Jess Baker & Rod Vincent – Süper Yardımcı Sendromu

İki aydır falan iyi değildim, iyi olmamama yol açan suçluluğun kaynağı ortadan kalktı da iyiyim. Şu: insanlar kötü değiller, insanlar, siz de insansınız, bu yüzden size acı verebilirler, sizi manipüle edebilirler, yaşamınızı derinden sarsabilirler. Normal. Sarsıldım, sonra sarsılmaya lüzum olmadığını gördüm, tamam. Hayal kırıklığı kötü, insanın derinine ulaşmaya çalışırken yüzeyin katılığıyla karşılaşmak kötü, basitlikle uğraşmak hepsinden kötü. Basitlik. Yörüngesinde dolanacak insanlara ihtiyaç duyan insan. Kimi de böyle insan oluyor, cüretinin sınırları derinde, bir yüzey yok. Kapkara kuyu. Çıkana dek iki ay geçti, o ara böyle tırışkadan metinler okuyacak kadar bitiktim. Hani bir yardımı dokunur ama neye yardım, orada öylece sırt üstü yatıp tepedeki ışığı göremedikten sonra. Bunlar benim işime yaramıyor ya, taktikleri uygulayıp başarıya ulaşan vardır da kendimden şaşıp sayfalara uyamıyorum yani, süper yardımcıysam da olduğumdan başka bir şeye evrilmeye niyetim? Hayatın evirdiği neyse o. İyidir. Ne bileyim başka beni, uçup gitmesin diye buna sıkı sıkı sarılmışken. “İnsanların kendi refahlarına zarar verme pahasına kendilerini çevrelerindekilere yardım etmeye mecbur hissettikleri ruh hali” bahsedilen, bu ruh halinden mustarip olanlar kitabı alıp okuduklarında tam olarak ne yaşadıklarını anlayacaklar, yazarın verdiği çözüm önerilerini uygularlarsa pırıl pırıl insanlar olarak hayatlarına devam edecekler. Diye umuyorum, oluyorsa öyle. Yardımın dört farklı biçimi: kaynak sunmak, bilgi vermek, uzmanlığını ortaya koymak ve destek vermek. Aslında son madde hepsini kapsıyor da alanları başka, genel olarak yardımın yanlış sonuçlanması, yanlış anlaşılması, yardımın toptan yanlış olması gibi etkenler var, biri bile cortlatabiliyor ilişkileri. Sömürülmek başka bir boyut, eğlenceli. Birinin asla yapmayacağını söylediği bir işi tatsızlık çıkmasın diye üstleniyorsunuz diyelim, sizi yıpratıyor ama işler yolunda gidiyor gibi görünüyor, ta ki o iş sayesinde beyniniz infilak edene kadar. Evinizi geçici bir süreliğine arkadaşınıza açtınız ve gitmek bilmedi mi dangalak, aramıza hoş geldiniz. Birine borç verdiniz, Baker’ın tavsiyesi o paranın geri gelmeyeceğini baştan kabullenmek veya paranın geri geleceği tarihi çok net bir şekilde belirlemek. Arası yok ama ben vereyim tavsiye, adamı topluluk içinde rencide ederseniz para geri geliyor. Ortaokulda millete borç takan bir dallama rezil olmadan vermemişti paraları, orman kanunlarının işlerliğini o zaman anlamıştım. Neyse, bilgi paylaşarak yardımcı olursak iyi ama talep olmadan verirsek bilgiyi, eh, “Bak, beni sadece dinlemeni ve sorunlarıma çözüm bulmaya çalışmamanı istiyorum,” demişti biri, ben çözüm bulamadığım sorunları anlattığım için başta anlamamıştım ama sonra anlamıştım, herkes çare aramak için anlatmıyor çözemediği meseleleri. Şundan da olabilir, uzman yardımı bahsinde geçiyor ama bu duruma da uyar bence: yetersiz veya savunmasız hisseden kişinin garezi pektir. Tepeden görme yok, küçük düşürme hiç yok, sırf yardım etmece diyelim, karşıdaki içten içe öfkelenip sonradan patlayabiliyor olmadık zamanda. Yaşanmıştır. Birine yardım etmeden önce yardım görmesiyle ilgili bir meselesinin olup olmadığını çok iyi gözlemlemek lazım, ben acı bir şekilde tecrübe ettim bunu. Aslında onun yapması gereken işi yapa yapa kayışı koparıp sinir krizi geçirince mevzuyu bambaşka bir yere çekip iyice delirtmişti beni geçen ay, en başta o işi kabul etmeseydim bunlar yaşanmayacaktı ki ben de ehil değildim iş için, o daha iyi yapabilirdi ama yapmamayı tercih etti. Başka şeyleri de tercih etti, belki özerkliğini yitirdiğini düşündüğü içindir, belki bağımlı olmasını engelleyecek sorun çözücü donanımlara sahip olmadığını bildiği içindir, sonuçta birine yardım etmenin yol açtığı sorumluluk o kadar büyüktür ki duygusal kayıplarla boğuşmaktan kafanızın içini otlar bürür, bitkiye dönersiniz.

