Roberto Bolaño – 2666

Şimdi okuyoruz, ediyoruz, yazıp çiziyoruz, metinlerin üzerinden metinler geçiyor, yol palimpseste dönüyor, bilişsel palimpsest, Perec’in otobüslerinin zamanı bölümlemesi gibi bölümlüyor bunlar zamanı da bazı kitapları akışın dışına çıkarmak gerekiyor. Gerekmiyor, belki de tam ortaya koymalı. Ne dense eksik kalacak, bunu da baştan söylemeli. Selim kitabı masanın üzerine koydu, alıp çantaya attım. Dönüş yolunda Berkan işi gücü bırakıp bunu okumamı söyledi, Vahşi Hafiyeler üzerine konuştuk biraz, sonra Kırmızı Kedi’ye gidip bakındık. Kaya Tanış’ın Hayalet Oğuzlu kitabı yeni gelmiş, inceledik. Metroya indim, o sırada Jean-Claude Pelletier kitabı çoktan okumuştu, Benno von Archimboldi’nin. Paris’te bile kitaplarına erişmek zor Archimboldi’nin, Pelletier’nin profesörleri adamın adını duymamış, üniversitenin Almanca bölümünde adamla ilgili tek bir kaynak bile yok. Prusya edebiyatına adanmış bir Belçika dergisinde ve Alman edebiyatı sözlüğünde geçiyor Archimboldi, gizemli bir yazar. Pelletier arkadaşlarıyla birlikte 1981’de Bavyera’ya giderek diğer kitaplarını buluyor yazarın, 1984’te kitapları Fransızcaya çeviriyor ve bastırıyor. Archimboldi konusunda Fransa’da yaşayan en büyük otorite haline geldiğinde anlıyor ki önünde parlak bir kariyer uzanıyor, hayatının bir bölümü sona erdi. Piero Morini 1956 doğumlu, Pelletier’den beş yaş büyük, Archimboldi’yi ilk kez 1976’da, Pelletier’den dört yıl önce okuyor ama kitap çevirme işi 1988’i buluyor. Archimboldi’yi İtalyancaya ilk o çevirmedi ama isminin duyulmasını sağladı biraz. Normalde başarısızlık örneği Archimboldi, kitapları raflarda tozlanıyor, tozlanması için kitaplarını çeviriyor Morini ve Torino Üniversitesi’nde Alman edebiyatı dersi veriyor. MS teşhisi ve geçirdiği bir kaza sonucu tekerlekli sandalyeye mahkûmiyet hemen hiç etkilemiyor Morini’yi, Archimboldi üzerine çalışmaya devam ediyor. İspanya şubesi Manuel Espinoza genç bir öğrenci, edebi keşifleri sırasında okuduğu Archimboldi üzerine doktorasını bitiriyor, yazarın kitaplarını çevirmiyor. “Morini, Pelletier ve Espinoza’nın, Archimboldi dışında bir ortak noktaları daha vardı: Çelik gibi iradeleri. Aslında ortak bir başka noktaları daha vardı ama bu konuya daha sonra geleceğiz.” (s. 26) Sonra Yenikapı’ya geldim, HES kodu olmadığı için Marmaray’a alınmayan bir adamın güvenlikle itişmesini izledim, Küçükyalı’ya giden treni beklemeye başladım. Tren o, banliyö trenlerini kullananlar için öyledir, bu konuya daha sonra gelmeyeceğiz. Liz Norton 1988’de gittiği Almanya’da bir arkadaşı vasıtasıyla tanışıyor Archimboldi’nin metinleriyle. Bu dört insan 1994’te Bremen’de düzenlenen bir konferansta tanışıyorlar, ben üçünün tanışmasına Sirkeci’ye geldiğimizde şahit oluyorum. Sonraki yıllarda düzenlenen konferanslardan bazılarına dördü birden katılacak, bazılarında ikisi bir araya gelecek, yıl yıl izleyeceğiz. Espinoza-Pelletier-Norton üçgeni gerginliğe yol açmayacak bir ilişkiye dönüşecek, nihayetinde Morini’ye dönecek Norton. Archimboldi’nin izini sürdükleri zaman yolları Almanya’ya düşecek, sonra yazarın Meksika’ya gittiğini öğrendikleri zaman serüven sürecek.

