Truman Capote – Soğukkanlılıkla

Norman Mailer’ın Capote’den alabildiğini aldığı ortada, Celladın Şarkısı‘yla Soğukkanlılıkla arasında bariz benzerlikler var. Katiller ortalama üstü zekâya sahipler, ikisinin de IQ’su 130. Patolojileri aynı, depersonalizasyondan mustaripler, tetiği çekerken kendilerini uzaktan izliyorlar ve pek bir şey hissetmiyorlar, itkiyle hareket ediyorlar sanki, o an bedenleri üzerinde hakimiyetleri yok. Gerçek olayları hikâyeleştirme biçimi hemen hemen aynı, Mailer gazete haberlerine daha çok yer vermiş olsa da mektuplar, farklı karakterlere odaklanan yan hikâyecikler, pek çok şey ortak. İki metnin arasında on yıl var, Mailer belki de Capote’ninki kadar iyi bir metin yazabileceği konusunda sınamak istemiştir yeteneğini. En iyi metni olarak görüyor Celladın Şarkısı‘nı, kendini metne pek katmadan yazabildiği için öyle düşünüyor olabilir yoksa Çıplak ve Ölü varken, bilemiyorum. Buysa kesinlikle Capote’nin en iyi metni değil, o güzel öykülerinin yanında bu olsa olsa iyi bir romandır, upuzun bir gazete haberidir. Capote araştırmış, olayların geçtiği kasabanın tarihinden suçluların yaşamlarına dek bulabildiği her şeyi anlatıya yerleştirmiş, saat saat çıkarmış yaşananları. Batı Kansas’taki Holcomb kasabası cinayetlerden önce kendi halinde bir kasaba, halkı çiftçilikle geçiniyor. Neon lambalarla aydınlatılan dans mekânı var, postane, yanından Santa Fe demiryolu geçiyor, istasyon melankolinin ta kendisi gibi görünüyormuş. Filmlerde gördüğümüz yalnız kasabalardan biri işte, gençler ya çiftçi oluyorlar ya da okumak için ayrılıyorlar oradan, okuyanların çoğu geri dönmüyor. Herbert William Clutter onlardan biri değil, Kansas’ı terk etmiyor en azından. Üniversitede ziraat eğitimi aldıktan sonra Holcomb’a gelip arsa bakarken millet deli muamelesi yapıyor, o çorak topraklarda hiçbir şeyin yetişmeyeceğine inanıyorlar ama Clutter ne ekip dikmesi gerektiğini bildiği için sağlam para kazanıyor çiftliğinden, River Valley Çiftliği bir Kansas markası haline geliyor, Clutter adını yakın çevrede bilmeyen kalmıyor. Üç çocuğu var Clutter’ın, Beverly şehirde hemşirelik eğitimi alıyor ki Kansas City’de bulunması sayesinde cinayete kurban gitmiyor. Kenyon bilimle uğraşan kendi halinde bir çocuk, babası onun için biraz endişelense de kendi yolunu bulabilecek bir çocuk. Ailenin gözbebeği Nancy, on altı yaşındaki kız kasabanın en güzeli, sevgilisi Bobby Rupp’la birlikte takılabiliyor, babası üç yıl önce erkek arkadaşlarıyla dışarı çıkmasına izin vermiş. Orada yaşam bize göre biraz erken başlıyor anlaşıldığı kadarıyla, çocuklar daha onlu yaşlarına varmadan şoför koltuğuna oturup araba kullanmayı öğreniyorlarmış falan, çiftlik işleri erken olgunlaşmaları için zorluyor çocukları biraz da. Bonnie Clutter’ın akıl sağlığı biraz bozuk, sanırım depresyon yüzünden bazı günler yataktan bile çıkamıyor, eşi Herbert şefkat kumkumalığı yaparak eşine ve çocuklarına on numara beş yıldız bir hayat yaşatıyor. Sadece ailesine değil, etrafında yardıma ihtiyacı olan kim varsa elini uzatmaktan erinmiyor, örneğin oralarda tarımla uğraşan Japon asıllı bir ailenin ayrılma kararı aldığını duyunca hemen aileyle konuşuyor ve kalmaları için ne gerekiyorsa yapacağını söylüyor. İşçilerine karşı da bonkör, maaşları fazla fazla ödediği gibi ikramiye vermekten de kaçınmıyor. Bu bonkörlüğü sayesinde, çok dolaylı bir şekilde cinayet çözülebilecek. Tabii aynı bonkörlük yüzünden öldürülecekler, ayrı mevzu. Yanında bir dönem çalışan işçilerinden biri hapishaneye düşüp vakit öldürmeye çalışırken yeni edindiği arkadaşına Clutter’ın çok zengin olduğunu, kasasında bir dünya para bulundurduğunu söyleyecek ama parayı gördüğü falan yok, zaten Herbert nakit bulundurmuyor hiç, en küçük harcamalarını bile çekle yapıyor.

