“Dünyada 21. yüzyılda iki hayalet geziniyor: Ekolojik felaket ve otomasyon hayaletleri.” (s. 7) Buzullar eriyecek, fırtınalar çoğalacak, kuraklık artacak. İklim değişikliğinin “tartışıldığı” televizyon programları hiçbir şeyi değiştirmeyecek, küresel ısınmayı normalleştirmeye çalışanların akıttıkları paralar dünyanın gidişatını değiştirmeyecek. Diğer yandan yüksek işsizlik oranlarıyla durağan ücretlerin şişirdiği isyan kapıda, otomasyon korkusu iki taraflı, ıskartaya çıkarılacak işçi sınıfının akıbeti belirsiz, sermaye duvarlarını yükseltip güvenlik kuvvetlerini artırırken zenginliğini borçlu olduğu sınıftan çekiniyor. Robotlar günümüzde çoğu insanın yaptığı işi yapabilir hale gelince bolluk kriziyle karşılaşmamız olası değil, artı değeri insana sarf etmeyen kapitalizm hep daha fazlasını istiyor, yeni iş alanları oluşturarak uzun çalışma saatlerini dayatıyor, elde edilmiş kazanımları budamaya çalışıyor. Kapitalizmin sonunun başladığını söyleyen düşünürler gelecekte daha farklı bir dünyanın bizi beklediğini söylüyorlarsa da yıkılacak bir sistemin yerine neyin geleceğini, daha da önemlisi yıkıntıların varlığını sürdürme ihtimalinden doğacak alternatif yönetim şekillerini hayal ediyorlar, Frase onlardan biri. Felaketler ve otomasyon üzerinden kurguluyor dünyayı, otomasyonun ağırlığı daha fazla. Kaku, Kurzweil gibi bilim insanları oldukça biçimci bir çerçeve çiziyorlar, teknolojik yeniliklerin hangi iş kollarında etkin olacağını kurguluyorlar ama işin emek yoğun üretim kısmına pek dokunmuyorlar, daha çok sihirli bir dünyanın izini sürmeye çalışıyorlar. Çipler sayesinde aritmimizin tehlikeli boyuta ulaşıp ulaşmadığını anlayabileceğiz, uç noktada üç boyutlu yazıcıların yapabileceklerini düşünürsek kaza durumlarında steril bir ortam yaratılması, robotik kolların oluşması ve cerrahi müdahalenin hemen yapılması mümkün. Ne pahasına? “Bu gelişme sürekli kendini tekrarlayan bir kapitalist dinamiği gözler önüne seriyor: İşçiler güçlendikçe ve daha iyi ücretler aldıkça kapitalistler üzerindeki otomasyonu artırma baskısı artıyor.” (s. 11) Sosyal ilişkilere duyulan ihtiyaç doktorluk, hemşirelik benzeri mesleklerin otonomlaşmayacağını düşündürse de bu ihtiyaç simüle edilmiş biçimlerle ortadan kaldırılacak muhtemelen, bir doktorun yetişmesi için harcanan para ve zaman otomasyondan daha pahalı hale geldiğinde tehlike çanları çalacak demektir. Japonya’da yapay yollarla on günlük insan embriyoları yetiştirilebiliyor, insan gücüne duyulacak ihtiyacın “üretimi” başlı başına bir problem yaratacak muhtemelen. Bütün bunlar bir yana, Frase asıl problemin teknolojik değil siyasi olduğunu belirtiyor, anlattığı dört dünya siyasi gelişmelerin farklı biçimleriyle ilgili. Süreç bilimsel bir kaçınılmazlığa yol açsa da önemli olan insanlığın bu yeni dünyalarda nasıl yaşayacağı, otomasyonun kendisi değil. Verimlilik 1930’lardan beri üç kattan fazla artmış olsa da bu artışın etkileri kitlelerin mutluluğu için kullanılmadı, siyasi tercihler ve toplumsal mücadeleler yüzünden. Küçük bir seçkinler sınıfı