Evdeyim, okumaya devam. Bolaño’nun yan hikâyeleri muazzam, bazılarının ucu açık, mantıksız bir iki durum anlatının kusursuzluğunda kaybolup gidiyor. Karakterlerin yaşamlarına dair detaylar müthiş, övmekten başka yapacak bir şey yok. Beş bölümden oluşuyor metin, Bolaño ölümünden kısa süre önce hazırladığı vasiyetinde bölümlerin ayrı ayrı basılmasını söylemiş ama aynı dünyanın anlatılarını içerdikleri için dostları/yayımcıları metinleri birleştirmişler, 1200 sayfalık dev bir roman çıkmış ortaya. Bazı karakterler ortak, ilk bölümde Meksika’da ortaya çıkan bir karakter ikinci bölümün merkezinde yer alıyor, üçüncüdeki muhabir Fate dördüncü bölümdeki cinayetlerin haberini yapmak için Meksika’ya geliyor, muazzam bir kurgu. Çok uzunca, sayfalarca incelenebilecek veri var elde, Fate’in annesiyle ilişkisi ve Seaman nam adamla yaptığı röportaj için ayrı bir yazı gerek. Siyahîlerin ABD’de yaşadıklarını bu röportajda görebiliyoruz, Bolaño’nun aralara sıkıştırdığı kısalı uzunlu anlatı parçaları bambaşka yerlere götürüyor konuyu, bazen birkaç diyalog yetiyor, bazen de paragraflarca gidiyor bu hikâyeler. Beşinci bölümde Hans Reiter’in bulduğu Rus yazarın defteri örneğin, roman içinde novella olarak görülebilir. Spoiler vermeden anlatmak da zor ama her şey daha baştan belli, ilk bölümde karakterler Archimboldi hakkında bilgi toplarken adamın oldukça uzun olduğunu öğreniyorlar beşinci bölümde doğumunu gördüğümüz Hans Reiter küçüklüğünden itibaren uzun boyuyla biliniyor, açık yani kimin kim olduğu. Bölümün adı “Archimboldi’yle İlgili Bölüm” zaten. Neyse, Reiter’in ailesiyle ilgili bir dünya detay, çocukluğunda annesiyle birlikte çalıştığı malikâne, kız kardeşi Lotte’nin doğumu, bir sürü olaydan sonra Reiter savaşa gidiyor, Doğu Cephesi’nde yeni bir şey var. Reiter’a kurşun değmiyor başlarda, herkes onun ölümsüz olduğunu düşünmeye başlıyor, tehlikeye balıklama atlıyor adam. Nihayet birkaç yara alıyor da ölümsüz olmadığını anlıyoruz ama kurşunları yiyip ayakta kalsaydı Bolaño’nun kerameti deyip geçerdik belki. Geçemezdik, Bolaño’nun evreni her ne kadar uçuk hikâyelerden oluşsa da gerçekliğin o kadar da büküldüğü bir evren değil. Ordu ilerliyor, Moskova’ya doğru ilerliyorlar, Reiter sığındığı bir evin şöminesindeki gizli bölmeyi bularak içeri giriyor ve defteri buluyor. Ansky’nin tuttuğu notlardan oluşan defter Sovyet Devrimi sonrasının edebiyat dünyasını ve baskıcı ortamını irdeliyor, bu defter Reiter’in yazarlığa adım atmasını sağlayan etkiyi de yaratıyor. Firar ediyor Reiter, esir kampına düşüyor ve kurtulduktan sonra memlekete dönüyor, gençliğinde karşılaştığı kız kendini hatırlatınca evlenmeleri kaçınılmaz hale geliyor. Sonrası arka arkaya gelen romanlar, Reiter’in karşısına çıkan yayınevi sahibiyle ilişkileri ve gizliliğini korumak için gösterdiği büyük çabanın sürükleyiciliği. Harikulade bir zenginlik: Romanya’da karşılaştığı soylu kadının annesiyle birlikte çalıştığı malikânenin küçük kızı olması, birbirlerini hatırlamaları, yazarlık serüveninin başında aynı kadının yayınevi sahibinin eşi olarak karşısına çıkması, yıllara yayılan bir ilişkinin öykü uçları, çizginin esas çizgiden ayrılıp tekrar birleşmesi derken her şey toparlanıyor bir güzel, Bolaño bazı karakterlerin akıbetini bilinmeyene emanet ederken bazılarını müthiş bir başarıyla bağlıyor, hayran olmamak elde değil. Bütün o anlatı oyunları, çizgiden taşan hikâyeler bir yana, sırf bağlananlar bile çok büyük bir metin haline getiriyor 2666‘yı. Metnin adının geldiği yer başka bir Bolaño metni, onu henüz okumadım, okuyunca onun yazısına ekleyeyim.