Dört madde demiştim, metindeki bölümler bu maddelerin bileşenlerini incik cincik ederken yardımlaşmanın dinamiğini de ortaya çıkarıyor. Varsayımlar önemli mesela, birinin yardıma ihtiyacı olduğuna dair varsayımlar oldukça tehlikeli hale gelebiliyor. Misafir gittik, evin orasını burasını toplamaya mı çalışıyoruz, arkadaşımız pis olmadığını iddia edip kavga çıkarabilir. Bunun yanında yardıma ihtiyacı olmadığını söylemesine rağmen yardıma ihtiyacı olan insanları doğru zamanda dürtersek nihayet çözülüp yardımı kabul ediyorlar, en azından metinde böyle söyleniyor ama nasıl yani, nasıl zorlayacağız insanları yardım almaları için? Kısa süre önce ölen arkadaşıma yardım etmeyi iki kez teklif ettim ama ikisinde de reddedince başkaca bir şey söylemedim. Söylemeli miydim? Evini toplamalıydım, hastanede olduğu zamanlarda üstünü falan örtmeliydim ama o durumda görülmek istemiyordu. Hiç bilemedim bunun ayarını, biri bir şey istemediği zaman hiçbir şey yapmıyorum ve yapmadığım için suçlanıyorum, tersinde de suçlanıyorum, hasılı hep suçlanıyorum çünkü insanlar neyi istiyorlarsa onu söylüyorlar diye düşünüyorum ama öyle olmuyor, bunu anlamıyorum. Kansere yakalandığım zaman yanıma gelmek isteyen hiçbir arkadaşımı reddedeceğimi sanmıyorum çünkü bok kokusuna aşina olmayanlar zaten elenecek, yüzlerini buruşturup bir daha gelmeyeceklerdir, kalanlar canımın acısını giderirler biraz. Sanırım. Hani altımı değiştirmek gerekebilir, ben de başkalarınınkini değiştirdiğim için sorun yok, benim altımı da değiştirecekler kardeşim. Bu iş böyle, yardımlaşıyorsak o alt değişecek, sonra ben onlarınkini değiştireceğim. Gen bencilmiş, Dawkins’in metninden alıntılar yapılmış da sosyal evrim biyolojik evrimle birlikte gelişirken toplu yaşamı biçimlendiriyor tabii, Edward O. Wilson pek güzel anlatıyor bunu, genlere kalsaydık yamyamdık resmen. “Empatik neşe” denen nane bize başkalarının mutluluğunu sunuyor, sırf bu yüzden yardımcı rolünden çıkmayanlar var. Kazançlarının önemli bir bölümünü bağışlayanlar, her şeylerini paylaşanlar, türlü çeşitli. “Kompulsif yardımcılar” her arızaya koşarlar, görürsünüz, çatışmaları çözerler, ellerinden geleni sunarlar, sorgulamaya vakit bulamazlar adeta. Bu yüzden şefkat yorgunluğu dünyalarını kuşatır, bir de suistimal edilirler ki tükenmelerinin sebebi budur. Tükeniriz, tükenmeyi de severiz bazı, özümüzden veririz ama yine yardım ederiz. Suçluluk duygusudur belki, âşıksak bunun bir karşılığının olması gerektiğini düşünürüz çünkü öylesi bir değere yakın olmanın bedeli ona her koşulda yardımcı olmaktır. Dinlemese de dinleriz, vakit geçirmek istediği zaman vakit geçiririz, onun dışında sallamaz, davet etsek gelmez, yardıma ihtiyacı olduğunu söylese koşarak gideriz, yardıma ihtiyacımız olduğunda koşmayı geçtim, ortalıkta görünmeyebilir, birlikte yapılacak işlerde arazi olursa onun işini de yaparız, birlikte planlanacak işlerde hayalet vazifesi görürse en iyi ihtimali gözeterek plan yaparız ama o ayrı telden çalmakta, işlerini kendince yürütmektedir, iyice aydığımız zaman kendi çıkarımızı düşünürüz ama olmaz, artık çok geçtir, onun heyheyli hallerinden gına gelene kadar anlayış gösteririz. Yılmamız lazım aslında. Bir yerde yılmalıyız. Dallar kırılır, ağaçlar devrilir, içimizde bir kuyu açılır da düşmeye başlarız. Başlamıştır, gözümüzde bambaşka bir insan devinir artık, eskisi gibi parıldamayan herhangi bir kişiye dönüşür. Gözden düştüğünün farkındadır, bu yüzden sorun çıkarmaya başlar, huzur kaçırır, en sonunda da defolup gider bulunduğu ortamdan. Eh, bu sıralamayla yaşanan olaylar iki ayı mahvettiyse de dönülen yer kârdır. Bu metnin uyandıracağı insanlara selam ediyorum, başardınız. Uyandıramayacağı insanlar, siz elden gelin, aynı şeyleri yapıp aynı şeyleri beklediğimiz için kimse bize aptal diyemez, hastalıklı bir topluma uyum sağlayamayan hastalar olarak bambaşka bir toplumda mutlu olabileceğimizi biliyorum ama bu toplumda da yerimiz var. Kıymetimizi bilelim yeter.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!