Muhabir ve Kameraman (M ve K diyeyim) haberden habere koştururlar, ülkenin çarpıklıklarına yetişemezler. Ritüele dönmüş artık, olay yerine vardıklarında biri günü, ayı, yılı sorar, nerede olduklarını sorunca diğeri, “Dünyada bir yerde,” der. Biri öldürülmüştür, okulun ilk günü eve gitmek isteyen çocuğu müdür azarlar, muktedirliğini sergiler, bir adam yolda yürüdüğü sırada kafasına düşen bir tabela yüzünden hayatını kaybeder, haber programları ve dünya bunlarla dolu olduğu için nerede oldukları önemsizdir. Acının koordinatı dünya üzerinde herhangi bir nokta, ülke önemli değil. Temel bu, ikili haber kovalıyor. Arka arkaya sıralanmıyor bu vakalar, M’nin ailesine odaklanılan bölümlerin araya girmesiyle çizgi parçalanıyor, M anlatıcılığı arada sırada devralıyor, geçişler keskin. Arka kapakta “sekanslar arası yumuşak geçiş” deniyor ama pek yumuşak değil açıkçası, çok sert de değil, orta karar diyelim, tempoyu bozmuyor en azından. Başlangıç zaten bambaşka, M’nin eylemleriyle biçimlenen bir bölüm. Masada oturuyor, yazacağı şeyi çok iyi biliyor ama nasıl yazacağını bir türlü bulamıyor çünkü burnu şıp şıp akıyor, sümük damlaları lise defterinin sayfalarına dökülüyor, sonra banyoya gidip hınklıyor M ve masaya geri dönüyor, anlatı ölçeği bu kadar büyük. Az önce Okurken Ne Görürüz?‘ü bitirdim, Peter Mendelsund karakterlerin imgeler ve betimlerle değil de eylemlerle daha iyi anlaşıldıklarını ve canlandırıldıklarını söylüyor, M özelinde doğru. Bu kadar detaylı anlatıldıysa karakteri iyi bilmemiz isteniyor herhalde, epigrafta Duras’ın yazmaya dair sözleri de yazarken bir yabancıyı içimizden çekip çıkardığımızı imliyor, haliyle henüz M olduğunu bilmediğimiz M’nin bize bir hikâye verip veremeyeceğini anlamaya çalışacağız. Zorlanıyor bayağı. “Bu koşullar altında, nihayet ilk cümlesini tamamladı. Cümleyi okudu, çok acemice buldu. Gayri ihtiyari kafasını kaldırdı. Televizyonun hâlâ açık olduğunu fark etti. Yaklaşık bir saat önce sessiz bir film izlediğini, sonra birden, en son gördüğü sahnenin aklına getirdiği cümleyi unutmadan yazmak için, masanın başına koştuğunu anımsadı.” (s. 10) Sonra televizyon faslı başlıyor, kedili köpekli ve insanlı kavuşmalar, ayrılmalar, sarılmalar, sevmeler, bütün bunların yazma sancısıyla bir ilgisinin olmaması bir yana, anlatının genelini düşündüğümüzde dolgu olarak kullanılması sıkıyor. M’nin kucaklaşmanın imkânsızlığı hakkında yazmaya karar vermesi tek bağlantı, detay bağlantı için gereksiz uzunlukta. Sonra yatmaya karar veriyor M, banyoda aynadaki yansımasıyla diyalog, anlamsız bir kahkaha, yatış. Sağ gözünü çıkarıp komodinin üzerindeki cam çay tabağına koyması ve kolunu çıkarıp duvara yaslaması bu eksik organların hikâyesinin de yolda olduğunu söylüyor, öğreneceğiz.
