Michael Scheffel & Matías Martínez – Anlatım Teorisine Giriş

Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.

Anlatımın zaman, anlatım, karakter gibi ögelerinin çeşitlendirildiği, örneklerle aktarılarak uygulamayı da kuramla birlikte veren iyi bir kaynak. 1990’dan beri defalarca baskı yapmış, tam bir başvuru metni. Derli toplu bir terminoloji sunuyor, sistematiği var, diğer disiplinlerle edebiyatbilimin tokuşmasını önemsiyor. Kurmacaya bakışın farklı geleneklerdeki yansımalarına değiniyor, Propp’la Barthes’ı aynı başlık altında görebiliyoruz, kıyaslamalı ve denklemeli yapı bugüne kadarki çoğu mühim çıkarımı bir araya getirip kavramlar arasında koşutlukları ve farklılıkları işliyor. “Anlatmak”la başlıyoruz, sözlük anlamlarından sonra “anlatılan zaman” ve “anlatım zamanı” özetleniyor. Zamanla ilgili bölümde detaylarıyla açıklanacak, en başta gerçekçilik-kurmaca ikilisi inceleniyor. Tarihî olayları anlatan eserlerde “gerçekçi anlatı” mevcut, uydurulmuş olaylar veya dalavere yok. İçime sinmiyor yıllardır, belli tarihlerde gerçekleşen belli olayların, belli kişilerin gerçekliği şüphe götürmezse de tarihin yapısı da kurmacaya, hikâye anlatmaya dayandığı için elle tutulur bir gerçeklik bulamıyormuşum gibi hissediyorum. Neyse, Teneke Trampet‘in kurmacalığının ölçüsü bu tarih meselesiyle birlikte ele alınıyor, Oskar’ın anlattıklarının gerçekliğiyle uydurukçuluğu ne ölçüde ayrılıyor, bitmiş bir olayın tasviri gerçeği yakalar mı, ikiliği Batı’nın edebiyat anlayışı tarih boyunca nasıl değerlendirmiştir? Aristoteles’e göre dille birlikte bahsedilen de edebiyatın önemini artırır, tarihçiyle edebiyatçı mutlak olarak ayrılırlar, biri gerçekte olan bir olayı anlatırken diğeri olabilecek olanı aktarır. Platon ideal devletinde ikincisine yer vermez, kurmaca lüzumsuzdur, yer yer zararlıdır, insanların kafalarını olmayanla meşgul eder çünkü. Lukianos başta Ay’a yolculuğun ilk örneğini verdiği eseri olmak üzere hemen hemen bütün eserlerinin bir yalanın ürünü olduğunu belirtir, böylece “en az efendilerinin yaptığı kadar onurlu bir tarzda yalan söylediğini” açıklar, böylece o dönemde gereksinen gerçekçilik payını sunar, okurla doğrudan anlaşmaya çalışır. Gerçek Bir Hikâye adını verdiği metninde denizler, gemiler, fırtınalar gerçeğe en benzer gerçektir, ötesini bu yanılsamanın artçı etkisine ve kendi itirafına bırakır. Sidney’e göre ampirik bir gerçekçiliğe ihtiyaç duyulmaması bağlamından doğar kurmaca, en başta böyle bir şart olmadığını savunur, 1595’te ortaya koyduğu fikir yüzyıllar sürmüş bir geleneği sarsar aynı zamanda, anlatılana körü körüne inanç beklenmemelidir, anlatılanın var olduğu düşünülmelidir. Sidney’e göre böyle bir algının oluşabilmesi için eserin bütünlüğü şarttır, daha da önemlisi diğer eserlerle birlikte benzer bir gerçekçiliği, yapıyı paylaşması gerekir. Kanonun temelleri. Kurmacanın tanımında varılan noktadan ilerleyebiliriz: “Kurmaca anlatım, kendini düşünmenin muhtelif biçimleriyle biçim ve içerikte kendi özel statüsünü yansıtır ve hem üretiminin temellerini belirgin hâle getirir hem de alımlanması için açıklamalar ihtiva eder.” (s. 23) Açıklama epigraf yoluyla olabilir, yazar çok uçtuysa azıcık inerek yüzeyi, görüşü genişletir, okur için anlamlandırır, bu da olur ama fazlası da yavanlaştırır, okura hakaret edilmiş olur. Yazarın kendi düzleminde kalmasının en iyisi olduğu söylenir, maksada göre yoruma açık. Okurun bilinç örüntüsü çizgiselliğe yakınsa anlatının aynı biçimde kurulması okuru cebe koyar, diğer türlü anlatıcıyı yazardan ayırt edemeyecek durumdaki okur için çetin bir yol ortaya çıkıyor. Yazarın paşa gönlü faktörü önemli. “Anlatım ve Anlatılan” bölümünde Felski’nin de incelediği bir konu yer alıyor, “ne” ve “nasıl” ayrımı hangi saiklere sahip olabilir? Kurmaca metin açıksız bir biçimde inşa edilmişse yoruma kapalıdır, köşeleri bellidir, yine de Werther Ateşi’ne kapılmak mümkündür. Sonuçta Frye’ın ve daha pek çoğunun söylediği noktaya geliyoruz, aynı hikâye sayısız biçimlerde anlatılıyor. Okura gedikleri kendisiyle doldurmak düşsün veya düşmesin, okur metni alımlayabilsin veya alımlayamasın, “ne” kısmı aşağı yukarı belli. “Nasıl” başka dünyalar demek, başarılıysa bir parçası haline geliriz. Yanılsamanın oluşumu ve bozuluşu Rus biçimcilerince “fabula” ve “suje” kavramlarıyla, ardından Todorov’un “histoire” ve “discours”uyla incelendi, terminolojide bir bütünlük yok, bu yüzden olay alanında dört temel unsur belirlenmiş. “Vaka”, “olay”, “hikâye” ve olay şeması”nın yanında tasvir için de iki kavram var, “eser/anlatı” ve “anlatım”. Birçok kuramcı bu olguları kendi kavramlarıyla açıklıyor, kitapta Propp’tan Barthes’a kadar pek çok kuramcının kavramları tablo halinde verilmiş, şahane iş.

