Werner Biermann – 1939 Yazı

10 Mart’tan itibaren yılın sonuna kadar birilerinin peşine takılıyor Biermann, hikâyenin kahramanlarını tanıtıyor başta. Tanıdıklarımız var, mesela Freud’un yaşamının son haftaları Polonya’nın işgaline denk gelmiş, Klaus Mann alkolizmle boğuşurken daha fazla yaşamak istememiş artık, Paris’te hayatına son vermiş, Max Brod hayatını kurtarmak için Filistin’e kaçmış, Thomas Mann son bir kez Avrupa’yı görmek istemiş ve eşiyle birlikte yollara düşmüş, ABD’de biraz dolandıktan sonra. Hemingway arkadaşlarıyla birlikte İspanya İç Savaşı’nı gözlemledikten sonra Küba’ya geçip âşığıyla birlikte dünyanın haline üzülmüş, yoz karakterlerle dolu olduğu düşünülen metinlerinden sonra dan dun girişmiş faşizme, Brecht bir ara Avrupa’ya dönüp metinlerini yazmaya devam etmiş, Camus savaş çıkınca tatil planlarını askıya almış ve Afrika’dan ne hissediliyorsa onu yazmış, Sartre cepheye gidince toplumun bir parçası olduğunu ilk kez hissetmiş, Simon de Beauvoir da dehşete şahit olmuş. Liste uzuyor, sanatçılar Almanya’nın deliliğinin son bulmasını bekliyorlar, bazıları da Nazi propagandasının borazanlarına dönüşüyor. Thomas Mann’ın hali acıklı biraz, önce Almanya’nın savaşa girmeyeceğini düşünüyor, sonra Danzig’in işgal edilmesiyle birlikte barış görüşmelerine başlanmasını bekliyor ama Hitler’in oyunu bitmek bilmiyor, nihayet anlaşılıyor ki iş Paris ve Londra’ya kadar uzanacak. Chamberlain son konuşmalarından birinde diplomasiye dair ne biliyorsa çöktüğünü söyleyip kalkıyor koltuğundan, en başından beri Almanya’nın durdurulması için uğraşan, bu yüzden savaş çığırtkanı olarak damgalanan Churchill çekildiği köşeden çıkıyor nihayet, filmde görüyoruz. Başka bir filmde Chamberlain’in yürüttüğü diplomasiyi de görüyoruz, Münih Anlaşması’yla birlikte Çekoslovakya’yı kaderine terk edip Hitler’i komünizme karşı tampon olarak kullanabileceğini düşünüyor, olmuyor. Dokuz aylık süreçte gerçekleşen önemli görüşmeler, yaşanan önemli olaylar ana çizgi diyelim, Mussolini’nin Hitler’i yarı yolda bırakmasından SSCB’yle Almanya arasında imzalanan saldırmazlık anlaşmasının olgunlaşmasındaki gerginliğe dek pek çok hadiseye yer veriyor Biermann, faşizmin ayak seslerinin sert bir şekilde duyulduğu İspanya İç Savaşı’na değiniyor, Versailles’ın kötürüm bıraktığı ülkenin adım adım yükselişini tanıklarıyla birlikte anlatıyor. Ortalığı kızıştıran görece önemsiz olayların yanında gizliden yürütülen işler ve insanları dehşete düşüren facialar arka arkaya: Almanya’nın bombalayıp batırdığı bir İngiliz yolcu gemisinin aslında savaş gemisi olduğu haberini yayıyor Goebbels, yoksul Yahudilerin korkunç durumlarını film haline getirerek dünyanın “farelerden” kurtulması gerektiği mesajını veriyor dünyaya, Yahudilerin nereye giderlerse gitsinler horlanmalarını amaçlıyor ki başarıyor da, bir St. Louis vakası var ki bir yanı insanlık suçu, diğer yanı insanlığın parıltısı. Bu geminin kaptanı Gustav Schröder’e Küba’ya gitmesi emrediliyor, 937 Yahudi’yi dünyanın öbür ucuna bırakacak. Gemi yola çıkıyor, o sıra Alman makamları Küba’yla iletişime geçerek yolcuların ülkeye kabul edilmemesini istiyor, maksat gemiyi gerisin geri döndürerek Yahudilerin istenmediğini bütün dünyaya göstermek ve hepsini kamplara göndermek. Schröder’e mevzuyla ilgili bilgi geliyor, hemen Hamburg’a dönmesine dair emir de geliyor ama dinlemiyor Schröder, çözüm bulunana kadar gemiyi limanda tutuyor. Yahudi lobileri ayarlamaları yapınca istikamet Hollanda, Fransa, İngiltere. Ne yazık ki İngiltere haricindeki ülkelere gidenler Alman işgali sırasında yakalanıp öldürülüyorlar, kimse Hitler’in kuduz gibi oraya buraya saldıracağını düşünmüyor çünkü. Bağımsız Danzig, ardından Polonya, savaşın o noktada biteceğini düşünüyorlar, İngiltere’nin savaşa girmesini istemeyen Hitler bile SSCB’yle yaptığı anlaşmanın işgal ettiği yerleri elinde tutacağının garantisi olduğunu düşünüyor, Polonya’yı SSCB’yle paylaştıktan sonra duracağını gösteren kayıtlar var da kabul edilir şeyler değil yaptıkları, korktuğu gibi yenilgiye uğrayacağını biliyor. Kafayı iyice kırması bu dönemin eseri, sonradan komutanlarına çıkışıyor ama daha 1939’da belli hacamat edileceği. Yolcu gemilerinin vurulmaması için emir verilmiş, Birinci Dünya Savaşı sırasında ABD gemisinin vurulmasıyla birlikte ABD’nin savaşa girmesinden ders almışlar da, işte, o gemiyi vurmayacaklardı yani. Ari ırk arşa çıksın diye yaptıkları var, ilgili kurumların oluşmasında görev alanlar, emirleri körü körüne takip edenler sorgusuz sualsiz çalışıyorlar. Şurada görülebilecek sağlık kuruluşu akıl hastalarını katletmek için son durak. Bilinenlerin yanında pek bilinmeyen hikâyelerden, tanıklıklardan da faydalanıyor Biermann, örneğin gençliğini Almanya için savaşmaya harcamış bir aile dedesinin mücadelesi anılmaya değer. Torununu alıp götürmeye gelen adamları başından attıktan sonra söylentilerin doğru olduğunu düşünüyor adam, yine de her zaman desteklediği devleti değil de serbestçe hareket eden kurumları suçluyor. Beyni yıkanmış insanlar gerçeği göremiyorlar, kimileri iyi niyetten göremiyor, bazıları emirleri yerine getiriyor sadece. Bildiklerini veya sezdiklerini inkar etmek daha kolay, yanıldıklarını kabul etmek istemiyorlar.

