Veronica O’Keane – Eskici Dükkânı: Anılarımız Nasıl Doğar ve Biz Anılarımızdan Nasıl Doğarız

Doğum öncesi, doğum süreci normal, sonrasında Edith dünyayla arasına mesafe koyuyor, yemek yemeyi bırakıyor, bebeğini görmezden gelerek evinin etrafında gece gündüz amaçsızca dolanıyor. Bebeğinin yerine bir başkasını koyduklarını düşünüyor, evinin yakınlarındaki bir mezarlık son düğümü de çözüyor ve Edith’in psikozunu serbest bırakıyor: Mezarlıktaki taşlardan birinin altında asıl bebeği yatıyor Edith’e göre, oraya gömmüşler ki taş eğik, bir de eskitilmiş, sanki anlamayacak Edith. Doğum sonrası psikozunun masallara da konu olan türü, Capgras sendromu böyle bir alternatif gerçeklik yaratıyor, doğum sırasında hızla değişen hormonların beyinde yarattığı etki. Bebek, eş, ev, ne varsa değiştirilmiş, sahteleri gerçeğinden ayırt edilemese de Edith biliyor. Tedavi sürecinde uyumlu, O’Keane’in dediğine göre aylar sonra o mezar taşına rastladığı zaman tekrar dehşete düşüyor iyileşmiş olmasına rağmen, sorulduğunda psikotik düşüncesini fark ettiğini, yine de hatıranın gerçek olduğunu söylüyor. Gerçek hatıra. Hızlı bir geri dönüş, bilinenin bir anda silinip yerine anlık itkinin çökmesi, hafızanın öznelliğinde bir patlama. Proust’a sıklıkla değinecek O’Keane, duyuların anımsattığı travmanın, duygunun, psikolojinin teorik sınıflandırmaları ile psikiyatrinin klinik sınıflandırmalarını aştığını söyleyecek nihayetinde, her türlü teoriye sırt dönmesinin sebebi. “İnsan, (duyusal, bilişsel ya da duygusal) deneyime nöral açıklamalar getirme arayışına hangi noktadan başlarsa başlasın vardığı yer eninde sonunda hafıza olacaktır.” (s. 20) Mezar taşı hatırası bir madlenin yaptığını yapar, bu kez kayıp zamanın peşine değil de asıl bebeğin peşine düşürür. Patolojinin türlerinden biri bu, O’Keane’in hatırlattığı meşhur numune de diğeri. “Sarı Duvar Kâğıdı” veya Sarı Duvar Kâğıdı tam da bu rahatsızlığın göstergesi olarak görülebilir O’Keane’e göre, hafızayla ilgili gelişimin kronolojik seyrini verirken edebiyata da uzanıyor bir yerden, Eliot’ın, Keats’in şiirlerinden alıntılarla besliyor araştırmasını. Neyse, ruhun Tanrı tarafından üfürüldüğünü söyleyen Descartes gibilerin karşısında yer alanlar bilginin yaşayarak, özellikle duyular aracılığıyla kazanıldığını iddia ettiler, “Duyumcular” denen bu grubun düşünceleri nörobilimin temellerini attı. Despot yönetimlerden kurtulmak için ideallerinin üstünlüğünü savunan hümanistler modern insanın inşasını başlattılar, Kartezyen düşünceyi azıcık ıskartaya çıkartarak günümüzdeki deneylerin çok daha basitleriyle bebeklerin bir halt bilmediğini ispatladılar. Gilman’a dönelim, duvar kâğıdının ardında birinin olması mümkündü zira beyindeki ateşlemelerin kaynağı dışarıdan veya içeriden doğabilirdi, sonuçta görme işlemi beyinde gerçekleştiğine göre öznel algının ayırt edemeyeceği bir mevzu. Yazarın doktoru Silas Weir Mitchell kendi icadı olan “dinlenme tedavisi”ni uyguladı, Gilman’ı iyice izole etti ve hareketsiz bıraktı. Aynı yöntemi 1925’te Virginia Woolf’a da önerdiği söyleniyor, duyusal yoksunluğa maruz kalmak tam bir işkence olduğuna göre psikozu daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor bu. Altmış yıl kurtardı Edith’in hayatını, psikiyatrinin altmış yıllık gelişimi.

