Marina Benjamin – Uykusuzluğun Şarkısı

O kadar karanlık değil, hiç o kadar boş olmadı ama bir yerden ışık sızıyor, bir şeyler parıldıyor, sonra ölü bir küre giriyor görüntüye, artık o kadar boş çünkü yaşam, ses yok, kesin. Panik. Ellerim terliyor mu bilmem. İstiyorum ki değişsin, meğer boşluktan gelirse keyif. Ve gittim, buralarda değilim. Çoğun böyle oldu, bir şekilde çatlağı genişletmeyi bildim de daldım. Ranzanın gıcırtısı raylardan, sebilin uğultusu denizden, tepedeki ışık güneşten. Rüyalar çok sonra gelse de toplar önce, düşen etrafın altında bırakmaz, dayanır. Birini görmeyeceğim bir daha, öyle bir günün gecesi diyelim, birini bir daha görmemek geride kalır. Her şey geride kalır, uyurum. Boşluğu değiştirip uyurum, askerde ilk gecedir de uyurum, boşanmışımdır da uyurum, uyku delirmemek için. Kolayca uyurum, uyuyup uyumadığımı anlamam bile, gözlerimi açtığımda sabah olmuştur ama geceden ayrık değildir. Nasıl, o kadar kolayı bölümlemez. Uykuyu uyanıklıktan ayrı bilmem, yaşamı ölümden, Benjamin ikisinin kardeş olduğunu mitolojiden çekip çıkarınca düşündüm, belki de ölümü istemem bundan. Ölmek isterim çünkü yenidir. Burası hep eskidir, şeylerin olma ihtimalinin geride kalmışlığınca eskidir, ölümü yaşamdan ayrı bilmek can havli ama birse neyden çekinmeli. “Bir şeyi, bizi nelerden mahrum bıraktığına bakarak tanımlamakta ısrar edersek bu şey kendini gösterdiğinde kaybedilenlerin özünü nasıl kavrayabiliriz? Ya varlığıyla kazandırdığı şeyler varsa? Uykusuzluğun meselesi de bu.” (s. 9) Ölümün de meselesi bu bence. Ölüm varsa ben yokum diye değil, ölümle birlikte varım diye. Uykuyla. Kişinin aklıyla arasındaki mesafe biraz daha artar sadece, öyle biliriz ama bir yer mutlaka işler. Tam bir uyku ancak ölümdür. İkisi de yoksa, ben hiç uykusuzluk çekmediğim için bilmiyorum ama Benjamin’e göre sandalyeye, koltuğa oturup bir şeyin gelmesini beklemektir ama bu beklemenin dahi farkında olmamaktır. Uykusuzluk çekmekle uykusuz kalmak arasındaki fark, ikincisinin kolaylıkla giderilebilmesi herhalde. Diğeri var olma hali, kişi sadece var ama ne seziyor ne anlıyor bunu, anlak kapalı, sezi ulaşamıyor derine. Işık bile ulaşamıyor, mehtap odayı aydınlatıyor ama karanlığı arıyoruz, odanın en karanlık köşesinden gelebilecek uykuyu bekliyoruz. Benjamin özlemden de kaynaklanabileceğini söylüyor bunun, özellikle huzursuz gecelerde özlem tüm dünyayı yutuyor, nesnesi kayıp. İhtiyaç ve eksiklik: uykusuzluk. Hypnos uykunun insanlara bahşedildiğini hatırlatıyor, yukarıdan bir yerden mi gelir uyku? Zaten içeride bir yerdedir, zihinden çıkıp tanrılaşmıştır, tanrıdan insana düşmüştür. Kaynağı başka yerde aranan öz kök.

Horrr Horrr kendi uykusal bağımsızlığını ilan edene kadar yatakta iyiler, aşk meşk, Benjamin birlikte uyumanın güzelliğinden ve güzelliğin değişiminden bahsediyor. Hemen anlaşılmayacak şey: birlikte uyumanın mekaniği? Göğüsler aynı anda inip kalkmıyor hiçbir zaman, bedenler uyumlu değil, birinin diğerini uyandırması işten değil, gördüğüm bu. Uykuya daldıktan sonra değişim başlıyor, alışkanlıklar yüzeye çıkıyor, belki hiçbir zaman birlikte uyumayacaklar ama öncesinde yokluyorlar, hemen bitmeyeceklerini ispatlamaya çalışıyorlar ihtimal. Bitsin, beraber uyumanın yeni olduğunu kim söylüyordu? Ailenin yükselişiyle musallat olmuş, uykularla da bağlanmak için. Ayrı evlerde yaşayan evli insanları duyanlar dehşete düşüyorlar, hemen kodlanmışız. Özgürlüğü burada da aramalı, “yatakları ayırmak” olumsuz tınlamamalı ama çok geç. Duvarlar arasından başka gökyüzü de var, Benjamin’in çocukluğunda yaşadığı Bağdat’ta insanlar çatılarda uyuyorlar, o bölgenin insanı yıldızları battaniye gibi çekiyor üstüne. Uyuşmanın güzelliği elbet var, aynı boşluğa bakıp fısıltıyla sohbet etmek, sonra uykuya dalmak. Bildim bunu, Caddebostan’da altımıza örtü çekmiştik, gecenin üçünde ortalık sakinken günü birlikte uğurlayıp. Aynı insanlarla Heybeliada’daki değirmenin dibinde göğü ağarttık sonra, orada daha kalabalıktık. Azla pek iyi, çokla yine iyi, başkası oldu mu araya yaşam giremiyor artık, paylaşılan biricik. On beş yıl önceydi, o insanları görmeyeli de bir o kadar var, uykularım aynı kaldı. Hep uyuyup uyandım, nasıl uyuduğumu ezberledim, bedenim de ezberleyince aynı kişiye uyanmaya başladım belki. “İyi uyumak için beden yattığı yerde çakılı kalmalı. Bu çok eskilerden beri dile getirilen bir öğüt olsa gerek. Beden kendi bahçesine kök salmalı, (uyuduğunuzda zaman da durduğuna göre) belki zaman nehrine dalıp en dipte, hareketsiz yatmalı.” (s. 19) Toprağın bir anne gibi sarıp sarmalaması, yine ölüme çıkan bir anlam var. Uykusuzken yaşamam gerekenden daha fazlasını yaşıyormuş gibi hissediyorum, sanki olmaması gereken bir şey oluyormuş da suçumu biliyormuşum. Uyumayı görev belledim, öz saygıyı gösteriyorsa karşı çıkamayacağım tek şey. Bana ait olan ne varsa en bildiğim. Uykumla anlaştığım kadar başka hiçbir şeyle anlaşabilmiş değilim.