Birinci bölüm Archimboldi’yi arayanlar, ikinci bölüm Meksika’daki adam, üçüncü bölüm Fate, beşte Reiter ve dördüncü belki de bütün bölümleri bağlayan bölüm. Meksika’daki hayalî bir şehirdeki kadın cinayetlerinin odakta olduğu bir anlatı, kitaptaki en uzun bölüm aynı zamanda. Bolaño her bir kadının öldürülme biçimlerini anlatıyor, sistematik duyarsızlaştırma. Kurgusal oyun değil, gerçeğin tıpkısı. Kadın cinayetlerini kanıksamanın dehşetini hatırlatıyor, normalleştirilmiş şiddetin yansıması. Fate mevzuyu araştırmak için Meksika’ya geliyor, polisler pek de tekin olmayan Klaus’u, sarışın ve uzun Alman’ı hapsediyorlar ve bütün cinayetleri üzerine yıkmaya çalışıyorlar, iki Amerikalı kadının ortadan kaybolmasından sonra onları tanıyan bir şerif cinayetleri kendi başına araştırmaya başlıyor ve kuytuya çekilip öldürülüyor, emekli bir FBI ajanı cinayet mahallerini gezip Meksika’nın yemeklerine ve egzotik ortamına dalıp gidiyor, cinayetler bir türlü çözülemiyor. Bağlantı noktası beşinci bölümün sonunda, Reiter’in kardeşi Lotte savaştan sonra haber alamadığı abisini özlese de adamı yaşlanana kadar göremiyor, evleniyor ve bir çocuğu oluyor: Klaus. Çocuk büyüyor, serserilik yapmaya başlıyor ve ABD’ye göçüyor. Dördüncü bölümde hapse girdiğini biliyoruz, Lotte oğlunu hapisten kurtarmak için Meksika’ya defalarca gidiyor, bir yolculuk sırasında hava alanında aldığı romanı okuyunca ailesinin hikâyesini okuduğunu anlıyor. Dört gün önceydi, bu bölümü okurken tüylerim diken diken olmuştu benim, gecenin bir körü. Yayınevine telefon, ardından kavuşma ânı. Archimboldi/Reiter yıllar sonra kardeşinin karşısına çıkıyor ve yeğeninin başına gelenleri öğrenince Meksika’ya doğru yola çıkıyor. İlk bölümde araştırmacıların Meksika’ya gitmeleri bu yüzden, Archimboldi’nin Meksika’yla bağlantısını öğrendikleri zaman yola düşüyorlar ama karşılaşıp karşılaşmadıklarını bilmiyoruz.

Çok şeyi anlatamadım, anlatmak mümkün değil. Kurgusal ziyafet. Bolaño müthiş, müthiş, müthiş bir yazar. Elimde bir hazineyi tutuyormuş gibi hissediyorum. Hepi topu üç dört kitaptır böyle hissettiren, bunların arasında 2666 bir numara. Tartışmasız.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!