Joseph’in hikâyesi John Nash’inkine benziyor, gerçekliği yoldan çıkaran kısa devreler yüzünden Joseph bir simülasyonda yaşadığını düşünmeye başlıyor, kendisinden başka gerçeği görebilen yok. Üniversitede bilgisayar bölümünü seçiyor, okurken sesler duymaya başlıyor, sanki simülasyonun tıkırtısı. Siber güvenlik alanında eğitimini sürdürdükçe ortadan kaybolmanın, simülasyondan bir şekilde çıkmanın yollarını düşünmeye başlıyor Joseph, sahte kimlik belgeleri, banka hesapları ve bir dünya fatura oluşturuyor, yakalandığı zaman dört ayını hapiste geçiriyor, çıkınca işi gücü sesleri ve şifreleri çözmeye çalışmak. Sesler kendisini öldürmesini söyleyince yardım almaya başlıyor, aylar içinde sesler kayboluyor. “Toplumdan soyutlayan paranoyak labirent”e ilgisini yitiriyor Joseph, beyninin doğru biçimde koşullanmasıyla sağlığına kavuşuyor. Sağlıktan kasıt toplumun normlarına uyum sağlayabilmek tabii, belki sesleri hâlâ duyuyordu ama önemsemiyordu artık, gerçekliği çarpıtan yanıltıcıları elemeyi başarmıştı. “Her birimiz, fetüs gelişimi sırasında oluşan ilk sinir yolaklarının meydana getirdiği ve sonrasında da deneyimler dünyasından alınan girdilerle büyüyen kalıcı ve değişebilir nöral bağlantıların birleşiminden ibaretiz. Hafıza, deneyim sayesinde daha karmaşık ve gelişkin hale geldikçe duyusal bilgilerde de ayrım yapılır. Dünyayı otomatik olarak filtreleyebilmemiz için her birimize kişisel ve benzersiz bir filtre -yani hafızamızı- sağlayan algının ve algısal değişmezliğin temelini de bu oluşturur.” (s. 58) MM’nin durumu yanlış cızt bıztlara başka bir örnek, bir nevi demans. İyi bir anne, iyi bir evlat MM, ne yazık ki zamanla mekan bilgisini yitiriyor ve kendi evinde kaybolmuş gibi dolanıyor, çevresini tanıyamamaya başladığı için sürekli korkuyor, bunun yanında yemek pişirmek, yazı yazmak gibi karmaşık işlerde sıkıntı yok. Çevresinde yaşananları ve başına gelenleri kaydedemiyor, biyografik hafıza oluşturma yetisi hasarlı. Hipokampusa merhaba diyelim burada, kendisi hipokampal nöronlara ev sahipliği yaparak sinir sinyallerinin hafıza kodlarını oluşturmakla meşhurdur, bu kodları birbirine bağlayarak birlikte ateşlenen hücrelerle biyografik hafızayı işler tutar. Bağlam sağladığını da söyleyebiliriz, eylemlerimizi, hikâyelerimizi bir arada tutar sağ olsun. Depresyona yakalanırsak sol kısmı küçülür, biyografik hafızanın depresyonla birlikte çökmesi o döneme dair pek bir şey hatırlamamamızın sebebidir. Bundan mustarip olanların hikâyeleri var, hani bir zaman aralığı kayıp, insan ne yaşadığını da bilmiyor. Neyse ki depresyon tedavi edildiğinde hafıza fonksiyonu da iyileşiyor, sıkı da uyuyorsak kafamız yerine gelmiş demektir zira korteks gündüzleri hipokampusu işlerken hipokampus da uyku esnasında korteksi işliyor, yaşamla hafıza arasında doğrudan bağ. “Hipokampus, duyularınızın kortikal dünyasından kendisine ne sunulursa alır ve korteksiniz aracılığıyla sizi insan kılan hikâyeye dönüştürür.” (s. 81)

Atlıyorum biraz, beynin hafızayla ilgili işlerinden cinsiyete geleyim. Alice anoreksik, kilosu otuz sekiz, yaşı otuza yakın. En son regl olduğu zaman on üç yaşındaydı, o günden sonra iyileşene kadar regl olmuyor çünkü sistem aşırı riskli bir gebeliği engellemek için menstrüasyonun fişini çekiveriyor. KiSS hormonunun yardımıyla üretilen erkek ve dişi cinsiyet hormonları kendi reseptörlerine tutunarak vücutta ve beyinde değişikliklere sebep oluyor, cinsiyetin bilincimizi doğrudan, böylesi etkilemesinin sonuçlarını Alice’te görüyoruz, kadın işinden gücünden olunca tedavi görmeye başlıyor, kırk yedi kiloya çıktığı zaman çok huzursuzlanıyor çünkü o ne biçim kilo, asabileştikten bir süre sonra regl oluyor, sevgili yapıyor, çocukları oluyor, bilmem ne. Cinsiyete gelelim, “androjen reseptör duyarsızlığı” belası yüzünden hormonlar işlevlerini yerine getirmeyince kişi cinsel açıdan bir dişi gibi gelişmesine neden olur, penisle doğarız ama kafa başkadır misal. Bu arıza küçükken travmatik olaylar yaşadığımızda da ortaya çıkabilir, tacize uğrayan bir çocuğun düşünce yapısı değişir: “Sözlü istismar ve ev içi şiddete şahit olmak, görünüşe göre işitsel ve görsel kortikal yolaklarda, yani duyusal hafıza yolaklarında değişikliğe yol açar.” (s. 222) Bunun yanında yerleşmiş bir hormonal dengenin sürece uzunluğu karşı cinsi çeker, olgunlar bu yüzden tercih edilirler, yerleşmiş bir zihinden dolayı. “Bu da açıkçası insanın içine su serpiyor, çünkü görünen o ki romantik ilişkilerde başarıya ulaşılmasını yalnızca gençlik ve güzellik değil, aynı zamanda deneyim ve hafıza da sağlıyor.” (s. 225) Bir yerde sabitlik, başka yerde değişim: zaman algısı ve hikâyelerimiz. Şimdi yazılan hikâyenin geçmişi ve geleceği değiştirme ihtimali var, bunun tersi garanti zaten, haliyle uç uca ekleyeceğimiz hikâyelerimizin tam bir temsilimiz haline gelmesini isteriz, hikâyelerimizi ona göre anlatırız. Gerçi neliğimizi kasten çarpıtabilir, kurmacayı işin içine sokabiliriz ama beyin kabul etmeyecektir muhtemelen. En iyi hikâyeler yaşanmış hikâyelerdir. Beyne göre.

Nörolojiyle ilgili dört dörtlük metin, Sacks işi. Anılıyor zaten.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!