Philippe Julien – Anneni ve Babanı Terk Edeceksin

Bir zahmet. Yani kabile yapısına uygun bir kişiyseniz buyurun, aksi halde önceki kuşaktan bir ölçüde kopunuz. İki türlü de aile kurulabilir, nasıl bir aile istiyorsanız tercihinizi ona göre yapacaksınız ya da üçüncü bir yapıya, senteze ulaşacaksınız. “Kentsel anonimlik” ve “istikrarlı profesyonel toplulukların yokluğu” ilk türü daha belirgin hale getirdi, ekonomik koşullarla birlikte büyükanneler ve büyükbabalar daha bir önem kazandı tabii, anneyle babaya yardımlarından ötürü şükran duyuldu, diğer yanda babanın toplumsal imajı düşerken edinilen görece bağımsızlık bireyin yaşam deneyimini zenginleştirdi, modernizmle birlikte ortaya çıkan kurumlar geniş ailelerin sundukları fırsatların yerini almaya başladı. Ne yaptınız, şaşırıp korktunuz çünkü birey olmanın yükü bindi, özgürlükle birlikte kaygı hortladı. Hayırlısı.

Farklı yorumları sorgularken anneyle babayı terk etmeyi zorunlu kılan yasanın aktarımı bahsinde şöyle diyor Julien: “Antropolojinin yanıtı, ensesti yasaklayan yasanın ancak toplumun kamusal söylemiyle ailenin temeline yerleştirilebileceği şeklindedir. Yalnızca toplum, toplumun kendisi, her bir kişinin değiş tokuş yasasına göre kökenlerini terk etmesine izin verir. Oysaki psikoloji bu türden bir konum alışa itiraz eder: Bir sonraki kuşağa gerçek aktarım ancak ebeveynlerin otoritesinden gelir. Bu aktarım, özel yaşamın düzeninden kaynağını alır, çünkü ortaya çıkacak yeni aile modelini veren ve sunan ebeveynlerdir.” (s. 12) Bir yanda toplumun koşulları, diğer yanda ebeveynlerin otoritesi, bol şans. Kökenlere inelim, oikia ve polis arasındaki zıtlık işlev dağılımıyla aşılmış, “yuva” hayatı yeniden üretirken “kent” sözün dolanımıyla sağlıyor sosyalliği, söz başarısızlığa uğrarsa savaş çıkar, başarılı olursa toplumsal sözleşme kurulur. Hannah Arendt “özel” ve “kamusal” olarak güncelleştirmiş kavramları, ortak noktalar önce kamusalda deneyimlenirken modernleşen dünya topluluktan topluma geçiriyor insanları, kamusalı değiştiriyor. Demokrasi, laiklik ve teknolojik sonuçlarıyla birlikte bilim yoluyla değişim ailenin yapısını da değiştiriyor: eskiden babalar arasında aldı verdi ilişkisi kent tarafından ilan edilen ve ensesti yasaklayan yasaya bağlıydı, ebeveynlerin otoritesini bu yasa sağlıyordu, moderniteyle birlikte kadınla erkek babalarından rıza alabilirler, almayabilirler, kafalarına göre evlenebilirler artık. Özel yaşam evliliğin yerini alır, yani sadece evlilik üzerinden ilişki kurmak zorunda değildir taraflar, mahremiyet elde edilmiştir. Avrupa’da yavaş yavaş yayılır bu, önce saray aşklarıyla, ardından rönesans şiiriyle, 18. yüzyılın salonlarındaki kibarlık ve 19. yüzyılın duygusal eğitim romanlarıyla. Burjuva ve işçi sınıfı dairesindeki, köylü çiftliklerindeki mekanlar düzenlenir, oturma odaları ve yatak odaları ortaya çıkar, sonuncusu çocuklara yasaklanır. Kilise özel yaşamı olumlar, 12. yüzyıldan itibaren karşılıklı rızayı evlilik için yeterli bulur ama yasadışı evlilikleri engellemek için “söz”ün yanında rahip ya da belediye başkanının onayını gerekli kılar. “Ailesel otoritenin kademeli bir şekilde bertaraf edilmesiyle özel yaşam giderek daha fazla sahneye çıkacaktır. Fakat kamusal yaşamın özel yaşam tarafından bu ters-yüz edilişinin yasal olarak kabul edilmesi için demokrasinin doğuşunu beklemek gerekecektir.” (s. 19) Yurttaş topluluğu sivil toplumla yer değiştirirken kamusal alanla özel alanın arasına bariyer konması aynı döneme denk gelir, evlilik ve ebeveynlik bu noktada ayrılır ama politik alanı işgal eden toplumsal ailevi topraklara da saldırıp çocuğun iyiliği adına öğretmeni, çocuk doktorunu, sosyal hizmet uzmanını falan oyuna sürer, üçüncü bir figür olarak mevzuya dahil olur. Çocuk varsa kamusal boyuta girilmiştir, yoksa sadece çiftler arasındaki akit söz konusudur, bu bağlamda cinsel yönelimler, medeni durum farklı düzenlemelerle ya edime dahil kılınır ya da görmezden gelinir. Modernitenin kurumları, kuralları kriz üretmeye başlar, Julien bu noktada Gustave Le Bon’dan alıntı yaparak toplumların kriz anlarında şef, efendi, lider talep etme