Uykusuzluğa dair parçalar yok sadece, Benjamin’in gündelik yaşamı da var. Gündelik yaşam uykusuzlukla alakalı, tamam. Terapiler mutlaka uykuya varıyor, dağınık bir odayı toplamakla dağınık kafayı toplamak uyumayı kolaylaştırırsa. Havadaki toza bürünen ışığın uykuyu çağrıştırması. Bilinçdışının uykuya ihtiyacı var, bilinçdışı diye bir şey varsa. Bunlar kurgusal yapılar, daha kapsayıcı ve doğru(!) olanları ortaya çıkana kadar böyle bileceğiz çünkü dahasını henüz bulamadık. Magritte buldu, sanatın yansıttıkları bilime zaman zaman yol gösterdi, birkaç rengin uykunun sırrını verdiğine kaniyim. “Empire of Light” o karanlık odalardaki insanların huzurlu uykularını düşündürüyor, aydınlıkta dikileni. Benjamin uykusuzluk çekerken evin haritasına dönüştüğünü duyumsuyor, karakalemle birleştirilen noktalar hem evi hem Benjamin’i ortaya çıkarıyor. Gecedir, uykusuzluktan kıvranıyoruz ve duvarlarla yakınlaşıyoruz. Gündüz Vassaf’ın geceye dair denemesinde anlattığı: diğer herkes uykudaysa uyumayan için keşif alanı sınırsız. Dünyanın geri kalanı suçlu bulacaktır kâşifi, uyumsuzluk uykusuzluktur. Uyumayan kimse düzene uymaz, yabandır, yaşam döngüsüne ters düşer. Zıtlığın belirginliğini reddetmesindeki amacı ortaya çıkarmaya çalışanlar zorbadır. “Gece gündüze, gündüz geceye yaslanır. Onlar yin ile yang, kuzey ile güney, anot ile diyot gibidir. Hiçbir zaman aynı sahneyi paylaşmazlar ama olur da Magritte’in tablolarındaki gibi aynı anda aynı yerde bulunurlarsa nasıl davranacağımızı kestiremeyiz. Uykusuzluğu ayrı tutuyorum, o kötü niyetiyle sınırları ihlal ediyor.” (s. 31) Benjamin de uyumlulardandır, gecelerin sahibinin uyku olduğunu kanıksamıştır da yazmıştır onca deneme parçasını, oysa evin geceleri canlı olduğunu hissetmemiş değildir. Şu ara, saat bir buçuk, uykuya yaklaştığım için her şey capcanlı. Gündüzün ışığında eşyalar uyur, gece sağ kalmaktan başka ne düşünürler? Sayfaların gündüzü gecesi yok, ara form. Her şey yavaşlıyor, ağırlıkları göğsümün üzerine bir tüy gibi konuyor, yük arttıkça göz kapaklarına asılıyor. Beyin enerji harcamasını azaltmak istiyor artık, zamanın geldiğini söylüyor. Penelope’nin kurnaz olduğunu söyleyen klasik edebiyat eleştirmenlerine çatmış Benjamin, oysa karanlıktan umduğu başkaymış, aklım bu bilgiyle ne yapacağını bilemediği için kapanmak istiyor. Gün içinde ne yapacağımı bilmediğim bir an olmadı şimdiye kadar, olsaydı gecelerimi de ele geçirir miydi o boşluk acaba? Uykuya dalmanın uyumak için eşsiz bir yol olduğunu bildiğim için uykuya dalmak sorun değil, uyumakla ilgili fikrimse yok, beni hiç bırakmadığını biliyorum sadece. En derin üzüntüler bir uykuya gömüldü, uykusuzlukta yüzeye çıktı. Şafak sökerken hastane bahçesindeyim, nöbetteyim, otobanın kenarındayım, durduk yere gözümden yaşlar gelmiştir. Uykusuzluk acı, diplerden neyi çıkarıp getireceği bilinmez. Neyse ki uyuyabiliyorum. Şükür.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!