Perry ve Hickock’un yaşamları uzun uzun anlatılıyor, ana çizgileri aktarmak gerekirse biri gençken okulda sınıf birincisiyken ailesi üniversiteye yollayamadığı için genç yaşta çalışmak zorunda kalan bir adam. Onlu yaşlarının sonunda evleniyor, çocukları oluyor ama harcamalara para yetiştiremeyince eşi çocukları da alıp ayrılıyor, adam da suça bulaşıyor ve diğeriyle tanışacağı hapishaneye düşüyor nihayetinde. Hickock bu. Perry’nin profili daha klasik. Mutsuz, parçalanmış bir aile, sokaklarda geçen bir çocukluk. Orduya katılıp Japonya’da ve Kore Savaşı sırasında Kore’de bulunuyor Perry, psikopatlığı daha o yıllarda ortaya çıkıyor. Söylediğine göre adamın birini kaldırıp köprüden aşağı atıvermiş, birilerini öldürmüş, anlattığı hikâyelerin sonu yok. Kaçının doğru olduğu bilinmiyor, hapishanede hikâye uydurmaktan daha iyi bir zaman geçirme yolu olmadığı için sıkan sıkana. Hapisten çıktıktan bir süre sonra biri diğerine ulaşıyor, arkadaşının dediğine göre Kansas’ta soyulmayı bekleyen bir ev var. Mektubun okunduğu andan itibaren yavaş çekim, ikilinin yaptığı hazırlıkları, kaldıkları yerleri ve yolda karşılaşıp öldürdükleri insanları görüyoruz, detaylıca anlatılıyor. Aralarındaki husumet de yavaş yavaş büyüyor, Perry efendi bir katil olarak Hickock’un küçük kızlara tecavüz etme isteğinden tiksiniyor, üstelik adamın soğukkanlılıkla suç işlediğini görünce iyice soğuyor ama yapacak bir şey yok, o tipik Amerikan ailesi mahvedilecek. İkisinin anlatıldığı bölüme geçmeden önce ani bir zıplamayla görüyoruz yaşananları, Clutterlar’ın komşularından biri Herbert’ı göremeyince kuşkulanıyor ve eve giriyor, manzara korkunç. Sağ kalan yok, birinin beyni dağılmış, diğeri birkaç kurşunla öldürülmüş. Çok sonra, yakalandıkları zaman sorguda verdikleri ifadeler romana neden bu adın verildiğini gösteriyor, tam isabet bir isim. Perry aslında Hickock’un Nancy’ye tecavüz etmesini engelleyen adam, aileyi de çok sevmiş, paraları bulamayıp öldürme faslına geçtiklerinde Herbert’ın boğazını keserken aslında adamın iyi biri olduğunu düşünüyor, başka şartlar altında karşılaşsalar arkadaş olurlardı belki. Sonuçta kırk dolarla ayrılıyorlar oradan, amaçları New Mexico’ya gidip orada define aramak, diplere dalıp hazinelerle çıkmak ama olmuyor, oranın yaşam şartları daha kötü olduğu için dönüyorlar, otostop çekerek kurbanını öldürüp arabasına konmak istiyorlar ama şans eseri siyahi bir askeri de alıyor arabasına adam, hayatı kurtuluyor. Bir sonraki adam o kadar şanslı değil, yol kenarına atılıyor. Neyse ki çoktan aramaya çıkmış lanet olası federaller, buluyorlar adamları.

Şerif de başka bir bakış açısı sağlıyor, kasabanın cinayetlerden sonra değişimini ve ailelerin korkuya kapılıp günlük rutinlerini nasıl bozduklarını görüyoruz. Şerif dehşete düşüyor, Herbert eski arkadaşı. Altı kişilik ekibiyle birlikte bütün şüphelileri sorguluyorlar ama bir şey çıkmıyor haliyle, adamlar cinayetleri işler işlemez basıp gittiler. Hapishanedeki kuş olmasa belki de hiçbir zaman çözülemeyecek bir gizem olabilirdi bu, adamlar hiçlikten gelip hiçliğe karıştılar resmen. Neyse, adam ötünce kaçaklar yakalanıyor ve şerifin de içi rahatlıyor haliyle, tam olarak huzur bulması için idamların gerçekleşmesini bekleyecek. Kansas yasalarına göre herhalde, idam cezasının uygulanması birkaç yılı bulabiliyor çünkü sürekli itiraz, temyiz derken süreç uzuyor. Mailer’ın metninde aynı gecikmeyi sağlamaya çalışan avukatları suçlunun kendisi durduruyordu, bu metinde yaşamak istiyor bizimkiler. Hapishane faslı, mahkeme, savunmalar, iddia makamı, jüri, akıl oyunları falan derken heyecanlı bir yargılama sürecine şahit oluyoruz, bu açıdan Mailer’ın metninin daha derinlikli, detaylı olduğu söylenebilir. Sonuçta iki adam da asılıyorlar ve mevzu bitiyor. Finalde Nancy’nin mezarı başında kızın en yakın arkadaşını gören şerifin huzur bulduğunu görüyoruz ve olaylardan sonra neler yaşandığını da öğreniyoruz, aylar boyunca ölü gibi dolaşan Bobby evlenmiş, Nancy’nin arkadaşı da evlenmek üzereymiş, zaman geçmiş kısacası. Mezarların başında neler yaşadıklarını düşünüyorlar, şerif iç rahatlığıyla evine yollanıyor ve son.

Yeni baskısı Siren’den çıktı, hararetle tavsiye ederim. Aynı konunun çeşitlemeleri için de şunları önereyim: Hadi, Yarın Görüşürüz ve Kırmızı Pazartesi tabii.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!