laboratuvarları, bilim insanlarını fonlayarak işçi sınıfını kaderine terk edecekse evet, isyan. Otomasyondan kimlerin faydalanacağını robotlar değil, robotlara sahip olanlar belirleyecek, iklim krizleri yüzünden besin sıkıntısı kapıdayken kıtlıktan ve bolluktan kimler etkilenecek? Frase dünya tasavvurlarını kurmaca dışı çalışmalar olarak görmüyor, fütüristik anlatı da söz konusu değil, sosyal bilimlerin ve spekülatif kurmacanın araçlarını kullanma girişimi. Birçok bilimkurgu yazarının metinlerine değiniyor, yaratılan sosyoekonomik düzenleri irdeliyor ve kendi çıkarımlarına ulaşıyor Frase. “Daha eşitlikçi bir dünyaya yaklaşabildiğimiz ölçüde, geleceği karakterize eden şey de ekolojik boyutta hangi noktada olduğumuza bağlı olarak müşterek bir fedakârlıkla müşterek bir refahı belli bir birleşimi olacaktır.” (s. 25) Komünizm, rantizm, sosyalizm ve eksterminizm ekseninde kurulan gelecekler kesin çizgilerle ayrılmasa da siyasi ve ekonomik anlamda karakteristik çizgiler taşıyacağı kesin.
“Komünizm: Eşitlik ve Bolluk”, Vonnegut’un Otomatik Piyano‘sundaki dünyanın tasviriyle başlıyor, uyuşukluğa ve çaresizliğe kapılan işçiler emek yoğun üretim biçimlerinden başka bir düzeni düşünmezler, elitlere daha az bağlı bir gelecek önlerinde uzansa da görülemeyecek kadar uzaktadır. Faydalı olmak ve faydalıymış gibi hissetmek iki farklı çalışma algısı olarak belirlenmiştir, Marx’ın “çalışma alanı” ve “özgürlük alanı” ayrımından yola çıkarak emek sarfının sonuçlarını ele alır Frase, Marx’ın maaş karşılığında başkaları için bir şeyler yapmakla amaca yönelik bireysel faaliyetlerin değerini ayrı ayrı değerlendirmesini önemli bulur. Çalışma talihsiz bir zorunluluk olagelmiştir ama gelecekte de böyle olması şart değildir, emeğin hayatı yaşamak için araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmesi komünist düzenin temelini oluşturur. “Sevdiğimiz şeyi yapmak” sömürüyü kabullenme anlamına gelmez, varoluş durumunun gerçekçi bir hali olarak görülür o zaman, Marx’ı bir ütopya yazarı olarak görenler bu görüşlerini eleştirmiş ama böylesi bir dünyaya kapı aralayabilecek otomasyon ufukta görüldü, kaynakları kurutmadan ortaya çıkabilecek artı değerin içsel anlamda tatmin olmuş insanların ortak değeri haline gelmesi imkânsız değil. Çalışmanın kutsallığı zenginliğe boğulmuş kodamanlarca dile getirildiğinde, işsizlik çalışma deneyiminden yoksun kalmakla değil, toplumsal damgayı yemekle olumsuzlandığında birbirimizi kollamaktan başka çıkar bir yol yok gibi görünüyor. “Birbirimize göz kulak olmak, yalıtılmışlığımızın ve yalnızlığımızın üstesinden gelmek, insan olmanın özünde yatan şeylerdir. Peki istediğimiz, bu faaliyetler için hepimizin ‘ücret’ aldığı bir dünya mıdır? Yoksa ücret için çalışma ihtiyacından kurtulduğumuz ve böylelikle kendimize ve birbirimize bakmanın ne anlama geldiğini keşfedebileceğimiz bir dünya mıdır?” (s. 37) Emeğin meta olmaktan çıkarıldığı ölçüde insani değerlerimizin yükseleceği öngörülüyor, salt yurttaş olmanın getirdiği hak her türlü temel ihtiyacımızın karşılanmasıysa “herhangi” bir