James Wood der ki tarihî bir romandaki karakterlerin öleceğini biliriz, anlatılan şey tarihin bir yerindedir, tarihte olan şeylere karışan insanlar da haliyle ölmüşlerdir, o zaman kurmacada neden ölmesinler veya ölsünler, Mozart’ı günümüzün dünyasına getiren Eva Baronsky Bay Mozart Uyanıyor‘da büyük dehayı motorlu araçların altında kalmaktan güçlükle kurtarıyordu, olabilir, ne ki Fitzgerald’ın Mavi Çiçek‘indeki karakterler günümüze varmazlar, kendi zamanlarında doğarlar, yaşarlar ve ölürler, zaman çizgisinin dışına taşan bir renk yoktur, çiçeğin maviliği çiçek ne zaman maviyse orada kalır, romanda anlatılan Novalis ve çevresindeki insanlar ölmüşlerdir, o halde neden merakla okuyoruz diyelime bir iki söz söylemiş Wood, kurmacanın boşlukları doldurmadaki maharetinden bahsetmiş, anlatılmayan kurmacalaşır diyesiymiş, kurmacada ölen kurmacada kalır, gerçekte ölen hem kurmacada hem gerçekte ölür, aradaki eksilti doğanın boşlukları sevmemesiyle birdir nevisinden yazar tarafından doldurulmaktadır, Fitzgerald sadece bu açıdan bile iyi bir yazardır işte: “Gerçekten de onun romanı tarihin asla kayda geçiremeyeceği özel anları yok olmaktan kurtarmaya çalışır, bir ailenin kendisinin bile kayda geçirememe olasılığı bulunan özel anları. Ama bu seküler ayrıntılar kitabın daha geniş, sıkı örüntüsü içinde yer alır, bu hayatların kısa ve ayıplı olduğu, tarihsel parantezlerden öte bir şey olmadığı bilgisinden oluşan örüntüsünün.” (s. 37) Bu alıntı Hayatın En Yakın Benzeri‘nden. Şuna benziyor, Elsa Triolet’yle Louis Aragon’un aşkı malum, dünyanın en güzel aşk şiiri Aragon’un elinden çıkmadıysa o aşk boşa yaşanmış sayılır mı? Bu ayrı, Sözlük’te okuduğuma göre Aragon çok kıskançmış, Triolet’nin arkadaşlarıyla görüşmesine homurdanırmış, flörtlerinden tiksinirmiş, Triolet öldükten sonra kadının mektuplarını yırtıp atmış, sinirinden masaya çıkıp tepinirmiş. Bunlara benzer şeylerdir Fitzgerald’ın anlattıkları, tarihin hikâyesinden yola çıkarak karakterlerin münasebetlerini inşa eder, gündeliğin sıradanlığını ve insanların biricikliklerini belli başlı olayların arasında görünür kılar. Aynı edebi anlayışı Salapurya Mahallesi‘nde sürdürdüğünü söyleyeceğim, bu kez kendi yaşamının izdüşümünü sunarak kendi boşluklarını dolduruyor belki. 1960’lı yıllarda Thames’in üzerindeki salapuryalarda pek de konforlu bir yaşam sürdürmeyen Fitzgerald acaba Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz’indeki kayık insanlarını biliyor muydu? Onların keyfi yerindeydi, yılın belirli zamanlarında denizlerden denizlere yolculuğa çıkarlar, ekmeklerini sudan çıkarırlardı, bu anlatıda salapurya sahipleri doğrudan balıkçılıkla geçinmiyorlar da resim yapıp satıyorlar mesela, kimi miras yiyor, yoklukla imtihan ediliyor çoğu. “1960’lı yılların başlarında makul işleri ve yeterli parası olan binlercesi Chelsea kıyılarına göz dikmişti. Ama onları üzen, başkaları gibi olmalarına neden olan bir başarısızlık, sürüklenip meddücezir yolundaki çamura saplanarak yok olmuş diğer birçok şey gibi, onların da dibe çökmesine neden olmuştu.” (s. 26) Nenna onlardan biri, merkezde olsa da anlatının başında şöyle bir görünüp kaybolan karakterlerin yaşamlarına tutuyor merceği Fitzgerald, hemen her bölümde başka bir yaşamı dikizliyoruz. Başka bir gemiyi de tabii, suda yaşayanlar gemileriyle öyle özdeşleşmişler ki kendi isimleriyle değil, gemilerinin isimleriyle anılıyorlar. Dreadnought örneğin, ressam Willis, toplantıda diğer gemi sahiplerinden kendi gemisi için yalancı şahitlik yapmalarını istiyor ki satış işlemlerinde arıza çıkmasın. Richard pek yanaşmıyor buna, püriten ahlakı böylesi bir desteğe razı değil. Toplantı bitince Richard ve eşi Laura gidenlerin uğurlayıp Nenna’nın biraz daha kalmasını istiyorlar, muhabbet. Çiftin arasındaki gerilimi seziyoruz, Laura toplantı sürerken Richard’dan insanları bir an önce yollamasını istiyor, yüzü asık, bir de Fitzgerald’ın alametifarikasıdır, karakterlerin birbirlerine karşı neler hissettiğini davranışların belli belirsiz anlamından çıkarıyoruz. Misal: “Nenna’ya yalnızca saatin kaç olduğunu değil, meddücezrin nehrin üzerindeki her köprüdeki durumunu da söyleyebilirdi. Bunu duymak isteyen birisiyle pek sık karşılaşmıyordu.” (s. 33) Böyle minik cıztbıztlar ileride neler olabileceğini veya olmayabileceğini gösteriyor, bodoslamadan gösterme şekillerinde Nenna’nın kadınlara dair işleri beceremediğini uzunca anlatması var, çatlaktan göstermek, görmek kadar iyi çünkü diyaloglar da çok başarılı.