Geçiş, ödül töreni. Yılın habercilik ödüllerinin dağıtılacağı salon hınca hınç dolu, kimi beleş içkiye gelmiş, kimi piyasaya çıkmış, hengâme. “Her şey göz kamaştırıcıydı. Her şeyde insanlık için çok fazla, ahmakça bir özgüven, ışıltılı bir görkem vardı.” (s. 14) İçten içe kendini de eleştiriyor M, çarkın bir parçası. Yine geçiş, adı köy olsa da mezbeleliğe daha çok benzeyen bir yere gitmişler, serviler bile bakıma muhtaç. Perişan giyimli erkekler, türbanlı ve koyu renk paltoları yerleri süpüren kadınlar, viranelik, “post gotik köy”. Deresi hayvan leşinden beter kokuyor, teneke kapılar sefaleti gizliyor, büyük bir kentin göbeğinde öyle hazin bir manzara. Böyle bir dünya ayrıntı, sonra okulların açılmasına dair çekimler. Müdür çocuğu azarlayınca kös kös sınıfa gidiyor çocuk, gitmeden suluğunu yere atıp kırıyor. Çocuğu içeri girmeye ikna etmek için camiden çağırılan baba ve muhtemelen işini bırakıp gelen anne için yüktür o suluk, akşam haberlerindeki gösterilerden birinin nesnesidir, izleyiciler zaplamadan önce görürler belki. Aslında şimdi düşündüm de, bu geçişleri zaplamalar olarak görürsek takır tukurluk da anlam kazanıyor, oyunun bir parçasına dönüşüyor, hoş. Geçiş, anlatıcı M. Yirmi üç yaşında, birçok arkadaşı işsizken o staj yaptığı medya kuruluşunda işe başlamış, sevdiği şeyi yaptığı için mutlu. Genç, güzel ve alımlı, üniversitedeki kırıklarından sonra hiçbir sevgilisi olmamış çünkü çok iş var, oradan oraya gitmekten özel hayat genele dönüşmüş. K’yle ilişkisi anlaşılır bu durumda, onca soruna her gün birlikte şahit oluyorlar, ayrılmalarından sonra da birlikte çalışabilmelerinin sebebi bu kader ortaklığı mı artık, neyse. Uzunca bir bölümde yakın tarihin bütün faciaları anlatılıyor, inşaat kazalarında ölen işçiler, üniversite mezunlarının iş bulamamaları, trafik kazalarında ölenler resmi geçit yapıyorlar, lüzumsuz uzun yine. Son vakayla birlikte anlatı polisiyeye de yaslanacak biraz, buna da gerek olup olmadığı düşünülebilir. Kentin dış mahallelerinden birinde adamın birinin kafasına tabela düşüyor, o haber. Gidip bakıyorlar, tabelanın zincirleri sanki kesilmiş gibi pürüzsüz, cinayete benziyor olay ama kanıt yok tabii. Mahallenin delisi es geçilmemiş, “Her şey havadan gelir, havaya gider!” diye haykırıyor. Delimiz çoktur, anlatıya girmesinin lüzumundan muaftır, o istediği yere girip çıkabilir. Ekip bir kahvehanede polislerle konuşmaya başlar, polislerden genç olanı umursamaz tavırlarıyla M’yi tilt etse de mahallelinin söylediklerini aktararak gizemin çözülmesine katkı sağlayacaktır zamanı gelince. Ani bir fren sesi duyulduğunu, UFO’ların bastığını necip milletimizin hayal gücüne bağlayan M başta saçmalıklarla uğraşmaz, beş yıl sonra yine bir haber peşinde koştururlarken frizbi oynayan çocukları görür, pınk diye bir ampul yanar kafasında. Parçaları birleştirir ve tabelalı olayın yaşandığı yere döner, etrafına bakınır, samanların yığıldı binayı görünce içeri süzülür. Buralar biraz gizemli, genç gazeteci aklını kurcalayan en büyük problemi çözecek. Mekanda ansızın ortaya çıkıp öd patlatan yaşlı emmi de ne tesadüftür, ölen adamın ikizi çıkar, kazadan bahsedilince gözyaşlarını tutamaz. M hemen yığınları araştırmaya başlar ve jantı bulur. Bir araçtan fırlayıp adamın kafasını yaran jant hızını alamayıp saman yığınının içine düşmüştür, beş yıl boyunca kalmıştır orada. Çok zorlama bir kurgu, hikâyeyi düşürüyor.
Gizli gizli, pıtı pıtı bir şeyler yazan baba sihirli bir figür gibi duruyor M’nin hayatında, babanın hayaleti daha doğrusu. M ne zaman sorsa roman yazdığını söylüyor adam, zamanı gelince okutacakmış ama henüz bitmemiş. M’ye verdiği kitaplar kızın yıllar sonra masaya oturup bir şeyler yazmaya çalışmasına yol açacak, bir de babanın ölümü tabii. Kafasına düşen tuğla yüzünden ölüyor adam, eşi cerrah, kurtarmaya çalışıyor ama başaramıyor. Cenazede zaten ayrılacaklarını söyleyen annesine şaşırıyor M, sevgi dolu ailesinin parçalanmanın eşiğinde olduğunu nasıl anlamadı? Haberciliğinin, sırları ortaya çıkarma güdüsünün özü. Takıntı haline getirdiği yazma çalışmalarının nihayete ereceği belli, babası için yapacak bunu M. Patlamadan sağ çıktıktan sonra vazgeçmesi mümkün değil artık. Miting var, polisler sağlı sollu sıralanmış, pankartlar havada, yürüyüş başlamış, her şey güzel giderken bir anda kendini yerde buluyor M, gözü kendisine bakar vaziyette, başının az önünde. Kolunun koptuğunu anlamıyor, hiçbir şey anlamıyor, dumanın ve ışığın kaynağını göremeden kendinden geçmiş. Gözlerini hastanede açtıktan sonra hayata nasıl tutunduğunu, ne zorluklar çektiğini görmüyoruz, hemen sahne değişiyor yine. Sinir bozucu, sanki araya tıkıştırılmış gibi.
Novella da değil, uzun öykü demeli belki bu metne. Parçaları savrulmaya müsait ama yine bir arada duruyor, incecik bağlar belli belirsiz. Okunur yine, denk gelen kaçırmasın.
Cevap yaz