından çıkmaya çalışan kimse var mı demeden, kapıyı çarparak kapatır ve sürekli olarak birbirlerinin taksisini çalarlar. Herkes canı istediği gibi kaba davranır, çünkü nasıl olsa onları ne tanıyan çıkacaktır ne de yüzünü bir daha gören. Şehir fazlasıyla kalabalık bir yer. Bu tür şeyler hoş karşılanabilir yine de.” (s. 312) Şimdi sosyal medyaydı, görünürlüktü derken o kadar rahat cozutmuyor belki insanlar, 1980’leri hayal edince hengâmenin büyüklüğü dehşete düşürüyor. Her gün kaç insan geliyor oraya, dünyanın her yerinden turistler, göçmenler, yolcular yığılıyor ve şehir yeni bir katman kazanıyor, ertesi gün bambaşka insanlar aynı ebatta farklı bir katman yaratıyor, akışın sonu gelmiyor. Bu durumda sokağa rahatlıkla sıçan bir insan görmek elbet yadırganacaktır ama ertesi gün kimse hatırlamayacaktır bu olayı, şehrin hafızası o kadar zayıftır ki gün içinde denk gelinip uzun süre konuşulan birine saatler sonra bir davette rastlayınca o kişiyi tanımak mümkün olmayabilir. Janowitz bir kıyafete bakacağını söylüyor bunun, konuştuğu kişi başka bir kıyafetle karşısına çıkarsa tanımazmış. Rekoru bahsettiği bir davette kırmıştır herhalde, evin bir noktasında konuştuğu adama başka bir noktada rastlar ama ışık başka yerden vurduğu için adam aynı adam değildir artık, bambaşka biridir. O kalabalık, hız, şehrin devrilmesini engelleyen ne varsa uçucu ilişkilere yol açıyor ama New York toplumsal anlamda bu geçicilikle var oluyor. Suçu da düşünmeli, özellikle Central Park’ın ıssız yerlerinde başa her şey gelebilir, kenar mahallelerde gayet normalmiş gibi görünenler bıçak çekebilir, Janowitz gibileri de yarınlar yokmuş gibi dolanabilir buralarda. Pek çok vakadan bahsediyor, bir ikisi aşırı ürkütücüydü. Misal sıklıkla cinayet işlenen bir bölge var, Janowitz çocuğunu da alarak oralarda yürüyüşe çıkıyor ve ortalık kararınca birinin mutlaka saldıracağını düşünüp tedirgin oluyor, karşılaştığı insanlardan uçarcasına kaçıp hayatını kurtarıyor belki de, kısa süre sonra orada birinin öldürüldüğünü okuyacak yine gazetelerden. Mahalle zaten tekin değil, gençken yaşadığı evden çıkar çıkmaz ortalıkta dolanan ucube tiplerin arasında korkuyla yürüyor ama bir yandan da seviyor bu adrenalini. Başına bir şey gelmemişse gelmeyecektir çünkü mahalle kendisini kabul etmiştir, yazar olmaya çalışan tuhaf birini bağrına basmıştır, sakinleri de tuhaftır çünkü. Oralar ucuzdur bir de, merkeze yaklaştıkça kiralar süper maaşlı beyaz yakalıların zor karşılayacağı ölçüye ulaşır, haliyle çeperde kalanlar çoktur. Apartmanlarla bitirmek isterim, uzunca alıntı şehre dair çok şey içeriyor: “New York apartmanlar şehridir, minik küp kutular gibi birbiri üstüne dizilmiş, hapishane hücreleri gibi kasvetli modern apartmanlar şehri. Öteki binalara gelince, onlar kahverengi tuğlalı, eski taş binalardır, şehrin çene kemiklerine iki sıra halinde dizilmiş azı dişlerine benzerler; her biri farklı bir kişiliktir, kimi vurdumduymazdır, yıllar boyunca gelip giden onca kiracıyı umursamaz bile, bir de hemen uçup gidecekmiş gibi duranları vardır, şahit oldukları hayatlarla yıpranmış kırılganlar.” (s. 323)
Kemal Tahir’in duvarına astığı New York haritasına bakıp bakıp yazdığı Mayk Hammer romanlarının havası solunuyor bu metni okurken, Janowitz sanat galerilerinden ortalıkta fink atan farelere kadar şehrin her parçasına dokunuyor, okurunu şöyle doya doya gezdiriyor.
Cevap yaz