işe girmeden, bürokratik koşulları yerine getirmek zorunda kalmadan insanca yaşayabiliriz. André Gorz böylesi bir dünyanın oluşması için “reformist reformlar” gerektiğini söyler, sosyal yardımların, demokrasinin ötesinde daha temel bir değişimin gerektiğinden bahsederken temel gelir hakkının kapitalistin verimliliği artırma dürtüsünü budayacağını belirtir. Ekonomi otomasyona tamamen uyum sağladığı zaman işçiler nahoş işlerde çalışmak zorunda kalmayacak, statü rekabetleri ortadan kalkacak, çatışacak bir şey bulunamayacak. Frase hiyerarşik yapıların varlığını koruyacağını söylese de günümüzdekinden çok daha farklı olacaklarını ekliyor en son: “O halde bir anlamda bunu ‘eşitlikçi’ bir yapılanma olarak adlandırmak yanlış olacaktır; aslında hiyerarşileri olmayan değil, hiçbiri bir diğerine üstün olmayan çok sayıda hiyerarşisi olan bir dünyadır.” (s. 51)
Rantizmi ve sosyalizmi atlayıp diğer kutba geçiyorum, “Eksterminizm: Hiyerarşi ve Kıtlık”. Kötü senaryo. Kıtlığın azınlık için aşılabilir olduğu, geri kalanların açlıktan öldüğü veya azınlık tarafından yok edildiği bir dünya. Karşılıklı bağımlılık şimdiye kadar işçi sınıfının hak kazanımları ve sermayenin emek sömürüsünü artırmak için atmaya çalıştığı adımlarla biçimlendi, ileride bir gün kitleler üst sınıf için tehlikeli hale gelirse, işçi sınıfı egemenler için hiçbir değer taşımazsa ne olacak? “Kalabalığın imhası” bir kürekten, kazmadan daha az değer taşıyan insanın ortadan kaldırılması demek, kapalı sitelere giremeyen, kameralarla sürekli gözetlenen, hapishanelere tıkılan ve polis şiddetine maruz kalan kitle yavaş yavaş eritilecek. ABD’nin zengin mahalleleri yoksulluktan “arındırılmış” durumda, Nijerya’da ultra zenginler özel şehirler kurarak güvenlik görevlilerini gözetleme kulelerine dikiyorlar, böylece baldırı çıplakları görmek zorunda kalmıyorlar. Gözden uzaklaştırma bu sürecin ilk adımı olarak görülebilir, orta ve alt gelir grubundan insanların evleri kentsel dönüşüm kapsamında yenileniyor, semt “değerleniyor”, her şeyin fiyatı artıyor ama maaşlar aynı oranda artmadığı için yaşam pahalılaşıyor, şehrin uç noktalarına taşınmak zorunda kalıyor insanlar. Evlerin değerinin artması doğrudan bir kazanç sağlamıyor bu konuda, insan da otomat olmadığı için doğup büyüdüğü yeri kolaylıkla bırakamıyor, psikolojik sıkıntı. Yoksullaştırılmış yığınların yok edilmesi vicdani bir rahatsızlık oluşturmayacak biçimde düzenlenebilir, Carsten Jensen’ın İlk Taş nam metninde bahsi geçer. ABD’nin bir bölgesi, yeni bir bina, sayısız bilgisayar masası. Ekranlardan birinin önündeki adam hamburgerini ısırıp kolasını içiyor, operasyon emri gelince bilgisayarın kontrolünü ele alıyor, kumandayla yönlendirdiği İHA’yla hedeflerin üzerine bombaları bırakıyor. Ender’in Oyunu da benzer bir mantığa sahip av oyunlarıyla dolu, öldürmek problem değil artık.
Dünyanın olası hallerine dair çıkarımlar, simülasyonlar, umutlar. Frase ilk senaryonun olabilirliğine bel bağlıyor, dünya o yöne doğru evrilirse herkes mutlu mesut yaşar. Bedel ödenecek, ödenir.
Cevap yaz