Thierry Paquot – Lükse Övgü

Lüks pahalı şey, ona ulaşmak için ödeyeceğimiz bedeli ürettiğimiz zaman veya lüksün bedeli olarak doğrudan zaman buharlaşıp gitti. Hiçbir şey yapmamak eğer bir lüksse önceden çok şey yaparak varabileceğimizdir, belki de lüks tanımımız çok düşüktür ve her gün ulaşıyoruzdur ona. Muhtelif. Paquot üç hikâye anlatıyor çeşitlerle ilgili, ilkinde maddi yardım yapılan ailenin parayı lüzumsuz şeylere sarf etmesi var, zengin bir kadın tek seferde heba edilen tutarın daha iyi şeylere harcanabileceğini söylüyor. İki yönü var bunun, kadın muhtemelen pek de bir şey tutmayan yardımın doğru düzgün yemeklere harcanacağını düşünmüştü, oysa aile paketlenmiş et, dev gibi cipsler, şekerlemeler, dondurulmuş patates almış. Pandeminin ilk zamanları Luppo alan dayının eleştirildiğini hatırlıyorum, karbonhidratın en ucuz haline anca yeten parayla ne yapılabilirdi başka? Kadın kutu kutu birayı görünce de çıkışmış, eh, sıvı ekmeğin kıymetini elit kesime anlatmak nafile. İkinci örnekte her şeye sahip olup mutluluğa sahip olamayan bir adam var, onun durumunda mutluluk lüks, klişe söylemin vücut bulduğu hal. Üçüncü örnek gayet klas giyinen, güzel yerlere giden, iyi yaşayan ama o kadar da iyi yaşamayan bir adam var, evi kendisinin değil, arabası yok, kıyafetlerini indirim kovalayarak alıyor, buna rağmen lükse erişmiş gibi görünüyor ama öyle görünme derdi de yok. Ölü sermaye yerine ağa erişim, ihtiyaçların anlık giderimi. Dördüncü bir tür daha var belki, lüksün pazardan kaçan şeylere dönüştüğünü söylüyor Paquot, demokratikleştirme adı altında yaygınlaşan tüketim lüksü öldürdüğü gibi tüketimi de öldürüyor. Paquot’ya katılmıyorum ve katılıyorum, teknolojinin de yardımıyla tüketilecek yeni meta bir yerlerden zortluyor, NFT’lerin yükselişi benim ikinci kitabın kapağına imzasını atan Ercihan’ı bile harekete geçirdi mesela, adam resimlerinin dijital haklarını almak için uğraşacaktı en son. Katıldığım nokta ekonomik-olmayanı yeniden düşünmenin, haz ve eksiklik döngüsünü lüks bağlamında tekrar ele almanın önem kazanması. Kazanır çünkü bu ne, lüks nedir, mutluluk nedir, Diogenes su içtiği çanağa bile ihtiyaç duymamaya başladıysa ironik bir biçimde eksilmek midir mutluluk, sahip olma duygusunun aşırılığı mıdır? Paquot etimolojik bir yolculuğa çıkarıyor okurunu, “lüks” tarih boyunca “abartma”, “aşırılık”, “eğik”, “çıkarmak”, “sökmek” gibi anlamlarda kullanılmışsa akılsızca bir şey belki lüks, ayırıcı, saptırıcı. Geçmişte uymadığı gibi günümüzde de ekonomik ussallığa uymuyor, ekonomik bir habitus oluşturmaktan, sınıfın sınırlarını belirlemekten öteye gitmiyor Paquot’ya göre. Statü göstergesi olarak lüks iş görüyor gayet, gizemi de var ki satın alınan deneyim çok tırt bir şey olsa bile nadirattansa tamamdır. The Menu‘yu düşünüyorum, ıssız bir adada yemek yemeye indirgenebilecek bir deneyim için binlerce dolar harcamak sırf yemeğin biricikliğinden kaynaklanmıyor, lüksün farklı biçimlerini görebiliriz filmde. Lüksle ilgisi olmayanın karşılaştığı farklı sonucun ilettiği mesaj bir çıkış yolu da sunuyor, filmi izlediyse Peter Fleming’in hoşuna gitmiştir.