eğiliminde olduklarını söyler, kısacası “geleneksel topluluğun hayalî kaynakları” için gün doğmuştur. Aşk yanılsamalı ve gerçek dışıdır, daha sağlam ve istikrarlı bir aile yapısı, nostalji körüklenir. Geçmişe dönüş veya modernliğe de meydan okuyacak yeni bir başlangıç var sırada. Freud’un “haz ilkesi ve hoşnutsuzluk” ikiliği uzlaşacak gibi değildir, antropolojinin ortaya çıkardığı meşruiyet aşılmıştır çoktan, aşkın niteliğinde var mı bir şey? Paylaşım hali, ilginç şeyleri diğerine anlatma, diğerinin iyiliğini isteme, güçsüzlük. Lacan’a geldik, “Özne, ötekinin arzusunun söze dökülemeyen bilgisinde zevk riskini alır… Neyin riskini? Kendi bedeninden ya da ötekinin bedeninden alınan zevkin riskini mi?” (s. 41) İkilik sağlamdır, arzu yasası aile için iyi bir dayanak noktasıdır, kötülüğü de güzelliğin yani sanatın yardımıyla şarkılara, türkülere filan yığınca ötekindeki bilinmeyene yaklaşmak ihanetin, zevkin risklerini açığa çıkarır, bütün bunlar birlikteliğin temelini sağlamlaştıran düşünce yapılarıdır. Toplumsala doğru usul usul geldik, arzu yasasının anneyle babayı terk etmeye yol açması Lévi-Strauss’a göre son derece normaldir, önceki nesille evlilik sözleşmesini birleştirmeye çalışmak evlilik bağına ihanettir. Soy zinciri -Julien’e göre şaşırtıcı olana yol açan- kişiye ebeveynlerini ebediyen terk etme gücünü verir, dünyaya bir evlat getirmek geri çekilmeyi de bilmek demektir. Tam tersini isterler ama istemezler, çocuklarının karşı çıkmaları aslında onların sorumluluk aldıklarını, en azından bir isteği dile getirebilecek güce sahip olduklarını gösterir, ideal olan budur. Bernhard da diyordu bir romanında, aileye karşı çıkmak kendimiz için bir şey yapmaktır aslında. “Burada çocuğa yöneltilen yaratıcı bir olumsuzlama mevcuttur: ‘Sen bizim zevkimizin nesnesi değilsin.’ Çocuk da bu sayede başka bir yere, kendi nesline doğru ve kendi nesline göre yönelebilecektir. Bu pek tabii özgürleştirici kastrasyonun anlamıdır.” (s. 53) Kadın kadındır, erkek erkektir, anne ve baba her şeyden önce kadın ve erkektir, at murattır, rolleri çağlar içinde öteye beriye gidip gelmiştir ama bir şey sabittir: biber dolması. Yani her şey yolunda gidiyorsa babayı es geçebiliriz, ancak anne için arzulanan bir imgeysek babanın otoritesini çağırmak makuldür. Ne yazık ki otoritenin özgürleştirdiği pek görülmemiştir, yaşadığımız zamanlar babayı yine ön plana çıkarmış, tepemize bindirmiştir. Nedir, Freud’un bir rüya yorumu babanın Tanrı olmadığını gösterir, hayır, babaya olayları görüp görmediğini sormak yıkılan inancın şaşkınlığıdır. “İdeal baba imgesiyle babanın gerçeği” arasındaki mesafe çocuğa aktarılacaktır, nihayet: “Böylece bu kurucu çekilme işlemi sayesinde ideal Baba’nın yasını tutmayı tamamlayan çocuk, arzu yasası gereğince ebeveynlerini terk edebilecek ve başka bir yerde, kendi neslinde bir evlilik bağı kurabilecektir.” (s. 60) Tabii babalığın sınırlarını şöyle iyice bir çizmek gerek, Julien cinselliğin biyolojiye indirgenmesini toplumsal olanla birlikte soy kökenin hikâyesini sildiğini söyler, daha da önemlisi yalnızca evlilik ilişkisi ebeveynliğin temelini oluşturur. “Bir sınır aşılmıştır. Özel olan kendi hakikati içinde kendi içinden çıkarak yeni bir toplum dünyaya getirir… İyi günde ve kötü günde.” (s. 63) Mikro toplumla makro toplum arasındaki hukuki, sosyal ve sair düzlemdeki ilişkilerin tahakküm dengesi kurulduğunda çocuğun potansiyeli, haliyle anneyle babanın sentezi ortaya çıkacaktır: ebeveynler çocuklarına sahip değildir. Evlilik dışı ya da içi, çocuklar doğuştan gelen haklara sahiptirler, toplumsal “bilirkişiler” tarafından tanımlanan etiğe bağlı olarak bir sonraki nesle aktaracaklardır haklarını. Kant’ın gösterdiği nedensiz kötülüğün karşısında sorumluluk alarak duracaklardır, özgürlükleriyle ilahi sözü gökten yere indireceklerdir. “Bizi ve ötekini suçlayan Üstben’e göre zorunluluk yasasına dayanarak değil bizzat bizde bulunan bu yeri, isimsiz bir zevki, bize tamamen mahrem olan bu yabancılığı yakın ve aşina kılarak buradaki dehşetten ve korkudan kurtulabiliriz.” (s. 101)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!