Nenna potansiyelini kullanamıyor ne yazık ki, ülkenin en iyi müzik okullarından birinde keman eğitimi aldıktan sonra Edward’la evleniyor, Tilda ve Martha adlı iki kızları olduktan sonra adam para kazanmak için okyanusun ötesine geçtikten sonra Nenna kalan parayla gemiciğini satın alıyor, yerleşiyorlar. Edward bir süre sonra geri dönüyor ve nehirde yaşama olayına pek de sıcak bakmadığı için eve çıkıyor. Nenna hemen mahkemeye çıktığını hayal ediyor, avukat Edward’ın yaşadığı yere gidip gitmediğini sorduğunda Nenna’nın vereceği cevap yok. İyice bunaldığı sırada mekâna gidip eşini görüyor, evlilikten iyi bir şey çıkmayacağı belli. Edward kadına aslında kadın olmadığını söylediğinde Nenna yıkılıyor, kaçarcasına çıkıyor oradan. Yeteneğini sergileyemiyor zaten, elindeki kadınlık da âşık olduğu adam tarafından aşağılanınca Nenna çöküyor ve evine döndüğü zaman Richard’la karşılaşıyor. Tansiyon yüksek, bir ara ne yapacaklarını bilemiyorlar ama birinin iki kızı var, diğeri eşinden ayrılmak üzere çünkü Laura orada yaşamak istemiyor, yaşamları aralarındaki çekimi boğarcasına doldurduğu için ıskalıyorlar birbirlerini. Reach nam mahallede herkes insanca yaşamaya çalışıyor, aralarında arızalı tip yok ama Maurice’in kaçakçılık yapmasına izin verdiği Henry’nin nelere yol açabileceğini kestiremiyorlar tabii. Richard aklında düşüncelerle Nenna’nın yanından ayrılınca Henry’nin gemide bir şeyle uğraştığını görüyor, konuşmaya çalıştığı zaman kafasına sert bir darbe alıyor ve kafası yarılıyor. Hastane faslı, ziyaretler, Richard eşinin istediği hayatı yaşamak için aile üyelerinin harekete geçtiğini öğreniyor, nehre veda. Willis de veda etmek zorunda, gemisindeki çatlak nihayetinde iyice açıldığı zaman makine kabarcıklar çıkararak batıyor, çekme ve temizleme işlemleri için para toplanması gerek. Birbirlerine olabildiğince yardım eden insanlardan oluşan küçük bir topluluk Reach, el uzatmaya hazırlar. Fitzgerald da okuruna elini uzatıyor, mesela geminin su aldığını anlatma biçimi çok hoş. Willis bir iş için aşağı inerken göğün kendisine yaklaştığını görüyor aşağılarda, yansımanın güzel bir benzetimi. Buna benzer pek çok özgün buluş var, sırf bunlar okutur Fitzgerald’ı.
Tilda ve Martha kıyılarda gezinerek antika eşya bulmaya çalışıyorlar, bulduklarını gidip okutuyorlar ve bütçeye katkı sağlıyorlar. Okulla başları pek hoş değil, daha önemli şeyler var hayatta. Nenna’nın dipte gezindiği zamanlarda Martha’nın yetişkinleşmesi gerektiğinden erken büyümüşler, Tilda da ablasına uyuyor. Sonlara doğru Nenna’nın ablası ve eniştesi mevzuya el atarak Nenna’nın Kanada’da yaşaması için baskı yapıyorlar, amaçlarına ulaşıyorlar. Eksiklik denemez ama tayfanın dağılmasına yol açan olayların anlatımıyla karakterlerin anlatımı arasındaki fark çok belirgin, ilkinde zamanın çok hızlandığını, olayların hızla gerçekleşip çözümlemelerin olabildiğince yavaşlayan akışı anlatının temposunu bozuyor. Bozmuyor veya, Fitzgerald yaşamların tikelliğine odaklandığı için olayları aracı olarak kullanıyor. Olur yani, yine de homojenlik ortadan kalkıyor işte, tat buruluyor.
Kitabın başında Allan Hollinghurst’ün yazısı Fitzgerald ve metinleri hakkında detaylıca bilgi veriyor, iyi. Fitzgerald’ın karakterlerinin tutunmaya çalışan, dünyanın ağırlığı altında doğrulmak isteyen sıradan insanlar olduğunu söylüyor Hollinghurst, ayrıca Fitzgerald’ın eşi ölmeden hiçbir şey yayımlamadığını da söylüyor. Altmış yaşından sonraki yirmi yıllık süreçte yayımlıyor Fitzgerald ne yayımlıyorsa, ansızın boşalan bir kaynak. Ödüllü mödüllü iyi bir yazar, iki metnini de pek beğendim ben, ilgilisinin ellerinden öper.
Cevap yaz