“‘Nasıl’ın Tasviri” için başvurulan kaynak Queneau, malum metninden birkaç parça alıntılanarak belli bir olay örgüsünün nasıl çeşitlendirildiğine değiniliyor, ardından tasvir modeli “zaman”, “ifade tarzı” ve “anlatıcı” olarak üçe ayrılıyor. “Anlatım zamanı” ve “anlatılan zaman” üzerinde duruluyor çokça, birçok metinden örneklerle anlatıda zamanın kurulumu terimlerle açıklanıyor. Genette’in anlatılan hikâyenin zamanıyla eserin zamanı arasında kurduğu bağlantılar temel alınmış, “analepse” ve “prolepse” meselenin özünü teşkil ediyor. İlkinde daha önceden vuku bulmuş bir olayı daha sonra anlatma tekniği var, ikincisinde tam tersi. Örnekler üzerinden gideyim, Muriel Spark’ın Siren’den çıkan bir metni var, Bayan Jean Brodie’nin Sonbaharı. Sınıfta geçen bir muhabbet var, öğrencilerden biri anlatıcı, Bayan Brodie öğretmen. Mary adlı biraz safça, başarısız bir öğrencinin sınıftaki bir saflığı anlatılıyor, sonra bir anda yıllarca öteye gidip Mary’nin ölüm ânını görüyoruz. Sınıftaki saflıktan çıkarılabilecek bir ölüm şekli, zamanda ani atlamayla anlamlı hale geliyor. Güvenilmez anlatıcıların geçmişteki çok önemli bir bilgiyi saklamaları da mümkün, Ölümüne Sadakat iyi bir örnek sunuyor. Esas oğlanla kızın arasındaki gergin ilişki, ayrılık aşamaları, oğlanın eylemleri okuru belli bir yere kadar getiriyor, sonra anlatıcı oğlan çok kilit bir noktayı, ilişkisini berbat eden bir olayı itiraf ediyor, fısıldıyor adeta, ortalarda bir yerde yapıyor bunu. Pek çok örnek, pek çok teknik var, bizde Ersan Üldes’ten Zafiyet Kuramı böyle bir zaman oyunu içeriyor, oldukça da iyi bir oyun. Anlatının zamanıyla anlatılanın zamanı çakıştığı zaman anlatı bir anda çift katmandan üç katmanlı duruma geliyor, anlatının yazılış aşamasının anlatısı da anlatıya dahil, meta-anlatı. Tekniklerin hepsi sistemleştirilmiş şekilde incelenmiş kitapta, karakterle eş güdümlü bir biçimde. Karakter konusunda da güvenilmez anlatıcının ötesinde bir karakter düşünüyorum, Henry James’in Yürek Burgusu‘nda kıyısından köşesinden yer verdiği bir teknikle anlatan karakter mesela, gerçekliği farklı bir biçimde algıladığının farkında olmayan, dolayısıyla güvenilmezliğinin de farkında olmayan çünkü bildiği dünyaya sonuna dek güvenen, anlatının absürt, garip noktalara ulaşmasıyla her şeyin farkına varacağını düşündüğümüz, aslında farkına varılacak bir şey olmadığını sezdirecek, belli bir mantığa oturmayan, anlatının mantığına da oturmayan, yeri geldiğinde kafasını sayfalardan çıkaracak kadar etkin, gizemsiz, dümdüz biri. Mümkün mü? Genette “mesafeli” ve “mesafesiz” anlatımlardan bahsediyor, klişeler klişesi bir tabirle “anlatıya hizmet etmeyen detaylar” aslında okuru okurluk paradigmasını değiştirmeye yönlendiriyorsa ve okur bunun farkında değilse, yazar yaşamın rasyonel olmadığını göstermeye çalışıyorsa diyelim, okur kendini kandırılmış hissetse? Frye yaşamı, gerçekliği edebiyatta canlandırmanın edebiyatın aygıtlarını kullanmaktan geçtiğini söylüyor, belli bir kurgu, belli bir üslup örneğin, okurla doğrudan sözleşmenin temelleri. Ben bundan bıktım sanırım, “kusursuz” metinler son derece kusurlu, kurgunun belirli dinamikleri aşına aşına törpülenmiş. Kusurlu bir metin yazdığını bilecek kadar iyi yazarları arıyorum, hatta iyi yazarlığın kusurları olabildiğince eksiltmekten ama tamamen silememekten geçtiğini iddia edeceğim. Burada kusur ne kadar kusursa tabii, kastım anlatının dışına düşen ama aslında doğrudan anlatıyla ilgili olan bir şey. Neyse o. Mantık hatası değil, hikâyeyi şişiren oyunlar değil, başka türlü.

Metinlerde neyin neden yapıldığını anlamak için çok temel bir eser bu, meraklısı kaçırmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!