Verdiği üç örneği çözümlüyor Paquot ilerleyen bölümlerde, “Tüketim Toplumundan Çıkmak” üretimin evden atölyelere, fabrikalara, köyden kente kaydığı süreci anlatıp yabancılaşma kavramını aileye bağlıyor, sınırı biraz aşıp işsizlik kıskacındaki ailenin kopukluğu düzeltmek, mutsuzluktan kurtulmak için tüketimin sıradanlığına kapıldığını belirtiyor. O aile için lüks beklenmedik bir şeydir hatta toplumla tekrar ilişki kurmanın bir yoludur, bu yüzden akılcı harcamadan uzak dururlar. Lefebvre’nin gündelik hayatı eleştirdiği metinleri bunun bir yanılsama olduğunu söyler, “bürokratik tüketim toplumu” gündeliğin devingenliğinde harcar, satın alır. “Sanayi kenti ve iyi kötü onun içine kök salan kültür artık yok olmuştur. Şimdi, toplumculluk, onun göstergeleri, şifreleri, değerleri tüketimle öğrenilmektedir. Artık insanlar kendilerini çalışmaya göre, çalışmanın içinde ve çalışmayla düzenlemez, keşfetmez. gizilgüçlerini sınamazlar. Hayır. Çalışma zorunlu, bayağı, çok da büyük önem taşımayan, kişiye gerçek anlamda yaşamasını sağlayacak bir ücret kazandıran bir uğraşı yansıtır…” (s. 27) Çalışma zaten uzun süredir bir sevinç kaynağı değildir de çıktısının dahi satın alındığı bir ceza haline gelmiştir adeta. Gabriel Tarde bir toplumun tarihinin sürekli olarak “buluşlar” ve “taklitler”le belirlendiğini söylemiştir de Paquot’ya altlık hazırlamıştır, toplumculluğun biçimleri inanca ve arzuya bağlıysa önce buluşa inanılır ve onun peşinde koşulur, edinilen şey artık lüks değildir çünkü şeyin ve şeyi elde edenin taklitleri türer, sonra başka bir buluş, gider böyle. Paquot “varoş gençleri”nden örnekler verir, azıcık maaşının dörtte birini kıyafete harcayan çocuğun amacı utançtan kurtulmak, takıldığı insanlarla takılmaya devam etmektir, aksi halde çiftçilik veya kırsalda yaşamak iyidir ama kentte başka yol yoktur. Talebe göre arz: özgürlüğü barkodlarda arayan, bireysel işletmelere dönen insanlar yönlendirildikleri tüketimin dışını bilmez, bilmedikçe tüketir. Bilenler arzularını biçimleyen dinamiklerin farkındadır, arzuyu gereksinimle birlikte değerlendirebilirler. “Tüketimsizlik toplumu” ve “tüketim toplumu” bir aradadır, biri nicel açıdan baskındır ama reklamlara giderek daha az kanar çünkü yavaşlaması gerektiğini fark ettirecek acı tecrübeler artmıştır. Zamanın anlamlarını işe koşar bu noktada Paquot, negotium ve otium “boş zaman olmaması olgusu” ve “serbest zaman” anlamlarına gelen iki kavramdır, birinin diğerinin zıddı olmadığı durumlar canımızdır, boş zamanın yokluğu eğer şenlikli bir hareketi ifade ediyorsa serbest zamanla birlikte düşünülebilir. Ütopyalarda sınansın: More’un dünyasında yapılan takas işin niteliğiyle ve gerektirdiği zamanla doğrudan bağıntılıdır, Fourier’ninkinde takas ekonomik olmaktan tamamen çıkarılarak tutkuyla birleştirilir, kısacası kâğıt üstünde de olsa işler yolundadır ama gerçeklik bunları pek az içerir, yüzlerce yıl öncesinin geleceği bir türlü gelmemiştir çünkü arzunun sınırları, insanın bencilliği -bence- yanlış değerlendirilmiştir. Paquot negotium olgusunun hız yardımıyla otium süsüne büründüğünü anlatır, bir kere ütopyalardaki az çok bütünleşik toplum sayısız parçaya ayrıldığı gibi o taraklarda bezi de yoktur hiç, tüketime zamanının kalmadığından yakınmaması için en iyisi düşünülmüş, internetin şahane imkanıyla tık tık alışveriş yapması sağlanmıştır, böylece tüketilen hızla gelir ama elde kalan zaman “tüketim ediminin dinamiğinden kaçan” zamandır, özgür zaman değil. “Gereksizin Gerekliliği”nde Bataille’ın tüketime dair çalışması yer alır, Mauss’un potlaç incelemesini başka bir açıdan yorumlayan Bataille sınıfsallığın doğumunu değiş tokuşla birlikte ele alır, ardından ekonomik etkinliklerin anlaşılmasına psikanalitik bir katkı sunar. Takas neden sadece kazançla birlikte ele alınsın, bir, değiş tokuş uygarlığında Hristiyanlığın etkisi nedir, iki. Gerekliliğin gereksizliğine yol var buradan, vazgeçilebilecek olandan vazgeçmeli ki herhangi bir sınamaya gelmemeli. Bunun yanında gereksizin her an gerekli olabilme ihtimali vardır, bu durumda son örnekteki adam gibi yapıp ihtiyacı gidermeye odaklanabilir miyiz acaba, gerekli olan gereksizleştiği zaman onu ait olduğu kaynağa veya bir başkasına versek süper olmaz mı? Son bir alıntıyla bitireyim, ütopya mevzusu daha devam ediyor ve Paquot lüksü daha da açıyor ama benden bu kadar.

Gerekli olan gizil gereksizliğini açığa vurduğunda, ondan kurtulabilirsiniz. Gereksiz olan gerekli yanlarını açığa vurduğundaysa, son derece mutlu olursunuz. Bunlar yalnızca sizin algılayabileceğiniz şaşmaz belirtilerdir. Gereksizin gerekliliğini ne reklamlar, ne tanıtım ilanları, ne de bir yakınınızın düşüncesi gösterebilir. Kanıt ancak deneyimle elde edilir ve başkasına aktarılamaz. Bu deneyime ben ‘lüks’ diyorum ve ona ‘ütopik’ değerler yüklüyorum.” (s. 75)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!