Szpilman’ı bilmeyen yok, mucizevi bir şekilde hayatta kalmayı başardı. Wilm Hosenfeld’i şöyle bir görmüştük filmde, Szpilman’ın hayatını kurtarıp kendi esir kampına düşmüş, onca Yahudi’nin kamptan çıkarılması için ifade vermesine rağmen 1952’de hayatını kaybetmişti. Biermann bu kahraman askerin yazdığı mektuplardan faydalanarak daha geniş bir çerçeveden bakmamızı sağlıyor. Hosenfeld başta Almanya’nın düşürüldüğü durumdan ötürü Nazi sempatizanı, askerliğinin ilk zamanlarında da Hitler’i destekliyor ama zulümler ayyuka çıktıkça fikri değişiyor, hele savaşla birlikte tamamen çıkıyor o kafadan. 1930’ların sonunda orduya alınan rütbelilerin düşünmeyen, sorgulamayan insanlar olduğunu gördüğü zaman insanlık dışı olaylarla karşılaşacağını anlıyor, esirlere öldürülmesi gereken böcekler gibi değil de kendisi gibi insanlar olarak bakıyor ve onlara yardımcı olmaya çalışıyor. Hamile bir Yahudi kadının eşini öldürülmekten kurtarması, Polonya’daki Katoliklerin uğradığı eziyeti hafifletme çabaları SSCB’nin elinden kurtulmasına yetmiyor ne yazık ki, oysa nice savaş suçlusu ABD’ye yanaşarak hayatını kurtarıyor o dönem. Aralarında doktorlar, film yıldızları, sanatçılar var, bazıları Almanya’dan ayrılmayarak ileride önemli görevlere bile getiriliyorlar. Bunların yanında çoktan kirişi kırarak ABD’ye göçüp tarafını belirleyenler var, Einstein bunlardan biri. Almanya’daki bilimsel gelişmeleri takip ettiği için atomla alakalı muazzam bombaların yakın zamanda üretilebileceğini düşünen Einstein, Leό Szilárd’la birlikte yazdığı mektubu hemen Roosevelt’e gönderiyor ve nükleer tehlikeyi haber veriyor, tepedekiler de boş durmayıp kendi bombalarını üretip dünyanın gördüğü en büyük insanlık suçlarından birini işliyorlar.

Gündelik hayatın akışına dair bilgiler ilginç, o dönem Fransa’da işlenen seri cinayetlerle ilgili haberlerin yerini savaş tehlikesi alıyor da öncesinde zanlıların yakalanması ve birinin serbest bırakılması ilginç. Tournier bu mevzudan esinlenmiş midir acaba, Kızılağaçlar Kralı‘nda Abel Tiffauges haksızlığa uğrayıp hapse gireceği sırada savaş patlar, Tiffauges cepheye gitmesi karşılığında serbest bırakılır. Taraf değiştirip Almanların işlerini yapacaktır bir süre sonra, savaşacak yaşa gelmiş çocukları topladığı için adı çocuk yiyen canavara çıkacaktır, Biermann’ın anlattığı olaylardan biri de bu toplama işiyle alakalı. Çocuk yaştakiler dahi askere alınıp yetiştirilirler, ölmeye yollanırlar. Makine gibi işlemektedir her şey, Hitler iki tarafla birden savaşamayacağını bildiği için düşmanı SSCB’yle anlaşır, İngiltere’yi kıymet bilmemekle suçlar. Nice komünist hayal kırıklığına uğramıştır bu anlaşmanın sonucunda, faşistlere arka çıkmayı kabul edemeyerek partiden istifa ederler. Brecht hükmü hemen vermez, hayatta kalabilmek için strateji lazımdır ve SSCB’nin oyunu iyi oynadığını düşünür zira zaman kazanılmıştır, Almanların er geç saldıracaklarını SSCB de bildiği için İngiltere’yle de görüşülür, nihayet SSCB’yle anlaşması gerektiğini düşünen İngiltere somut adımlar atmaya başlar. Aslında erken davranması beklenmektedir ama Almanların savaşı fiilen başlattığı zaman bile işi ağırdan alır, radyo başında bekleyen Yahudileri hayal kırıklığına uğratır.

Çok geniş, kapsamlı hikâye. O yaz yaşananları merak edenler kaçırmamalı bu kitabı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!